Tolga TÖREN yazdı – Türkiye, henüz savaş sonlanmadan, ancak Müttefik Devletlerin zaferinin belirginleşmeye başladığı dönemlerden itibaren Batı Bloku ile ilişkilerini geliştirme çabalarına girişir. Bu durumda rol oynayan en önemli faktör de, savaş sonrasında ABD öncülüğünde oluşacak sistemde yer bulabilmeyi garantileme çabalarıdır ki bu çabalar savaş sonrasında artarak devam eder.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, kapitalist sistem içerisinde uluslar arası ölçekte yaşanan gelişmelere ve ülke içi sınıfsal kompozisyonun farklılaşmasına bağlı olarak Türkiye’de de önemli bir dönüşüm yaşanır. Bu durum, Türkiye sermayesinin, yeniden yapılanan kapitalist sistem içerisinde oluşan iş bölümüne eklemlenme biçimi üzerinde önemli etkilerde bulunur.[1]
Türkiye’de yaşanan dönüşümün belirleyicilerinden birisi olan sınıfsal yapıya baktığımızda göze çarpan ilk olgu, ticaret sermayesi ve büyük toprak sahiplerinin ulaştığı sermaye birikimi düzeyidir.[2] Ticaret sermayesinin birikim olanaklarının artmasında ise İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşanan bir dizi gelişme önemli rol oynar.
İkinci Dünya Savaşı Dönemi
Savaş döneminde sanayileşme kesintiye uğramış ve ekonomi durgunluk içerisine girmişse de birikim süreci yavaşlamaz.[3] Türkiye’nin tarım ürünlerine ve hammaddelerine olan dış talebin artması, silâh altında bulunan asker sayısı nedeniyle tarımsal üretimin azaltması ve 1942 yılında, fiyatlarının belirlenmesinin serbest piyasaya bırakılmış olması sonucunda[4] tarım ürünlerinin fiyatlarında önemli artışlar meydana gelir.[5] Sonuç bu ürünlerin piyasaya dönük üretimini yapan büyük toprak sahiplerinin ve ticaretini yapan tüccarların önemli bir birikim olanağı elde etmesidir.
Savaş döneminde, hükümetin askeri masrafları karşılamak amacıyla başvurduğu parasal finansman dolayısıyla oluşan yüksek enflasyondan en çok yararlanalar da tacirler ve dış ticaretle uğraşanlardır.[6] Bu kesimin birikim olanaklarının artmasında rol oynayan bir başka faktör de, 1942 yılında savaştan aşırı kazanç elde edenlerin vergilendirilmesi amacıyla çıkarılan, ancak uygulamada gayrı-müslim tüccar ve sanayiciler için önemli farklılıklar içeren Varlık Vergisi’dir. Vergi, Rum, Ermeni ve Yahudi tüccarların elden çıkarmak zorunda kaldıkları taşınmaz malların, fabrikaların ve ticari stokların zengin Türkler/Müslümanlar tarafından yok pahasına satın alınmasında önemli rol oynar.[7]
“Yerli ve milli” kapitalizmin “denge oyunu”!
Ticaret sermayesinin birikim olanaklarının yukarıda ele alınan olgular sonucunda genişlemiş olması, bu kesimin birikim sürecinin yönlendirilmesinde, yani siyasal süreçlerde daha belirleyici olma çabasını da beraberinde getirir. Bu durum, bu kesimin söylemlerinde öne çıkan devletçilik karşıtı vurgularda ve devletçi politikaları uygulayan yönetici kadrolara karşı dozu yüksek eleştirilerde somutlanır. Ticaret sermayesi ve büyük toprak sahiplerinin, birikim olanaklarının gelişmiş olmasının yarattığı siyasal temsiliyet talebinin yanında, savaştan galip çıkan blok içerisinde yer alma isteği, yönetici kadrolar tarafından uygulanan politikaların tedrici olarak farklılaşmasını da beraberinde getirir. Bu tedrici farklılaşmanın ilk nüveleri ise, henüz savaş devam ederken açığa çıkar.
Türkiye, savaşan taraflar arasındaki ve tarafların kendi içindeki çelişkilerden faydalanarak izleme şansı bulduğu “denge politikası” sayesinde İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başarır.[8] Ancak her iki taraf da savaş boyunca Türkiye’nin kendi lehine dış politika izlemesi için önemli çabalar sarf eder. Savaşın başlarında Almanya, SSCB’nin Boğazlar üzerinde hak iddia ettiği yönünde propaganda yaparak ve Türkiye içerisindeki ırkçı-Turancı akımlara destek vererek Türkiye’nin kendi tarafında savaşa girmesi sağlamaya çalışır.
Nitekim Almanya’nın çabaları karşılıksız kalmaz. Türkiye, özellikle savaşın ilk dönemlerinde, Nazi Almanyası ile önemli ekonomik ilişkiler geliştirir. Bu dönemde Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin en açık görüldüğü konu, askeri açıdan stratejik değer taşıyan krom ticaretidir. Almanya ile yürütülen bu ticaret, Türkiye’nin Müttefik devletlerle olan ilişkilerinde önemli sorunlar yaratır. Örneğin ABD daha önce imzalanmış olan ticaret anlaşmasına ek olarak, 1 Haziran 1942 tarihinde Almanya ile imzalanan Anlaşma’ya oldukça sert tepki gösterir.[9] Dönemin ünlü gazetecilerinden Hüseyin Cahit Yalçın’ın bu tepkiyi şu sözlerle ifade eder:
“Birleşik Amerika’ya ayak basar basmaz, krom meselesi ile karşılaştım. Otelde hemen dinlenmeden bir gazete muhabiri elinde gazeteden kesilmiş bir havadisi uzatarak mütalaamı sordu. Bu, İstanbul’dan gelmiş bir telgraftı. Almanlara silah mukabilince krom vermek üzere aramızda bir mukavele imzalandığını bildiriyordu. Bu mukavelenin Amerika’da fena bir tesir yaptığı gittikçe meydana çıktı”.[10]
Türkiye’nin Almanya ile gerçekleştirdiği krom ticaretine tepki gösteren tek ülke ABD değildir. Örneğin İngiltere, Türkiye’nin Almanya’ya krom satmasını protesto etmenin yanında, bu ülkeye yapılan krom sevkıyatını sabote etme çabalarına girişir. Sovyetler Birliği ise Türkiye’nin, Karadeniz’de krom taşıyan gemilerini batırma girişiminde bulunur.[11]
Müttefikler ise savaşın ilk dönemlerinde Türkiye’nin tarafsız kalması yönünde çaba sarf ederken 1943 yılından sonra Türkiye’ye savaşa girmesi yönündeki baskılarını arttırırlar. Müttefikler, Türkiye’nin kendileri lehine politikalar uygulaması için 1941 yılında ABD’de çıkarılmış olan “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu”na dayanarak, Türkiye’ye İngiltere üzerinden silah yardımında bulunurlar.[12] Söz konusu yardım, Türkiye’nin Almanya ile ilişkilerinin yakınlaşmasından dolayı 1941 Haziran’ında kesilirse de kısa bir süre sonra yeniden başlar.[13]
“Denge oyunu”nun sonu!
Türkiye 1943 yılından itibaren savaşan taraflar arasında uyguladığı “denge politikası”nı yürütmekte önemli zorluklarla karşılaşır. Her şeyden önce savaşın ilk yıllarında Türkiye’nin bağımsız kalması yönünde diplomasi yürüten Müttefikler, Mihver devletlerinin 1943 yılında iki cephede birden yenilgi alması sonrasında savaşta önemli bir avantaj elde ederler ve bu tarihten sonra Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa katılması için yoğun bir diplomasi yürütürler.[14]
Öte yandan bu süreçte, savaştan sonra yeni düzenin Birleşmiş Milletler tarafından şekillendirileceğini, bu teşkilata üye olma koşulunun ise Mihver Devletleri’ne savaş açmak olduğunu bildirerek Türkiye’yi Mihver Devletleri’ne savaş açmaya zorlarlar.[15] Türkiye bu dönemde Müttefiklerin iç çelişkilerinin de yardımıyla savaşın dışında kalmayı başarırsa da savaşın Müttefik devletler tarafından kazanılacağının kesinleşmesi ile birlikte bu politika farklılaşır. Bu süreçten sonra iç ve dış politikada tedrici olarak önemli değişiklikler gündeme gelir.
Türkiye ilk olarak, İngiltere ve ABD’nin, Almanya’ya krom sevki durdurulmadığı takdirde Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulanacağını bildirmesinin de etkisiyle, 21 Nisan 1944 tarihinde Almanya’ya krom sevkini durdurur.[16] Hemen sonrasında ise, olağanüstü toplanan TBMM Almanya ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin kesilmesi kararını alır. Ancak her iki kararın alınma nedeni de Türkiye’nin faşizme gösterdiği tepki değil, kapitalist sistem içerisinde oluşan iş bölümünde yer bulabilme kaygısıdır.
İstikamet değişiyor!
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 11.1.1944 yılında yaptığı Meclis’i açış konuşmasında bu durumu şu sözlerle ortaya koyar:
“Dış siyasetimiz bu yıl… yeni bir merhaleye (aşamaya) varmıştır. İngiltere ile ittifakımızın çerçevesinde olarak, Almanya ile ekonomik ve diplomatik münasebetlerimizin kesilmesine karar verdiniz. Bu tarihi karar, şümul (kapsamı) ve tesiri itibariyle, beklenen neticeleri vermiştir. Şüphesiz ki bu karar, milli iradenin çok önemli ve isabetli bir eseri olmuştur.”[17]
İnönü aynı konuşmada ABD ve İngiltere ile ilişkilere, bir diğer ifade ile savaş sonrasında kapitalist sistem içerisinde oluşacak yeniden yapılanmaya Türkiye’nin geleceği adına yüklediği anlamı da şu sözlerle ifade eder:
“Birleşik Amerika ile münasebetlerimiz ve temaslarımız ikinci cihan harbi esnasında daha artmış ve daha dostane olmuştur. İki memleket arasındaki münasebetlerin gelecekte daha geniş ve yakın olacağını ümid ediyoruz. İngiltere ile ittifak meselemiz en güç imtihanlardan geçtikten sonra, taze ve canlı mahiyetini (niteliğini) muhafaza etmektedir. Memleketimiz ittifaka büyük değer vermekte devam edecektir.”[18]
Savaş döneminde dış politikada yaşanan tedrici farklılaşmanın göstergelerinden bir diğeri de, Türkiye’nin, savaşın son günlerinde, 23 Şubat 1945 tarihinde, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesidir. Ancak Almanya’ya krom satışının durdurulmasında olduğu gibi bu karar da sembolik olmaktan öte bir anlam taşımaz. Bir diğer ifade ile bu kararın alınmasında da kapitalist sistem içerisinde oluşan yeni iş bölümüne ve onun kurumlarına dâhil olma çabası önemli rol oynar.
Her şeyden önce Türkiye bu dönemde Birleşmiş Milletler’e kurucu üye olma çabasındadır ve bu durum söz konusu ülkelere kağıt üzerinde de olsa savaş açılmasında önemli rol oynar[19]. Bu durumu 1.11.1945 tarihli Meclis’i açış konuşmasında sarfettiği şu sözlerle İnönü’de ortaya koyar:
“Cihan barışının kurulması için çalışmaları biz de heyecan ile takip ediyoruz. Bu kadar felaket ve ıstıraptan sonra insanlığın Birleşmiş illetler tarafından ilan olunan esaslar üzerine barış içinde yaşama gayesine kavuşabilmesi, bütün milletler için bugün tek emel oluştur. Bu kesinhesap günlerinde, Türkiye adalet hissi olan her insana her cemiyete karşı, alnı açık ve temiz vicdan ile bakacak durumdadır.”[20]
Görüldüğü üzere, Türkiye, henüz savaş sonlanmadan, ancak Müttefik Devletlerin zaferinin belirginleşmeye başladığı dönemlerden itibaren Batı Bloku ile ilişkilerini geliştirme çabalarına girişir. Bu durumda rol oynayan en önemli faktör de, savaş sonrasında ABD öncülüğünde oluşacak sistemde yer bulabilmeyi garantileme çabalarıdır ki bu çabalar savaş sonrasında artarak devam eder.
(Devam edecek)
* Not: Bu yazı dizisi, yazarın 2007 yılında Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından yayımlanan “Yeniden Yapılanan Dünya Ekonomisinde Marshall Planı ve Türkiye” başlıklı kitabının ilgili bölümlerinin gözden geçirilmiş versiyonuna dayanmaktadır.
Kaynaklar
[1] Haldun Gülalp, Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri, 1. Basım, Ankara: Yurt Yayınları, 1983, s.29; Haluk Gerger, Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği, İkinci Basım, İstanbul: Belge Yayınları, 1999.
[2] Gülalp, age.
[3] Haldun Gülalp, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, 1. Basım, İstanbul: Belge Yayınları, 1993, s. 32.
[4] Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Üçüncü Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, s. 259.
[5] Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908–1985, .5. Basım, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1995, s.55.
[6] Tezel, s.258.
[7] Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, 2. Basım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s.81.
[8] Cemil Koçak, “II. Dünya Savaşı’nda Dış Politika”, Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Sayı 8 (Aralık Ocak 1984), s.12–28; Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, 1. Basım, Ankara: Yurt Yayınları, 1986, s. 261.
[9] Mehmet Gönlübol ve Diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası Cilt 1 (1919–1973), 4. Basım, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 407, 1977, s. 167.
[10] Aktaran Gönlübol ve diğerleri, s. 167.
[11] Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, s:280.
[12] Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 1908–1998 Cilt 2, 1. Basım, İstanbul: Tekin Yayınevi, 2003, s.269.
[13] Çakırca, Betül. “1946–1950 Arasında Türkiye ve ABD Yardımları”. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi SBE, 2001
[14] Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, s. 266.
[15] Koçak, age. s. 272.
[16] Koçak, age s. 308.
[17] İsmet İnönü, “Reisi Cumhur İnönü’nün T.B.M.Meclisinin VII. Devre İkinci Toplantı Yılını Açış Nutku”, Cumhurbaşkanları’nın T.Büyük Meclisini Açış Nutukları, Av.Kazım Öztürk (derl.), İstanbul: AK Yayınları, 1969, s. 364.
[18] İnönü, s. 365.
[19] Feroz-Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945–1971, 1. Basım, Ankara: Bilgi Basımevi, 1976, s.12.
[20] İnönü, “… Yılını Açış Nutku”, s. 371.