ZEKİ YAŞ yazdı: “Orada verilen bir halk mücadelesi var. Sadece Referandum ve İspanya Krallığı´ndan ayrılmayla sınırlı kalmayan alternatif bir halk mücadelesi. Referandumdan üç gün sonra Katalonya´da Genel Grev ilan edildi. Ve bu Genel Grev, üç büyük sendika CGT, IAC ve Cos tarafından örgütlendi ve tüm toplumsal kesimler tarafından desteklendi.”
ZEKİ YAŞ
Kuantum mekaniğinin temeli, farklı bir gerçeklik anlayışına sahip olmasıdır. Ve yine bu teori bize, ilişkiler hakkındaki düşüncelerimizi geliştirmemize ve aynı düzene farklı yollardan bakmamıza olanak sağlar.
Amacım burada kuantum teorisini tartışmak değil. Kaldı ki yüz yıldır tartışılıyor ve birbirinden çok farklı yorumlar var. Ama 20. yüzyıla girilirken bilimsel anlayışa hakim olan Newton fiziğine ve oradan türeyen determinizme çok güçlü darbeler vurduğu kesin. Bilimde, felsefede, sosyolojide, her alanda bu teorinin etkilerini görmek mümkün. Diyalektik de bu bağlamda yeniden ele alınıyor.
Ben, bu yazının sınırlılıkları ölçüsünde, Katalonya´nın bağımsızlığına ilişkin yürütülen tartışmalara, kuantum teorisinin düşünsel anlamda sunduğu olanaklardan yararlanarak, kendimce yanıtlar vermeye çalışacağım. Ama önce bazı kısa hatırlatmalarda bulunmakta fayda var.
Atom altı parçacıklar dünyasında olup bitenler, makro evrenin hala geçerliliği olan fizik kurallarıyla karşılatırıldığında insanı hayrete düşürüyor gerçekten. Örneğin, makro evrende, bir taşı havaya atarsanız yere düşeceğini bilirsiniz. Bunun için illa da Newton mekaniğini biliyor olmanıza gerek yok. Doğanın kanunu bu. Ama atom altı parçacıklar dünyasında durum çok farklı.
Heisenberg´in Belirsizlik İlkesi’ne göre, bir parçacığın konumunu ve hızını aynı anda tam doğrulukla ölçemezsiniz. Konumunu ne kadar doğru belirlerseniz, hızı o kadar belirsizleşir. Gözlemlediğiniz her şeyi değiştirirsiniz.
Ve yine, holistik yaklaşım uyarınca (parça/dalga ikiliği modeli), kuantum düşünce sistematiğinde, madde hem dalga hem de parçacık yanını bir arada bulundurur ve gözlemciye göre bu yanlardan sadece birini sergiler.
Yazının başlığına konu olan “Schrödinger´in Kedisi” deneyine gelirsek…
Bu, atom altı parçacıklar dünyasının o tuhaf olasılıklar ilişkisini makro dünyaya taşımayı amaçlayan düşünsel bir deneydir. (Bunun sadece düşünsel bir deney olduğunu hatırlatalım, sakin denemeye kalkmayın lütfen). Sağlıklı bir kedi, radyoaktif bir maddeyle birlikte, hava alabileceği ama 1 saat sonra ölü veya diri olma olasılığının eşit olduğu bir kutuya kapatılır. Gözlemci 1 saat sonunda kutuyu açıp, durumu bu iki olasılıktan birine indirgeyinceye kadar, kedinin hem ölü hem de diri olma olasılığı yan yanadır. Gözlemci kutuyu açınca, bu iki olasılıktan biriyle karşılaşır.
Gerçi Erwin Schrödinger kendi deneyinin zihinsel sonuçlarından oldukça pişman da olmuştur. Hatta, Einstein bu deney üzerine “Tanrı zar atmaz“ diyerek; bu türden ontolojik belirsizliklerin bulunamayacağını, belirsizliklerin sebebinin cehaletimiz olduğunu, gerçek dünyada olasılıkçı yasaların hakim olmadığını, bilakis olayların determinist yasalar çerçevesinde gerçekleştiğini ifade etmiştir.
Katalonya ve bizim Kuantum hallerimiz…
Katalonya meselesine dönersek… Elbette Sosyal Bilimler ve Doğa Bilimleri´nin birebir birbiriyle örtüştüğünü söylemiyorum. Ama Tarihsel Materyalizmin, doğadan topluma geliştirilerek, tarihsel gelişmenin maddeci bir açıklamasını sunmak olduğunu da akılda tutmak gerekiyor. Kısaca yaklaşımım şu:
Hem Referandum öncesinde hem de Katalonya´nın bağımsızlığını ilan ettiği süreçte, gerçekliğin farklı yüzlerinden birine yaslanıp yapılan değerlendirmelerin, aynı atom altı evrende olduğu gibi, parçacığın hızını belirlerken konumunu belirsizleştiren duruma düştüğünü düşünüyorum.
Bir yandan, tarihsel bir kategori olarak ulusun başkalaşımlar geçirmesi, büyük savaşlarla insanlığa korkunç acılar ve yıkımlar yaşatması, milliyetçiliğin halkları bir birine düşman etmesi ve bütün bunların toplamı olarak kapitalist modernizmin temel taşlarından ulus-devlet paradigmasının ardında kötülüklerden moloz yığınları bırakarak çökmeye başlamasıyla, diğer yandan, burjuva demokratik anlamda bile çoktan çözülmesi gerekirken, tarihin arka planına atılmış ve hala çözülmeyi bekleyen “Ulusal Sorun“ların varlığı ve yan yanalığı, tarihsel sürekliliği içinde, bu bir ve aynı sürecin farklı tezahürleri aslında.
Şimdi meseleye, bu tarihsel sürekliliğin sadece “ulus-devlet paradigmasının çöküşü“ ya da “demokratik modernizm “ penceresinden bakarsak siyaseten doğru şeyler söylemiş oluruz. (Ezilen ulusun kendi kaderiyle ilgili geliştirdiği yaklaşımları buna dahil etmiyorum).
Ama meselenin diğer tarafını da ıskalar ve görünmez hale getiririz. (Aynı, maddenin hem dalga hem de parçacık yanının bir arada olması ve gözlemciye göre bu yanlardan sadece birini sergilemesi gibi).
Örneğin Fikret Başkaya, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesine toptan itiraz ediyor. Klasik sömürgeciliğin yerini yeni sömürgecilik ilişkilerinin alıp, “Yeryüzünün Lanetliler”inin yaşadığı geniş bölgelerin Amerikan sermayesine açılmasının bir ifadesi olan Willson Prensiplerinin üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmiş, bu dönemde tarih sahnesine yüzlerce devlet çıkmış olmasına rağmen, hiçbir yerde halkların kendi kaderine sahip çıktığına tanıklık edilmediğini söylüyor, Fikret Başkaya. Sonuç itibarıyla, sömürge halklar devlet sahibi olmuşlar ama emperyalizmden asla bağımsızlaşamamışlardır.
Yanlış mıdır? Eğer yeryüzünde ezen/ezilen ulus çelişkisinin tamamen ortadan kalktığından hareket ediyorsanız, doğrudur. O zaman Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesini de çöpe atarsınız, Fikret Başkaya örneğinde olduğu gibi. Ki, ilkeler hayatın içerisinden çıkar ve yine hayatın geçersizleştirdiği şeyler de, artık ilke olmaktan çıkmış demektir.
Peki bu yaklaşım neyi ıskalıyor, neleri görünmez kılıyor ve hatta nelere meşruiyet kazandırıyor?
Birincisi
İkincisisömürgeci-ilhakçı (bu iki kavramı birlikte kullanmam bilinçli bir tercih) karakterine meşruiyet kazandırıyor. Referandum sürecinde Katalonya´nın tam anlamıyla işgal edilmesi, bağımsızlık kararıyla birlikte de Madrid´deki merkezi hükümetin, bağımsızlık kararını iptal edip kayyum ataması, bağımsızlıktan yana milletvekillerihakkında dava açması ve Puigdemont´un Belçika´ya iltica etmesinin gündeme gelmesi bile, İspanya´nın sömürgeci-ilhakçı yüzünü tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
Üçüncüsü
Dördüncüsü
Newton´un kütle çekim yasası ne kadar geçerliyse, bu ilke de o kadar geçerlidir ve öyle çakılı duruyor hayatın ortasında.
Ayrıca, Özerklik için, ”yarım çözüm” der Lenin. Yani, sorunu çözmüş gibi yaparsınız, ötelersiniz ama zamanla o sorun üstesinden gelinemeyecek zorlukta yeniden karşınıza çıkar. Aynı Katalonya meselesinde olduğu gibi. (Burada, ezen ulus cephesinden “UKKTH´yi tanıyoruz ama… lakin”ciler için bir parantez açalım. Özellikle Güney Kürdistan referandumu sonrası yaşananlar bu arkadaşları nasıl da sevindiriyor. “Eee, gördünüz mü, biz haklı çıktık işte” havasındalar.
Mesele sizin ”haklı” çıkmanız mı, yoksa bu sorunda nerede durduğunuz mu? “Haklı” çıkmanız sizlerin sosyal-şoven tutum takındığınız gerçeğini değiştiriyor mu? Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesi nasıl ki hayatın tam ortasında hala çakılı duruyorsa, bu arkadaşların sosyal-şovenliği de aynen öyle çakılı duruyor).
Beşincisi
Ayrıca tarihsel olarak uluslaşma süreçlerine bakarsak, Bavyera, Almanya´nın, Veneto ve Lombardiya, İtalya’nın sömürgesi ya da ilhak ettiği yerler midir? Bu tarihselliği ıskalarsak, hepsini aynı torbaya koymakta da bir sakınca görmeyiz. İktisadi anlamda bile Katalonya´nın ürettiği zenginliğin ne kadarı Katalonya´ya geri dönüyor, ne kadarı merkezi İspanyol hükümeti tarafından iç ediliyor?
İspanya’yı felakete sürükleyen, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış Rajoy hükümetine para akıtmak ve yine Kral VI. Felipe´nin masraflarını karşılamak (ki yolsuzluk davası Kral´ın kızına kadar uzandı) Katalonya´nın işi midir?
Bütün bunlar, Katalonya´nin ürettiği zenginliğin İspanya´nın yoksullarına gitmediğinin, tersine işgalci merkezi hükümetçe gasp edildiğinin açık göstergesi. Çok iddialı gelebilir ama, Bask, Galiçya, Korsika değil de Bavyera, Veneto ve Lombardiya´nin bu şekilde eş zamanlı olarak gündeme gelmesi, Katalonya meselesini manipüle etmek içindir.
Ayrılıktan daha fazlası mı?
Katalonya konusunda bizlerin analizlerinde de gözden kaçırdığımız bazı durumlar var: Referandum ve sonrasındaki ayrılığı, sadece burjuva demokratik bir hakkın kullanılması olarak görmek gibi… Ayrılma hakkına, ayni zamanda başka bir Avrupa´nın mümkün olduğunu savunan bütün Avrupa´nın anti-kapitalist ve sosyalist güçleri için büyük olanaklar ve umutlar taşıdığı yaklaşımından bakamıyoruz ne yazık ki.
Orada verilen bir halk mücadelesi var. Sadece Referandum ve İspanya Krallığı´ndan ayrılmayla sınırlı kalmayan alternatif bir halk mücadelesi. Referandumdan üç gün sonra Katalonya´da Genel Grev ilan edildi. Ve bu Genel Grev, üç büyük sendika CGT, IAC ve Cos tarafından örgütlendi ve geniş bir radikal sosyal hareketler koalisyonu, sosyal kuruluşlar ve tüm toplumsal kesimler tarafından desteklendi.
Referandum öncesinde İspanya devleti, adeta Katalonya´yı işgal etmek için savaş düzeni almıştı. Gemiler, tanklar, binlerce silahlı Polis Kuvveti, Guardia Civil adındaki Jandarma güçleri…
Bu Genel Grev, ekonomik taleplerin yanı sıra polis baskısının son bulması ve Katalonya´nın bu şekilde askeri güçler tarafından işgal edilmesine engel olma gibi siyasi talepler de içeriyordu ve son yıllarda Avrupa´da gerçeklesen siyasal talepli en büyük grev özelliği taşıyordu.
Bu grevin öncesinde ve sonrasında Ambar ve Liman isçileri, Savaş gemileriyle yanaşan işgalci güçlere hizmet etmeyi reddettiler. İtfaiyeciler, göstericilerle işgalci güçler arasında koruma çemberi oluşturdular. Çiftçiler, traktörleriyle yolları kapatıp, polislerin ve Guardia Civil´in hareket olanaklarını daralttılar.
Tüm halkta inanılmaz bir dayanışma ve direnme duygusu vardı ve bunu hayata geçirdiler. Bağımsızlık itkisiyle oluşan bu durum hegemonyayı da sola kaydırdı, toplumsal-sınıfsal bölünmeleri netleştirdi ve bağımsızlığa karşı çıkan Katalan sağıyla, direnen ve dayanışan tüm kesimleri ayrıştırdı. Yani, Referandum ve ayrılık talebinden fazlası bir durumdu bu.
Ve yine, Referandumda ve sonrasında gerçekleşen gösteriler, sivil itaatsizlik üzerine kurulan direnme biçimleri, Genel Grev kararı, bağımsızlık itkisiyle kendiliğinden olmadı. Katalan solunun öncülüğünde uzun bir hazırlık ve örgütlenme sürecinin sonucunda gerçekleşti bunlar. Referandum öncesinde, işgalci İspanyol devletinin tehditlerine karşı “Referandumu Koruma Komiteleri” kuruldu.
Hatta, o hararetli günlerde, bu komitelerin nasıl “Devrimi Koruma Komiteleri”ne evrilebileceği düşünüldü. Durumu fazla romantize ettiğimi düşünebilirsiniz belki ama dışarıdan analizci bakışın da bu romantizmi göremediğini düşünüyorum.
Peki bütün bunlar oluyorken İspanya Solu ne yapıyordu?
Bir kısım sol, Izquierda Unida (Birleşik Sol) ve PODEMOS dahil, UKKTH´ni savunmakla birlikte, Katalonya’nın bağımsızlık kararının beraberinde getireceği felaket senaryoları üzerinde duruyor, net tutum ve risk almaktan kaçınıyorlar ve tespitçi bir konumda gelişmeleri takip ediyordu. Bağımsızlık sonrasında denetim, bağımsızlığın ısrarlı savunucusu CUP´da mı (Halk Birliği Adaylığı) olacak, yoksa Katalan sağında mı?
Bağımsızlık, kopuşçu güçlere ivme mi kazandıracak, yoksa yükselen İspanyol milliyetçiliği karşısında geri çekilmeye mi yol açacak? Yolsuzluğa batmış ve ekonomik çöküşün sorumlusu olan Rajoy hükümeti bu sorunu kullanıp milliyetçiliği körükleyerek, kendi pisliklerini de örtmek suretiyle daha da mı güçlü çıkacak, yoksa bu sorun onu bataklığın içine mi çekecek?
Bütün bu sorular ve olasılık bana “Schrödinger’in Kedisi” düşünsel deneyini yeniden hatırlatıyor. Syriza örneği gözlerini öylesine korkutmuş ki, henüz daha deney bitmeden kutudaki kedinin ölmüş olduğu kanaatine varmışlar. Ölü ya da diri olma olasılığının yan yana ve eşit olma durumu yok. Kafalarda, çoktan ölmüş kedi.
Oysa o kedi, deneyin kendisine karşı durup, çıktı o kutudan.
Şimdi Katalonya, bütün bu desteklerden mahrum karşılıyor süreci. Ne İspanyol Solunun yeterli desteği, ne de Genel Grev taleplerine karşılık verip dayanışan Avrupalı emekçiler ve anti-kapitalist güçler..
Henüz her şey bitmiş değil. Katalonya’nın Bağımsızlık hamlesinin başarısızlıkla sonuçlandığını söylemek için henüz erken.
“Faşizm, Avrupa´da gecikmis devrimlerin kefareti”yse eğer, Katalonya hususundaki bu gecikmişliğin ve “zaten yaşatmazlar” anlayışının kefareti ne olur, bilemiyorum.
Üstelik Avrupa´nın üzerinde ırkçılık hayaleti dolaşıyorken.
Ama ne olursa olsun, bütün bu yaşanmışlıklar, edinilmiş muazzam deneyimler yol gösterici oluyor. Ve yine Sosyalist Yeniden Kuruluş fikrinin Avrupa’da da gündemleştirilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor.
31.10.2017