The Region: “KYB, KDP’nin daha güçlü ve daha gelişmiş bir ordunun emrindeki güçlere karşı duyarsız kaldığını iddia ederken KDP KYB’yi ihanetle suçladı. Fakat KDP’nin de son gelişmelerde kısmen sorumluluğu var. İktidarını koruma konusunda bu kadar takıntılı olmasaydı, işler muhtemelen farklı yürürdü.”
Ağırlıklı olarak Ortadoğu’ya ilişkin haberlere yer veren, İngilizce yayın yapan internet sitesi The Region’un (theregion.org) Kerkük’teki son gelişmeleri değerlendiren yazısının çevirisini sunuyoruz.
Pazartesi günü Irak Ordusu Kerkük’ü Kürt güçlerinin elinden bir günde aldı. Dışarıdan görünen manzara buydu.
ABD’nin işgalden sonra kurduğu bağımsız bir örgüt olan Irak Terörle Mücadele Gücü’nün komutanlarından biri, İran’ın desteklediği milislerden oluşan Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) komutanı Mohandes’in yanında duruyor. Gülümserken görülen bir diğer isim de Saddam’a karşı savaşırken kendisine destek veren İran Devrim Muhafızlarına hayranlığı ile bilinen, Bedir Örgütü’nün lideri Hadi Al-Amiri.
Kerkük İl Meclisi binasından Kürt bayrağı indirilirken coşkuyla kutlama yapıyorlar. Irak bayrağı yükselirken kalabalık kendinden geçiyor.
Arka planda büyük bir kalabalık tekbir getiriyor, sloganlar atıyor. Onlar için Irak Ordusu ve İran destekli milisler kurtuluşun habercisi ve Allah’ın iradesini yerine getiriyorlar.
Bir Kürt muhabir, İran destekli Haşdi Şabi tarafından kafaları kesilerek bir kamyona doldurulmuş 10 Peşmerge askerinin görüntüsü ile sarsılmış. Binlerce Kürt orada güvende olacaklarını umarak ve olacaklardan endişe duyarak Erbil’e doğru ilerliyor.
Halk kısa süre önce IŞİD’e karşı yan yana savaşan iki gücün ABD’nin askeri teçhizatını kullanarak birbiriyle çatışmasını şaşkınlıkla izliyor. Durumu “izlemek” için orada bulunan ABD güçleri taraf tutmayı reddediyor. Yalnızca, mümkün olduğunca fazla gerilla gücünü Kerkük’e gönderen PKK Kerkük’ün tarafını tutuyor. Türkiye sessizliğini bozuyor ve PKK’ye karşı Irak Hükümeti’nin yanında olma sözü vererek Bağdat’ı alkışlıyor.
Kerkük düştü ve hiç kimse suçun kimde olduğunu bilmiyor.
Bunu dış dünyadan bağımsız gelişen bir durum gibi görmemeyi seçiyorsak 25 Eylül’e, Kürtlerin birkaç ay önce Barzani’nin ilan ettiği, bağlayıcı olmayan bir Bağımsızlık Referandumunda oy kullandığı tarihe geri dönmemiz gerekiyor. Referandumda % 90’dan fazla Evet oyu çıktı ve diğer ülkelerin tepkisi kayıtsız kalmak veya küçümsemek oldu. İngiltere Dış İşleri Bakanı Boris Johnson, referandumun “acil öncelik olan IŞİD ile mücadelede dikkatleri dağıtacağını” savunurken Beyaz Saray ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’ten de neredeyse aynı açıklamalar geldi. Bu açıklamalar, Kürtlerin yalnızca İslamcı teröre karşı savaş alanında faydalı birer piyon olarak görülmesi gerektiği anlamına gelen ahlaksız bir parodi olarak yorumlanabilir.
Bu sırada Bağdat, bugün ne yaptıysa onu yapacağını söylüyordu. El-Abadi Associated Press’e yaptığı açıklamada askeri müdahalede bulunacağını, Nuri el-Maliki ise Irak’ta “ikinci bir İsrail’in kurulmasına” izin vermeyeceğini söylüyordu (ironik bir biçimde bir halkın kendi kaderini tayin hakkını tanımayarak İsrail gibi davranan Bağdat’ın ta kendisi).
Bu bağlamda, uluslararası toplum tıpkı 1921’de İngilizler ilk Kürdistan krallığını bombaladığında, 1923’te Türkiye’yi kurmak uğruna Sevr Antlaşması hükümsüz kılındığında, 1927’de Ağrı Dağı’nda Kürtler kaderlerine terk edildiğinde ve 1947’de Qazi Muhammed Mahabad Cumhuriyeti’ni ilan ettiği için asıldığında yaptığı gibi Kürtleri yalnız bıraktı.
Kutsal ayet daima aynıdır: “Ey Kürdistan, kendi kaderini tayin etme hakkını talep edersen toplu olarak cezalandırılırsın.”
Ancak bu, Kürt liderliğinin günahlarının aklanacağı anlamına gelmiyor.
Açıkça görülüyor ki Kürdistan Demokrat Partisi Liderlik Konseyi’nden Hemen Hawarmi’nin belirttiği gibi, “bazı yetkililerin ihaneti” Kerkük’ün düşmesinde rol oynadı.
Bağdat ile Kürt yönetimi arasında Kerkük’te yapılan absürt toplantıyı düşünün. Başka bir deyişle, KYB ile KYB’nin kurucusu ve Irak’ın cumhurbaşkanı olan Fuat Masum’un temsil ettiği KYB arasında yapılan toplantı.
KYB’nin hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde hem de Bağdat yönetiminde olması takdire değer olsa da Kerkük savaşı ile uygunsuz ve tamamen absürt bir durumda kaldılar. Irak ordusu Kerkük’te ilerledikçe bu dengeyi korumaya çalışmanın sonuçları ölümcül oldu. Yıllarca KYB’yi destekleyen İran’ın Kerkük’ü işgal eden güçlere destek vermesi de davalarına hizmet etmedi.
Şüphesiz, KDP bu durumu, kendisi de geçmişte Bağdat’la oportünist anlaşmalar imzalamış olsa da, KYB’ye karşı kullandı.
PKK gerillaları, bazı Peşmergeler ve şehirlerine el uzatanlara karşı silahına sarılan yurttaşlar ile İran’ın desteklediği güçler arasında çatışma çıktığında KYB Peşmergesi ortadan kayboldu. Birçok Kürt kendisini ihanete uğramış hissetti ve öfkelendi. Bu durum Peşmerge’nin IŞİD’in bir dağda açlığa mahkum ettiği Yezidileri yalnız bıraktığı zamanları hatırlattı. O zaman da Peşmerge’nin zor durumda bıraktığı insanlara yardım etmek için PKK müdahale etmek zorunda kalmıştı.
Kerkük terk edildikten sonra karşılıklı suçlamalar başladı. KYB, KDP’nin daha güçlü ve daha gelişmiş bir ordunun emrindeki güçlere karşı duyarsız kaldığını iddia ederken KDP ise KYB’yi ihanetle suçladı.
Fakat KDP’nin de son gelişmelerde kısmen sorumluluğu var. İktidarını koruma konusunda bu kadar takıntılı olmasaydı, işler muhtemelen farklı yürürdü.
Referandum tüm bunların ötesine geçmiş olsa da aslında olanlar büyük oranda Kürtler arasındaki bir iktidar mücadelesine dayanıyordu. 2015’te Barzani’nin yönetme yetkisi sona erdi ancak IŞİD’e karşı mücadele etmek adına iktidarda kalmaya devam etti. Protestolar yükseldi ve KDP, muhalefette yer alan Kürt Parlamentosu Başkanı’nın Erbil’e girmesini engelledi. Yasama organı o tarihten itibaren kapalı kaldı ve Barzani, yönetimi meşru olmadığı için, egemenliğini sürdürecek bir yol bulmalıydı.
Bağımsızlık çağrısı yapan kendisi olursa arkasındaki desteği arttırabileceğini düşündü ve bağlayıcı olmayan ve doğası gereği ancak sembolik bir önemi olabilecek bir referandumda ısrarcı olarak milyonlarca Kürt’ün umutlanmasına neden oldu.
KDP’ye muhalefet etmek Kürdistan’a muhalefet etmek olacaktı. Dolayısıyla parlamento yeniden faaliyete geçtiğinde, hem KYB hem de muhalefet durumun daha da kötüye gideceğinden korkarak gönülsüz olarak referanduma destek verdi. Durum hala daha da kötüleşebilir.
Ancak öyle görünüyor ki Kürt elitlerin çoğu önemli bir noktayı kaçırdı. Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme talebi bütün Kürt liderlerini aşan bir durumdur. Barzani boyundan büyük bir işe kalkıştı. Şimdi yapabileceği tek şey başkalarını suçlamak.
Ve Kerkük… Barzani ve Abadi şehrin adını duyduklarında akıllarına “petrol” geliyor. Saddam’ın şehri zorla Araplaştırmasının nedeni tam da buydu. Kerkük şimdi Kürtler, Sünni Araplar, Türkmenler ve Hristiyanlardan oluşan karışık bir nüfusa sahip ve bu nedenle de ihtilaflı bir şehir.
İşgalden sonra yapılan anayasanın 140. maddesinde, Erbil’deki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Bağdat arasındaki anlaşmazlığın 2007 yılına kadar çözüleceği taahhüt edildi. Bağdat, (petrole bağlı nedenlerle) sorumluluklarını yerine getirmedi ve Barzani, Kürdistan Bağımsızlık Referandumunun sorunları bir seferde kesin olarak çözeceğini düşündü.
Kısacası Barzani’nin niyeti tamamen halisane olmasa da Kerkük konusunda haklıydı. Ne olursa olsun bir bağımsızlık referandumu için “doğru zaman” hiçbir zaman gelmeyebilirdi. Bunun yanı sıra, Kürtlerin kendi kaderleri tayin haklarını kullanmaktan mahrum edildikleri 100 yılın ardından, Morrisey’in sözleriyle sorarsak “şimdi ne kadar yakın?”
KDP, yalnızca bağımsızlık talebini ilan etme yarışını kazandı. Ve Bağdat kan istediğinde dünya bunu görmezden geldi. KDP iktidar için kumar oynadı ve KYB kendi gücüne ihanet etti.
Kim suçlu? Uluslararası toplum, Bağdat ve Irak Kürt liderliği.
Kim suçsuz? Bağımsızlık konusunda kararsızlık yaşayanlar ve 25 Eylül’de Evet oyu veren milyonlar da dahil olmak üzere Kerkük’ün tüm halkları.
Çeviri: SiyasiHaber
Kaynak: http://theregion.org/article/11776-the-region-039-s-take-what-happened-in-kirkuk-and-who-is-to-blame