Özlem GÜMÜŞTAŞ* yazdı – Program, strateji-taktik tartışmaları ve ilan edilmiş stratejisini uygulama gücü İbo’nun haykırışı gibidir; Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz! Devrimci program ve strateji olmadan, devrimci iradede kurulamaz!
18 Mayıs’ı unutma!
Unutmam 18 Mayıs’ı…
Kaypakkaya, devrimci politik mücadeleye teorik, politik, örgütsel katkıları ve tarihi ile bir devrimci lider olarak anılmayı, fakat bundan daha çok anlaşılmayı, anlatılmayı hak eder. Bir devrimci kişilik olarak Kaypakkaya, duru bir yaşam düsturu, iyi izlenecek bir yol yürüyüşüdür. O’nun en temel özelliği devrimci mücadele ve savaşımda yüksek bir kararlılığa sahip olmasıdır. Ve bir diğeri de, bilhassa şimdiki genç devrimciler için altını çizmek gerekir, yoğun ve sistematik okuma çalışmasıdır. Marksist eserleri sistematik biçimde okur, teorik-siyasal sonuçlar çıkarır, Marksist teoriyi incelemeye çok önem verir.
Kaypakkaya için sayılabilecek pek çok özellik, ’71 devrimci önderlerinin temel özellikleridir. Olanaksızlıklar içinde yüksek bir kararlılıkla örgütleri kurmak, mücadeleyi geliştirme inancı ve kararlılığı ’71 devrimcilerini en iyi anlatan özellikler olabilir. Kaypakkaya’nın, kadroların azlığını bir engel görmeden partiyi kurma kararlılığı, mali açıdan ve araç yönünden olanaksızlıkları engel görmeden politik askeri savaşımı başlatma kararlılığı, basım aracı yokken yayın çıkarma ısrarı… Bu devrimci pratik Kaypakkaya’nın mücadeleyi büyütme inancına ve kadroların, halkın yaratıcı gücüne duyduğu inanç ve güvenle açıklanabilir.
’71 devrimci hareketinin bağımsız devrimci halk hareketini ve devrimi örgütleme kararlılığı, Kaypakkaya’nın da karakteristik bir özelliğiydi. Hareketin bir devrime doğru örgütlenmesinde öncü parti ve silahlı mücadeleyi temel alan kararlılık, İbo’nun pratik önderliğinin temel bir yanıydı. Kaypakkaya bu siyasi stratejiyi ’71 devrimci önderlerinden ayrı olarak şu yönde de geliştirmek istedi: halk hareketini ve devrimci hareketi Kemalizmin etkisinden ve Kürt ulusal sorunundaki bulanıklıktan kurtarmak. Bu, devrimci harekete o dönemde Kaypakkaya tarafından yapılmış en özel katkıydı. Ulusal sorunda, önceleyen dönemin sosyal şoven etkisinin atılamamış olmasından dolayı var olan bulanıklığı, soruna çözüm üretme kararlılığıyla aşmaya çalıştı. Enternasyonalizmi rehber alan ve ayrı devlet kurma özgürlüğünü formüle eden bir çözüm üretti ve devrimci hareketin ulusal sorunda atılım yapmasında ön açıcı bir rolü oldu.
Kaypakkaya, ’71 devrimci hareketiyle ortak bir temel özellik olarak, öncü parti örgütlenmesine önem veriyordu. Bu anlayış, pratik devrimci mücadele ve silahlı mücadele içinde partiyi örgütleme biçiminde yansırken, işçi-emekçi kitle örgütlerinin önemini küçümseyen bir yan da taşıyordu. Faşizme karşı birleşik cephe konusunda ise, parti tarafından örgütlü dar bir cephe anlayışı vardı, fakat aynı zamanda devrimci hareketin faşizme karşı birliğine önem veriyordu.
İbrahim Kaypakkaya da, Denizlerde ve Mahirlerde olduğu gibi, yüksek bir siper yoldaşlığı duygusu ile yaşadı, savaştı. Siper yoldaşlığı duygusu, faşizme karşı ‘devrimcilerin savaşım birliği’ni önde tutma anlayışı ile somutlaşıyordu. Bugün İbo’dan öğrenmek ve onu yaşatmak; faşizme karşı devrimci hareketin birliği ve halklarımızın birleşik mücadelesinin yükseltilmesi siyasi stratejisini parti ve örgüt çıkarlarının üzerinde tutmak ve bu yolda pratik militanlıktan sakınmamaktır.
1971 devrimci kopuşunda Kemalizm ve Kaypakkaya çizgisi
Kaypakkaya, ideolojik siyasi çizgisini ve 1972 yılında kurduğu TKP/ML-TİKKO örgütünü, Doğu Perinçek’in lideri olduğu ve kendisinin de içinde yer aldığı Proleter Devrimci Aydınlık ve daha sonra da TİİKP ile yürüttüğü polemikler içinde kurmuştur. Kemalizm ve milli meselenin merkeze oturduğu polemiklerde, TİİKP program taslağını kalbura çevirdiği çalışması özel bir öneme sahiptir. Kaypakkaya’nın program taslağı eleştirisi, devrim ve sosyalizmin bütün meselelerini kapsadığı gibi, dünyanın o günkü koşulları ve Türkiye üzerine farklı fikirlerle ideolojik mücadeleyi içermektedir. O, Türkiye gerçeğine işçi sınıfı, emekçi köylülük, Kürt ulusunun, ama özellikle Kürt yoksullarının penceresinden bakmaktadır. O’nun kendi çağdaşlarından tarihsel ileriliğinin mihenk taşını oluşturan da Kemalizm ve Kürt ulusu ve ulusal sorun karşısındaki duruşudur. Bu çizgi ile TİİKP programını eleştirirken Kaypakkaya, yazısının girişinde bir çizgi devrimcisi olarak şu sözleri haykırır; “Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz. Bu bayrak, proletaryanın kızıl bayrağı olacaksa, onun kızıllığını bozan bütün lekeler, ciddi ve titiz bir çabayla silinip atılmalıdır. Program taslağını bu amaçla eleştirdik.”
Kaypakkaya, Kemalizm’e dönük eleştirilerini PDA/Şafak ekibinin şu iddialarını ele alarak kurmaktadır; “Kurtuluş savaşımız, ‘proleter devrimleri ve milli kurtuluş savaşları çağının ilk kurtuluş mücadelesidir. …Kurtuluş savaşımız, Asya’nın bütün ezilen halklarına cesaret ve umut vermiştir. …İktidarı ele geçiren yeni Türk burjuvazisi, büyümek ve zenginleşmek için devlet eliyle milli burjuvazi yaratmaya girişti. …Kemalist iktidar, siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva diktatörlüğüdür. M. Kemal’in emperyalist işbirlikçisi olduğunu iddia edenler, burjuva idealistlerdir. …M. Kemal halkımızın ilerici mirasının bir parçasıdır. …Lenin, Stalin, Mao Zedung’un M. Kemal tahlilleri bize ışık tutsun.”
Tezleri öne süren eski adıyla Proleter Devrimci Aydınlık, sonraki adıyla Şafak revizyonistleri, 12 Mart ortamında sözde silahlı mücadeleyi hazırlamaya girişmiş, Perinçek, Söke dağlarına çıkmıştır ama bir yandan da ellerini Kemalist aydınlara, Kemalist ordu güçlerine uzatmaktadır. Bütün bu görüşleri, öteden beri TKP’nin takipçiliği olarak görüp değerlendiren Kaypakkaya, Kemalizmin milli burjuva ideolojisi olarak sunulup kuyrukçuluk yapılmasına, tıpkı TKP gibi demokratik devrimin bu güçlerden beklenmesine tepki içinde Kemalizm üzerine incelemelerini yapar.
Kaypakkaya’nın Kemalizm hakkındaki fikirleri, tıpkı Çayan ve İnan’daki gibi, devrimci hareketin ideolojik ve siyasi bağımsızlığı ile müttefik devrimci güçlerin doğru belirlenmesi çabası ile başlar. O da bu itkiyle yola çıkmış, Denizlerden Mahirlerden ayrışarak, Kemalist ideolojinin devrimci çizgiyi iğdiş ettiği sonucuna varır. Kemalist ideolojiyi ve Kemalist diktatörlük dönemini, işçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusu ve diğer azınlık topluluklar karşısındaki karşı devrimci niteliği ve faşizan uygulamalarıyla gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutar. O gün Kemalizm için söylediklerine herkesin hışımla karşı çıkacağını bilir, “Kemalizm konusunda orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere yerleşmiş, kafalara öylesine tekel kurmuş ki, Kemalizmin komünistçe değerlendirilmesi adeta imkânsız hale gelmiştir” der ve gerçekleri açıklamayı sürdürür. İşte onlardan bir kısmı;
“Türkiye gerçekleri bize diyor ki;
…Kemalizm demek; işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir.
…Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir.
Sonu gelmez ‘örfi idareler’ memleketi kasıp kavurmaktadır ve her ‘örfi idare’ yıllarca sürmektedir; Meclis, CHP’nin tepesindeki bir avuç yöneticinin ve onun değişmez başkanı M. Kemal’in elinde oyuncaktır; Anayasa da ve bütün yasalar da öyledir, ülkeyi gerçekte ordu yönetmektedir.
Kemalizm demek; her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.
Kemalist Türkiye, yarı sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar, İngiliz-Fransız emperyalizmine ve daha sonra da Alman emperyalizmine uşaklık eden bir iktidar demektir.”
Kaypakkaya, Kemalizmi sosyalizme aşılama eğilimlerine ve M. Kemal’i ilerici tarihten saymalara dair de polemik halindedir. M. Kemal’in, Çin ulusal devriminin önderi Sun Yat Sen ile eşitlenmesine de karşı çıkar. Tüm bu polemiklerde Kaypakkaya’nın yöntemi, işçiler, kent ve köy emekçileri, aydınlar ve ilerici hareketler karşısında Kemalist rejimin ne yaptığına bakmak olmuştur. Tarihe buradan yaklaşmak, sınıfsal bir seçimdir, Kaypakkaya’nın yaptığı da tam olarak bu olmuştur.
M. Kemal’in Türk ulusal mücadele içindeki rolü ve Kemalizm’in soldan idealize edilmesi günümüzde hala orta burjuvazisinin siyasi çizgisine denk düşen karşıdevrimci reformizm ve liberalizmi beslemeye devam eder. Pratik politikada bunun karşılığı CHP ile ittifak politikaları oluşturmaktadır. CHP’nin demokratik mücadele pozisyonuna gelebileceği beklentisi emekçi sol saflardaki Kemalizm’den kopamayışın ve dar ulusalcı çizginin en belirgin siyasi argümanıdır.
Kürtler bir ulus ve KKTH koşulsuz bir haktır
İbrahim Kaypakkaya, “Türkiye’de Milli Mesele” başlıklı çalışmasında konuya Şafak dergisinin tezlerini sıraladıktan sonra şöyle girer: “Şafak revizyonizmine göre milli baskı, Kürt halkına uygulanmaktadır. Türkiye’de milli baskı, hakim Türk milletinin hakim sınıflarının, sadece Kürt halkına değil, bütün Kürt milletine, sadece Kürt milletine de değil, bütün azınlık uyruk milliyetlere uyguladığı baskıdır.”
Kürtlerin, bir ulus olduğunu bilince çıkarmıştır. Ulus tanımını Stalin’den aktararak açıklığa kavuşturur. Bu gerçekliği politik sonuca götürür; Kürt ulusunun ayrılıp devletini kurma hakkı dâhil, kendi kaderini tayin hakkının tanınması gerekir. Egemen ulus karşısında Kürt ulusunun tam hak eşitliğini savunmak, tutarlı demokratlığın ölçütü, Türk milliyetçiliği ve Türk sömürgeciliğinin peşine takılıp takılmamanın mihenk taşıdır. Özel olarak o tarihsel kesitte “Türk milliyetçiliği, Kemalizm hayranlığı ve ordu-darbe şakşakçılığı” hastalıklarıyla muzdarip tarihi gelenekten köklü kopuşun mihenk taşıdır. Kaypakkaya’nın yaptığı budur ve onda özsel olan, ileri olan, öncü olmasını sağlayan duruş budur.
Kaypakkaya, “milli baskının asıl sahibinin emperyalizm” olduğundan dem vuran çizgiye karşı Türk egemen sınıflarının güttüğü ırkçılık politikasını da ayrıştırır: “Türkiye’de ırkçılık politikası, yerli hâkim sınıfların politikasıdır. Burjuvazinin siyasi bakımdan en geri kesimlerinin ve feodalizmin politikasıdır. Emperyalizm, menfaatlerine elverdiği yerde, bu sınıfların ırkçılık politikasını kışkırtır ve destekler, elvermediği yerde bu politikanın karşısına çıkar.” Bugün Türk milliyetçilerinin/ırkçılarının, sosyal şovenlerinin Kürt sorununda demokratik adil bir çözüm talebini dayatmış olan Kürt özgürlük mücadelesini emperyalizmin yedeğinde göstermeleri de aynı nedenledir. Irkçılığın asıl sorumlusu emperyalizm ilan edilince içerideki düşman gözden gizlenir ve hatta kardeş haline gelebilir. Bugünkü kesitte içerideki şovenlerin durduğu yer tam burasıdır.
Ulusal sorunu bütün boyutlarıyla inceleme girişen Kaypakkaya’nın ele alış ve irdelemelerinde her şey elbette doğru değil. Stalin’in serbest rekabetçi dönem için öne sürdüğü “ulusal sorunun özünde pazar sorunu olduğu” tezini, emperyalizm döneminde, yani ulusal sorunun sömürgeler genel sorunu olduğu dönemde de geçerli sayması gibi, Kürdistan’ı Türkiye’nin sömürgesi olarak görmemesi gibi önemli yanlışları da vardır. Ayrıca Kemalizmin sınıf bileşimini komprador burjuvazi olarak tespit etmesi, bu noktada teoriyi ve gerçeği zorlaması da önemli bir yanlışıdır. Türk komprador burjuvazisi, İstanbul hükümetinden yana tavır almıştır. Kurtuluş Savaşı’na katılan ve M. Kemal’i önder olarak ortaya çıkaran Türk milli ticaret burjuvazisiydi. Keza Kaypakkaya, yeni kurulan cumhuriyetin elde ettiği siyasal bağımsızlığı da yok sayma eğilimindedir. Türk burjuva devletinin, emperyalizmle işbirliği ilişkilerinin gelişimini bir süreç olarak ele almaz, baştan itibaren yarı sömürge sayar.
Ancak onda özsel olan, Kemalizmi güçlü biçimde mahkum etmesi ve ondan kopuşması, ezilen Kürt ulusu gerçeğini görmesi, ulusal haklarının meşruiyeti ve bunun komünistlerce hiçbir koşula bağlanmaksızın savunulması gerektiğini ortaya koyabilmesi, buna sadık bir pratik çizgi izlemesi, her türlü oportünist duruşla da hesaplaşmasıdır.
Kaypakkaya’nın, sorunu tartışırken ezen ulus ile ezilen ulusun görevlerini, Lenin’in izinden giderek ayrıştırdığını da eklemeliyiz. Sonraki süreçte ardılları tarafından hemen gündeme getirilmeyen iki önemli tutum daha var Kaypakkaya’da. Biri, ezen ulus komünistinin görevleri, ezilen ulus komünistinin görevlerinin farkına dair fikirleridir. İkinci konu da; komünistlerin ezilen ulus burjuvazisinin olumlu-olumsuz eylemi karşısındaki tavır farkına dikkat çekmesidir. Birinci tutum günümüzde ulus sorununda sosyal şoven yaklaşımları suçüstü yakalamanın halen geçerli bir anahtarıdır. İkincisi, komünistlere ezilen ulus burjuvazisinin kendi sınıf çıkarlarını güvencelemesine karşı ideolojik mücadele görevine işaret etmekte ki, bu da öneminden bir şey yitirmiş değildir.
Birlik ve birleşik mücadele ‘71 devrimciliğine bağlılık eylemimizdir
Bizim geleneğimiz bakımından 1971 devrimciliğinin her zaman özel bir anlamı ve değeri olmuştur. Geleneğimiz olan, fakat aynı zamanda siyasi stratejimizi belirleyen birlik, 71 devrimciliğindeki atılım ruhunun kuşanılması, devrimci kendiliğindencilikten kopuş ve devrimci iradenin rolünün kavranışı demektir bizim bakımımızdan. Grup yapılarını terk etmek, birleşmek ve daha büyük kavgalar için daha ileri sıçrama ruhu, 71’in engel tanımazlığının bir ifadesidir bizde.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın siyasi mücadele tarihindeki en derin iki olay, 1971 ve 1984 atılımlarıdır. Birincisi Türkiye devriminin, ikincisi Kürdistan devriminin bir atılımıdır. İkisinde de öncü iradenin ön açıcı, mayalayıcı gücü vardır. 1971’de devrimci hazırlık kavramı oldukça zayıftır. Hazırlıksız savaşa girilmiş, bedelleri ağır olmuştur. 1984’te ise daha güçlü bir hazırlıktan, önderliğin sürekliliğini sağlama görüş açısından söz edilebilir. Geleneğimiz olan birlik/birleşmek, dolaysız bir hazırlığa dayanır. Eskiyenle kopuşma ve yeni tarza sıçramaya, gruplar dünyasından kopup, partili devrimciliğe geçişe, devrimci iradenin kavranışı ve uygulanışına dayanır. Tüm bunlarla 71 devrimciliğinin özellikleri olan, İbo’da billurlaşan devrimci irade ve kopuş, partinin hareketine ve tarzına rengini veren öğeler haline gelir.
Program, strateji-taktik tartışmaları ve ilan edilmiş stratejisini uygulama gücü İbo’nun haykırışı gibidir; Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz! Devrimci program ve strateji olmadan, devrimci iradede kurulamaz!
71’in devrim için birlikte savaşma ruhunu miras olarak alıyoruz. “Siper yoldaşlığı”, “Devrimci yoldaşlık” kavramlarımız, bu çizginin bir ürünüdür. Devrimci siper yoldaşlığı çizgimizi, 1971 ve İbo’daki “devrimcilerin savaşım birliği” ilkesi ile buluşturuyor ve parti tarzının özsel bir unsuru olarak görüyoruz. Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketinin bir program etrafındaki birleşik mücadelesinin var ettiği HDK/HDP pratiğimiz; ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini büyütmeye aday Birleşik Mücadele Güçleri pratiğimiz bu ilkelerin yön verdiği en stratejik taktik planlarımızdır.
‘71 devrimciliğinin tek bir kanalını sahiplenen; “Mahir-Hüseyin-Ulaş, Kurtuluşa kadar savaş”, “Deniz-Yusuf- İnan, Savaşa devam”, “İbo-Haydar-Zülfikar, namludadır iktidar” sloganlarıyla 71 devrimciliğinin tek bir kanalının sürdürücülüğü iddiasını yansıtan, mezhepçi bilincin karşısında üç kanalı da kucaklayan, her birinden öğrenen, bütünsel bir sahipleniş içinde duruyoruz. 1920 Mustafa Suphi TKP’siyle birlikte, ‘71 devrimci atılımını kökümüz, dayandığımız dolaysız tarih olarak görüyoruz.
O halde son sözümüz şu olsun;
Devrim ve sosyalizm yolunda, “zafere kadar” İbo, Mahir ve Deniz’in izindeyiz!
*ESP Eş Genel Başkanı
**Alıntılar; İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, eserinden.