Mustafa Kemal Ersöz yazdı:” Devlet her geçen gün devlet olma hasletlerini, vasıflarını yitirmektedir. Bu nedenle olmalıdır ki saray rejiminin şefi Erdoğan, kendini gün aşırı bir ‘’Kabile devleti olmadıklarını’’ tekrarlamak zorunda hissetmektedir.”
Cem Karaca’nın onlarca enfes şarkısından belki de en bilinen ve en parlaklarından biri olan keskin bir siyasi satir mahiyeti taşıyan ‘’ bindik bir alamete’’ şarkısı, pek çok açıdan kendi müthiş hasletleri dışında genelde kapitalizmin özelde T.C. devletinin mündemiç arazlarından ötürü muayyen aralıklarla yeniden ve yeniden memleket güncel ahvalinin hulasasını verebilmeyi başarıyor. Böylece güncel ve yaşayan bir şarkı olabilmeye devam ediyor.
Ve işte bu çok hususiyetli şarkının bir yerinde şöyle söyler: ‘’Yol dediğin yol gibi ulaşmalı bir yere / biz dön baba dönelim geliyoruz aynı yere / Bu döngü kısır döngü başı var da sonu yok’’ Bilindiği üzere Kapitalizmin işleyiş yasalarının kaçınılmaz bir döngüsü olarak belirli aralıklarla krizler patlak vermektedir. Bu bir kısır döngüdür. Açıkça ‘’kar hırsının’’ ve kapitalizmin temel içtimai iddialarından ve ahlaki nosyonlarından biri olan, politik doğruculukla ‘’ rekabet’’ olarak adlandırılan ‘’bireysel hırsın’’ neden olduğu bu krizler bahsettiğimiz nedenlerin zorunlu kıldığı aşırı üretimden kaynaklanırlar. Elbette bu krizlerin temel sebebi toplumsallaşan üretim rağmen mülk edinmemenin özel karakterde kalmasının yaratığı çelişkidir. Böylece krizler, sermaye mantığının tabii neticeleri olarak temayüz etse de kimi kez de sermaye mantığınca fırsat olarak görülen aslında işleyiş yasalarının dolayım ve tazyikiyle ‘’zorunlulukla yaratılması gereken’’ bir fırsat olarak planlanarak, kurgulanır. Tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi finans-kapital odaklarınca bir komplo olarak kundaklanır. Bazen bu tekrarlana duran krizler idare edilemez, sürdürülemez biçimler kazanırlar. Kapitalizm kendi krizlerini absorde edemez bir duruma düşer. Kriz süreklileşir, kriz halinin kendisi olağan durum haline gelir. Statüko büyük öncül ve artçı sarsıntılarla sarsılmaya başlarken mistik bir inanışla bağlanılmış olan ‘’piyasanın gizli eli’’ sözüm ona çeki-düzen verebilme yeteneğini yitirir. Elbette tüm bunlar kaçınılmaz olarak büyük altüst oluşlara, savaşlara, yıkımlara, insani felaketlere, devasa boyutlarda artan işsizliğe, kaybedilen sosyal haklara, her açıdan toplumsal çöküntülere neden olur. İşte bu minvalde kabaca ifade etmek gerekirse 2008 komplo krizinden bu yana küresel- kapitalizm artık süreklileşmiş bir kriz halindedir. Kriz genelleşmiş bir hal almış vaziyettedir diyebiliriz. Finans-kapital merkezli başlayan bu kriz yalnızca iktisadi alanda değil politik alanda ve başkaca alanlara da hızla sirayet etmektedir. Dünya bir kaosun, derin bir belirsizliğin içindeyken insanların her an patlak vermesini tedirginlikle bekledikleri sıcak çatışmalarla ifade kazanacak üçüncü bir Dünya Savaşına doğru sürüklenmekte görünmektedir.
Bu gün irili ufaklı bin bir biçimiyle şahit olduğumuz, idrak ettiğimiz kapitalizmin genel krizinin itkisiyle git gide derinleşen Emperyalizmin küresel krizi yeni bir soğuk savaş biçiminden yukarıda da bahsettiğimiz üzere emperyalist güçler arasındaki hâkimiyet ve pazar paylaşımı dayattığı belki de konvansiyonel sıcak çatışmalar biçimine doğru hızla ilerliyor. Emperyalist metropollerde başlayan kriz, kaçınılmaz olarak sömürgelere ve bağımlı ülkelere doğru hızla ve daha derin ve sarsıcı biçimde yaygınlaşıyor. Genel kriz parçaları da tesiri altına alıyor. Elbette Kapitalist-Emperyalist düzenin bir parçası olan, ABD ve AB arasında ortaklaşa bir sömürge olan T.C. de bu genel ve küresel krizden payına düşen nasibini alıyor.
Tam da bu düzlemde T.C. hem içeride hem dışarda, akla gelen tüm alanlarda, iktisadi, siyasi, toplumsal hatta devlet mekanizması içerisinde üst üste binen, iç içe geçerek gittikçe büyüyerek ilerleyen bir krizler dalgasıyla birlikte çözülüş emraleri gösteriyor. Yukarıda kaba bir hulasasını vermeye çalıştığımız küresel ahvalin doğal bir neticesi olarak ve şiddetli tazyikiyle emperyalist sistemin bağımlı zayıf bir halkası olan T.C. tam bir dağınıklık, çürüme, kokuşma yaşamaktadır. Her açıdan bir paçozlaşma, erozyon elle tutulur bir gerçeklik kazanmış durumdadır. Artık herkes biliyor ki Beştepe’de bir cenaze vardır. Saray rejimi ölü doğmuştur. Tüm müdahalelere ve tüm çabalara rağmen yaşatılamamıştır. Bu cenazenin, ölümün kabulünün gecikmesi ve defnedilmesi geciktikçe, ceset çürümekte, etrafa çürümenin berbat kokularını yaymaktadır. Çürümenin yaydığı mikrop ve hastalıkla çürüme ve kokuşma cesetten etrafına doğru yayılmaktadır. İktisadi ve siyasal alanda baş gösteren krizler hızla bir devlet krizine doğru ilerlemektedir. Saray rejimi önerisi bu çözülüşe bir panzehir, set olmaktan ziyade çözülüşün nedenlerinden birine dönüşmüş biçimdedir. Binilmiş ve dörtnala kıyamete götüren bir alamete dönüşmüştür. İktisadın idaresinden, yargıya, yasamaya, yürütmeye, orduya, eğitime, kolluk güçlerinin örgütlenmesinden, hariciye örgütlenmesine her alanda şekli unsurların bile yerine getirilemediği, başıbozukluğun keyfiliğin, hukuksuzluğun hatta çeteleşmenin açığa çıktığı, sürekli tekrarlanan genel ve yerel seçimlerle hababam seçilmesine rağmen meşruiyet sorunun aşılamadığı artık devletin sahiplerince bile gizlenme gereği duyulmayan bir merhaleye gelmiş görünmektedir. Devlet her geçen gün devlet olma hasletlerini, vasıflarını yitirmektedir. Bu nedenle olmalıdır ki saray rejiminin şefi Erdoğan, kendini gün aşırı bir ‘’Kabile devleti olmadıklarını’’ tekrarlamak zorunda hissetmektedir. Oysaki Devlet krizi öyle bir boyuta gelmiş durumdadır ki koltuklara oturtabilecek yetişmiş kadro bile bulmakta güçlük çeker vaziyete gelinmiştir. TSK kolordularına atayacak komutanlar bulamamakta; Komutansız kolordular bulunmakta var olanlar YAŞ kararlarına başkaldırıp istifa etmektedir. Artık her kesimden kişi tarafından yeni bir darbenin ne zaman, kimler tarafından gerçekleştirilebileceğine dair senaryolar ve endişeler açık açık dillendirilmektedir. İdlip’te Suriye ordusu tarafından kuşatılmış yüzlerce asker kuşatma altından tahliye edilmeyi beklerken komutansız kalmış durumdadır. Kuşatmamın akıbetinin belirlenmesi için Erdoğan’ın, Rusya’da Putin’le yapacağı görüşmenin neticesi beklenmektedir. İşte bu bir devlet olma vasfının yitiminin açık bir göstergesidir. Saray Rejimin tam bir çobanlık düzeni olduğunun, devleti çözdüğünün ifadesidir. Ama bu çözülme elbette orduya sınırlı değildir. Bu gün Amigo bakan Soylu, tüm efelenmelerine ve böbürlenmelerine rağmen Ağar-Çiller çetesiyle özel olarak kendine bağlı yapılar dışında kalan resmi olarak kendine bağlı teşkilatın ne kadarının gerçekte kendisine bağlı ne kadarının Menzilcilere, Okuyuculara, Yazıcılara bilmem hangi tarikata bağlı olduğunu hatta Nusra’ya bağlı olduğunu bilememektedir. İçişleri teşkilatı çete içinde çetelerin çetelere çattığı bir vaziyet içinde her biri kendi gündemini takiben, gününü bekleyen tarikatların işgali altında görünmektedir. İktisat yönetimi kıymeti kendinden menkul iktisatçı olduğunu iddia edip duran Erdoğan ve damadının sultası altında bir hafta sonu akşamı Merkez Bankası başkanın görevden alındığı keyfe keder uygulamalarla artık hakkında pek bir şey söylemeye gerek kalmayacak biçimde bir sosyal medya eğlencesine dönüşmüş, Bir parodiye, komedi vesilesine alay konusunda dönüşmüştür. Dünya ahvalinin böyle çalkantılı olduğu bir konjonktürde Hariciye kadroları, en temel protokol kurallarından ve prosedürlerinden bile haberdar olmayan yandaşlar, Bakan akrabalarıyla ve ‘’Bakara ’da çok makara var.’’ Diyen bakan eskileriyle takviye edilip suretten ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Kabine tam da Saray Rejiminin vaat ettiği üzere bir aile şirketi biçimde örgütlenmiş durumdayken tam da bir aile şirketi gibi yönetilmekte her biri bakanlıklarının yetki alanındaki bir tekelin sahibi olan, bir vesileyle bakanlıklarını ilgilendiren bir skandal hâsıl olduğunda kifayetsizliklerini aleni kılıp hicap nedir bilmez küstahlıklarını ortalığa dökmeseler halkın varlıklarından dahi haberleri olmadığı düşük profilli, yetkisiz bir heyetten oluşmaktadır. Eğitimin ise gün aşırı değişen sınav sistemleri, ölçümleme metotlarıyla bir keşmekeş içine düşüp iflas etmiş durumda olduğu ilgili, ilgisiz herkesin malumu olsa gerekir. İflas etmiş olan bu eğitim sistemi Cemaat-tarikat, şeyh-mürit sarmalına hapsedilmiş gençleri sadece verilen emirleri idrak edebilen, okuduğunu anlama, ifade etme, algılama, yorumlama yeteneği ancak bununla sınırlı, Saray rejimine bağımlı, ayarlı birer abdestli droidler yığınına dönüştürülmek için çalışan bir seri üretim bandına dönüşmüş durumda diyebiliriz. Yargı ise savcı, hâkim kadrolarının yerden bitme yandaş sermayeli vakıf üniversitelerinden mezun olmuş, yetersiz, tecrübesiz yeni yetmelerle doldurulduğu, kararların sosyal medya tepkisine yahut Saray’ın hiddetlenmesine göre sabahtan akşama değiştiği bir fecaat içerisinde bulunmaktadır. Burjuva anlamda bile bir bağımsızlıktan söz edebilmenin mümkün olmadığı, her kademeden yargıç, savcı hatta savunmanın sarayda hazır kıta dizilip biat etmesi istenen, bir yeşil pasaport himmeti için kapılarda bekleyip avuçları patlarcasına alkışlamalı istenen tam bir teslimiyet içeresinde can çekişiyor.
Yukarıda çıkarmaya çalıştığımız panoramadan da anlaşılabileceği üzere en kaba haliyle bile Devlet Krizi derinleşmektedir. Devlet aygıtı aleni biçimde çöküntü içerisinde girmekte, çözülmektedir. T.C. tüm emareleriyle gelişmekte olan 3. Paylaşım savaşının tüm etkilerini zaten dayanaksız olan temellerindeki sarsıntılarla, zayıf bünyesinde yarattığı marazlarla hissetmektedir. Devletin krizi hatta çürümesi topluma da sirayet etmekte toplumu da derin bir bunalımın, çalkalanmanın içerisine sürüklüyor görünmektedir. Şimdi ülkenin dört bucağında Kuzeyinden, güneyine, doğusundan, batısına bir yandan kara bulutlar toplumun üstüne çökerken bir yandan da fırtına bulutlarının yavaş yavaş toplandığı gözlemlenebiliyor. Devlet makinesi bilindiği gibi işleyemiyor. Bu herkesçe en çok da devletin sahiplerince bilindiği için önlem planları yapılıyor. Kriz idaresine geçiliyor. Çözülme durdurulamayacaksa bile geciktirilmeye çalışılıyor. Devlet krizinin hızla sosyal bir krize daha doğru bir ifadeyle toplumsal patlamaya dönüşmesini önlemek için T.C. elinde kalan yegâne enstrümana sarılıyor. Bir kez daha Üst yapı kurumları çözülürken ideolojik aygıtlar işlevlerini hızla yitirirken zor aygıtına abanıyor. Bir çeşit ‘’şok doktrini’’ ile başta Kürtler olmak üzere herkese karşı psikolojik özel savaş uyguluyor, kontra devlet tarzında saldırılarını yükseltiyor, hukuksuzluğu kurumlaştırıyor, meşrulaştırmaya çalışıyor. Yükselen itirazlar dalgasını açığa çıkan yönetememe krizini baskı, terör, hâkim kılmaya çalıştığı korku rejimiyle savuşturmaya çalışıyor. Elbette bu çözülmenin, güçsüzlüğün, çaresizliğinde apaçık, yalın bir ifadesidir. İçerde ve dışardaki sıkışmışlık halini aşabilmek hiç değilse bir süre nefes alabilmek için dışarda her cephede kaybedildiği anlaşılan savaşları bir yandan sonuna kadar sürdürmeye hatta yaymaya çalışarak tahrik ederek bir yanda içeriye taşıyarak, içeride de bir savaş halini örgütleyip, cari tutarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bu saray rejimin son sığınağı, son limanıdır.
İşte Kayyım gaspları böyle bir ahval ve şeraitin dayatmış olduğu bir zorunluluğun ve devlet açısından ihtiyacın neticesi olarak girişilen bir çare olarak hâsıl oldu. Saray rejiminin baş müsebbibi olduğu gelişerek ilerleyen devlet krizinin alabildiği biçimlerin yaratmış olduğu derin endişe ve korkunun bir biçimi olarak temayüz etti. Cari düzeni sürekli bir biçimde paralize eden, onu en temellerinden çözen, hiç değilse çözmeye namzet en gelişkin hareket olan Kürt özgürlük hareketinin yaratmış olduğu tehdit gelmiş olduğu aşamada artık düzen sınırları içerisinde sürdürülebilir bir eşiği geçmiş durumda, düzen içesinde kaldığı sınırlar içerisinde bile çözücü, en azından dönüştürücü bir etkiye sahip duruma gelmiş bulunuyor. Özgürlük hareketi, sadece Kürdistan sınırlarının içerisinde değil onun da ötesinde Batı metropollerinde dahi belirleyici olan özgül bir güce erişmiş durumda bulunurken rejimin ne hareketi ehlîleştirmeye ne idare edebilmeye ne ona karşı durabilmeye ne aklı, ne yetisi ne de takati olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle yazının başında bahsini geçirdiğimiz Karaca şarkısında söylediği gibi Nush ile uslanmayan tekdir edilen ondan da anlamayan Kürt halkının hakkının kötek olduğu düşünülüyor. Bu nedenle diz çökertilmesi, dağıtılması gerekiyor. Japonya’dan Deyrazor’a nerede bir Kürt kazanımı varsa, kürde ilişkin herhangi bir şey varsa, Özgürlük hareketinin tehdit oluştursun oluşturmasın nerede bir etkinliği varsa orda Çöktürme planı kapsamında başının ezilmesi, engellenmesi, berhava edilmesi gerektiği düşünüyor. Zira Özgürlük Hareketinin kendi başına dahi 4 parça Kürdistan’da ve hatta diasporalarda erişmiş olduğu güç yeterince sarsıcı bir etkiye sahipken devletin söz konusu kriz ve güçsüzlük evresinde Özgürlük hareketinin diğer muhalif kesim ve hareketlerle etkileşimi, olası ittifakı, cesaretlendirmesi ve hatta oynayabileceği öncü kuvvet rolü açık ki hem devlet hem de saray rejimi açısından bir hayat memat meseli teşkil ediyor.
Ancak tüm bu gayretlerin nafile olduğu aşikârdır belki bu gün Kürt halkının temsilcileri hapsedilebilir. Belediyeleri gasp edilebilir. Kurumları kapatılabilir ancak bu özgürlük hareketinin / Kürt devriminin gelişmişlik düzeyi dağıtabilecek, çöktürülebilecek bir eşiği aşmış durumdadır. Artık bir Kürt sorunu yoktur. Kürdistan'ın statüsü sorunu vardır. Tüm gelişmeler göstermektedir ki bu statü sorunu da sadece zaman meselesidir. Tarihe, hayata ve hakikate karşı yürümeye çalışanların tarihin mezarlığındaki yerleri, müzelerdeki yerleri şimdiden bellidir.
Bu minvalde Cem Karaca ile açtığımız sözümüzü bir başka şahikamız Hasan Hüseyin Korkmazgil’le sonlandıralım:
güneşse güneş benim beyoğlubeyler
topraksa toprak benim beyoğlubeyler
birşey var anlamadığım bu sabahlarda
eski saraylarda bu yeni saltanatlar
saksılarda çiçek diye kızgın namlular
demirin kömürün petrolün kalleşliği
birşey var anlamadığım bu sabahlarda
kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler
bayramsa bayram benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kentlerin göbekleri suların en kadını
kadının en körpesi sofraların padişahı
birşey var anlamadığım bu yasaklarda
ben güldükçe neden karartılır ışıklar
duvarlar yükseltilir köpekler kışkırtılır
kundakta bebek suçlu tarlada tohum
birşey var anlamadığım bu yasaklarda
umutsa umut benim beyoğlubeyler
savaşsa savaş benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
bu kokmuşlar mezarlığı imamlar sofrası bu
omuzlardan omuzlara bu korku tapınakları
akşamla kargalarla nargilelerle
leblebici bakkalbaşı minder minder üçotuzüç
birşey var anlamadığım bu yezit yalanlarda
yarınsa yarın benim beyoğlubeyler
barışsa barış benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli
eski beyler yeni beyler bey eskileri