Korkut AKIN yazdı: “Cevdet Erek’in ‘Bergama Stereotip’i ile Alev Ebüzziya Siesbye’nin ‘Tekerrür’ünün katalog/kitapları, her ne kadar sergi ve yapıtlar üzerine olsalar da kalıcı birer bilgi/başvuru kaynağı. Her sayfası apayrı, yepyeni bir dünyaya açılıyor.
Bir koca yıl, nereden bakarsanız bakın zarar ve hüzünle geçti. Ekonomik, sosyal, siyasal zararların yanında çevre zararı da (bizim ülkemizde, böylesi kapanılan günler yasa dışı işler için biçilmiş kaftandır) yaşandı, yaşanıyor. Pandemi oluşturan virüse karşı aşı yaygınlaşıp da hepimizi bağışıklıkla donatmadıkça dışarı çıkamayacağımız gibi sosyalleşemeyeceğiz de…
Sanat pandemiyi yener!
Sanatın yerini hep ayrı tutmak gerekir. Bütün kötülüklere karşı elimizdeki en güçlü silahtır sanat. İyiyi, doğruyu, güzeli savunan sanatı sadece bugün için değil, yarın için de düşünmeliyiz. Tabii, sadece kişilerin değil, ülkenin hatta dünyanın geleceğini de koruyacak, güçlendirecek güçtür sanat. Buna da bağlı olarak, pandemi baskısı altındaki böylesi zor günlerde moral motivasyon gibi düş ve düşünce ile çözüm yolu bulmaya da yarayacaktır.
ARTER’in özgün yapısında açılan sergiler bu anlamda yepyeni bir ışık, bana göre. Pandemiden hemen önce açılan ve kapanmasına günler kalan Cevdet Erek’in Bergama Stereotip sergisi, galeri mekânı için tasarlanan, sesli bir mimari yerleştirme. Sanatçının ana amacının İzmir’in ilçesinden sökülüp Almanya Berlin’in göbeğinde -ama bir yapının içinde olduğu için- “hapsedilmiş” izlenimi/algısı doğuran Bergama Sunağı yepyeni yorumların doğmasına da yol açıyor. Bu arada, iki yıl daha sürmesi beklenen restorasyon çalışmaları nedeniyle Cevdet Erek’in Bergama Sunağı’nı hiç görmemiş olması da ilginç bir duygu, yine bana göre.
Tekerrür…
“Hayat tekerrürden ibarettir”, öyleyse “güneşin altında yeni bir şey yok”tur. O zaman da yaşamanın bir anlamı olamaz. Buna da bağlı olarak “öyle gelmiş öyle gidecektir”. Sahi, siz de öyle mi düşünüyorsunuz?
Çevrenizde gördüğünüz birçok şey için her şey aynı olabilir. Değişimi, dönüşümü göz ardı edebilirler. Ama yukarıda da değindiğim gibi işin içine sanat girince o değişim, bir gerçekliğe bürünüyor. “Değişmeyen tek kural değişmenin kendisiyse ki, öyle; sanat kendisiyle birlikte sizi de değiştirecektir. Mutlaka.
Alev Ebüzziya Siesbye, tanınan, sevilen bir seramik sanatçısı. Hayatı sadece seramik demek pek mümkün olmasa da tam altmış yıldır seramik üretiyor, elleriyle. Geleneksel yöntemlerle ürettiği ve aynı formu, aynı inceliği, aynı zarafeti sürdürdüğü için sergisinin adını “tekerrür” koymuş zaten.
Kitapta yer alan makalelerden biri Abidin Dino imzalı, şöyle diyor: “Bana öyle geliyor ki Alev, çanaklar aracılığıyla daha ziyade kimsenin bilmediği, duymadığı, var olan ya da icat edilmeyi bekleyen bir ritüeli haber veriyor bize.” Ardından ekliyor: “Bu çanaklara ne koymayı düşünüyorsunuz? Büyük susuzluk günü için arı su mu? Doğu masallarındaki gibi ‘kuş sütü’ mü? Yoksa nar taneleri mi?”
Güncel kullanımı aşan…
Kendisinin, bir at heykeli üzerine, “orada öylece hareketsiz durmasına karşın onu saran toprak ve havayı sarsıyordu” sözleri, yapıtlarının da ipuçlarını taşıyor.
Alev Ebüzziya’nın, biçimini tarih boyunca süregelen çanak, çömlek hatta çan formlarından alan bu seramikleri aynı zamanda birbirlerinin devamı olarak da var ediyor kendisini. Bu, serginin adıyla da doğru orantılı, yaşamın her ne yapılırsa yapılsın bir izlek üzerinden kendi bildiğince yürüdüğünün/yürüyeceğinin de göstergesi. Dikkatli izleyici, birbirini tekrar eden çanakların aslında ne kadar farklı olduğunu da görecektir. Ve muhakkak soru işaret(ler)i oluşacaktır kafasında: Neden?
İşte, o soru işaretlerinin çözümü, o soruların yanıtları güzel güneşli günlerin müjdesidir.
Dönüş yolculuğu…
Cevdet Erek’in, belki de kendimizle yüzleşmemizi, yani tarihin derinliklerinden gelen o kültürlerden genlerimize bile işlemiş bir şeyleri ses boyutunda yeniden canlandırdığını, artık yaşamımıza yön vermekten çok uzak tarihi varlıkların seslerini yeniden duyurduğunu, bu duygunun da hepimize iyi geldiğini söylemek gerek. Dün Bergama’da, bugün Berlin’de ama hepimizin içinde ve hepimiz için bir “ev” olan Sunak, bir dönüşün de habercisi aynı zamanda.
Cevdet Erek’in “Bergama Stereotip”i ile Alev Ebüzziya Siesbye’nin “Tekerrür”ünün katalog/kitapları, her ne kadar sergi ve yapıtlar üzerine olsalar da kalıcı birer bilgi/başvuru kaynağı. Kitaplar her zaman işe yararlar. Tabii, sergiyle bağlantılı olsa da her sayfasının apayrı, yepyeni bir dünyaya açıldığını belirtmem gerekmiyor değil mi?
Berlin’deki Bergama Sunağı’nın İkinci Dünya Savaşı yıllarında kısmen sökülüp ünlü Hayvanat Bahçesi yakınlarında korunmaya alındığını, bazı parçalarının Sovyetler Birliği’ne kaçırıldıktan sonra geri getirilip yerine konduğunu, “sürgünün sebep olduğu acının ne yola çıkıştan ne de başıboş dolaşmaktan kaynaklandığını” okuyarak yaşıyoruz. Bergama Stereotip’in ele alıp yeniden yorumladığı(!) seslerde antik hiçbir şey olmadığını, hiçbir ulusa ait olmadığını, hiçbir dili konuşmadığını belirtmem gerekir. Aynı şekilde ne bir rüzgâr ne bir su ne de bir yakarış sesi olduğunu, izleyenin bedeninin de katkısını istediğini unutmamalıyım. Yani, kitap/katalog önemli. Tabii, serginin de o kitap/katalog ile birlikte gezilmesinin doğru olduğuna inanıyorum.
Tekerrür / Bergama Stereotip
Alev EbüziyyaSiesbye / Cevdet Erek
Sergi ve Kitap
ARTER