SEÇTİKLERİMİZ – Ergin Yıldızoğlu Cumhuriyet’e yazdı: “Kapitalist uygarlık, yalnızca burnunun ucunu görebilen küçük bir azınlığın kaptanlığında kayalara tosladı ve batıyor. Bu gemiyi yeniden yüzdürmek olanaklı değil. Bir an evvel bu enkazdan ne kurtarılabilirse, bu döküntülerden, bizi kuru toprağa çıkarabilecek yeni bir şey yaratmamız gerekiyor.”
Adeta, kayalara toslayıp batmakta olan bir geminin içindeyiz! Hayır, Suriye fiyaskosundan, Libya macerasından, Kanal İstanbul saplantısından, eğitim sisteminden, acayip bir ekonomik akıldan, medyadan, muhalefetin fantezilerinden söz etmiyorum. Bunlar dünyanın orta büyüklükteki bir ülkesinde yaşamaya çalışan 80 milyon insanın sorunları. Sekiz milyar nüfuslu insanlığın geleceğiyle karşılaştırınca devede kulak bile değil. Çok daha vahim bir şeyden söz ediyorum.
Kapitalist uygarlık, yalnızca burnunun ucunu görebilen küçük bir azınlığın kaptanlığında kayalara tosladı ve batıyor. Bu gemiyi yeniden yüzdürmek olanaklı değil. Bir an evvel bu enkazdan ne kurtarılabilirse kurtarıp, bu döküntülerden, bizi kuru toprağa çıkarabilecek yeni bir şey yaratmamız gerekiyor.
Bir komünistin hezeyanları…
Bunlar bir komünistin önyargıları değil. İnanmıyorsanız, kapitalizmin elit dergisi Forbes’te önceki hafta yayımlanan “Eğer değişmezse, kapitalizm insanlığı 2050’ye kadar, açlıktan öldürecek” başlıklı denemeye bakabilirsiniz. Yazar, “Şirketler dünyanın kaynaklarını sömürmek için türlü yollar geliştirmeye devam ediyorlar”… “iklim krizini yadsımak, bilimsel bulgulara gölge düşürmek için büyük servetler harcıyorlar” diyor; “hisse senedi sahipliğine dayalı mülkiyetten, birleşik (ortaklaşa- kooperatif) mülkiyete geçiş”i öneriyor.
Birleşmiş Milletler’in geçen hafta yayımladığı bir rapor, iklim krizinin, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin, gıda yetersizliğinin en önemli kaygı konuları” olduğunu savunuyor.
Dünyanın elitlerinin toplandığı yıllık Dünya Ekonomik Forumu (Davos) zirvesinden önce yayımlanan Küresel Risk (algısı-E.Y) Raporu tam bir enkaz manzarası çiziyor. Bu kriz algısı manzarasının ön planında, tek tek aktörler açısından yüzde 75 üzerinde ekonomik çatışma, ülke içinde kutuplaşma, aşırı sıcak dalgaları, doğal ekosistemlerin yok edilmesi, ticarette ve yatırımda korumacılık riskleri var. “Küresel şekillendiriciler” açısından, yüzde 78 üzerinde aşırı sıcaklık dalgaları, önlenemeyen yangınlar var. Bunların ardından yüzde 75 üzerinde, medya kaynaklarına güvenin kaybolması, şirketler ve devletler karşısında özel yaşamın mahremiyetinin kaybolması, ülke içinde siyasi kutuplaşma geliyor. Kısacası, DEF raporu, hem ekonomik hem de kültürel yapıların etkinliklerini kaybettiklerini hem de uygarlığı taşıyan doğal zeminin hızla çökmekte olduğunu söylüyor.
DEF kurucusu ve genel müdürü Klaus Schwab, Council on Foreign Relations’ın Foreign Affaires dergisinde “Kapitalizm yaşayabilmek için değişmelidir” başlıklı denemesinde “Doğal çevre, kâr maksimizasyonuna dayalı ekonomik etkinliklerden zarar gördü”… “ “Bu son şans”… “kapitalizmi kurtarmanın tek yolu onu (hisse senetleri sahiplerine öncelik vermekten kurtarıp – EY) on yıllar öncesinin (neo-liberalizm öncesine – EY) pay sahipleri(ekonomik faaliyete katılanlar) modeline geri götürmektir” diyor.
Lafı uzatmayalım: DEF raporunun saptadığı gibi küresel yönetişim araçları ve yönetim ilkeleri artık işlemiyor, ülkeler dar-milliyetçi kaygılarla birbirlerine karşı tavır almaya başlıyorlar; aralarında işbirliği olasılıkları hızla azalıyor. Ülkelerin içinde siyasi kutuplaşmalar derinleşiyor. Bu sırada, bir “kâr makinesi” olarak sermaye doğal kaynakları tüketmeye, iklim krizini derinleştirmeye devam ediyor.
Kapitalizmin akıl hocaları reformdan söz ediyorlar ama geçen hafta Financial Times’da Megan Greene, American Economic Association’un yıllık toplantısından aktarırken “Ne yazık ki ekonomistler dünya ekonomisinin sorunlarının kaynağı üzerinde bir türlü anlaşamıyorlar” diyor. Arz tarafından bakanlar, “üretkenlik artmıyor”, “şirketler üretim yapmakta isteksiz”; talep tarafından bakanlar, “ekonomik koşullardan dolayı yeterli talep yok, kronik durgunluk var” diyorlarmış. “Kâr oranlarına” bakmaktan ısrarla kaçınan, emek değer teorisine düşman bu aklın sefaleti entelektüel iflası sergiliyor: Bu iflas, bir çare bulunacaksa, bunu, ancak kapitalizmin ufkunun ötesine bakmayı göze alanların bulabileceğini bir kez daha kanıtlıyor.
Karşımızda, tam anlamıyla, yeniden yüzdürülmesi olanaksız bir ekonomik, siyasi, ekolojik, entelektüel enkaz var. Parçalarından yeni bir şeyler yapabilmek için zaman hızla azalıyor.