SEÇTİKLERİMİZ – Pakrat Estukyan’ın Yeni Yaşam Gazetesi’ndeki yazısı: “Altyapının üst yapıyı belirlediği görüşüne uygun olarak kapitalist düzen içinde bilim de halk sağlığına yönelik en önemli tehditlerden birini oluşturuyor.”
PAKRAT ESTUKYAN
Prof. Onur Hamzaoğlu’nun tahliyesi ile paralel olarak, Afrin harekâtına karşı Türk Tabipler Birliği’nin bildirisinde geçen “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” tespiti sıkça hatırlanıyor. Tabipler Birliği, açıklama metninde bu tespitin gerekçelerini de açıklamış, savaşların sadece çatışma anlarında yol açtıkları can kayıpları ve yaralanmalar dışında, psikolojik etkilerine, doğa ve çevre yıkımlarına da vurgu yapmıştı.
Bu hafta esas olarak sermaye eksenli bir dünya düzeninin, daha doğrusu düzensizliğinin sonucu olan savaşların, halk sağlığını tehdit ettiğini, ama esas tehdidin kapitalizmden kaynaklandığı meselesine değinmekte yarar var.
Toplumsal yaşamımız ilkel, köleci ve feodal toplum süreçlerinden geçerek kapitalizme ulaştı. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca murat edilen sosyalist topluma geçme çabaları küresel sermayenin neoliberal kapitalizm hamlesi ile akamete uğradı. Günümüzde bu yeni düzen aynı zamanda halk sağlığına yönelik en büyük tehdidi oluşturuyor. Savaşlar o büyük yıkımın sadece bir bölümü. Geride küresel ısınma, tarım arazilerinde yapılaşma, toprağın çoraklaşması, çölleşme, HES’ler yolu ile su kaynaklarının kurutulması, sera gazı salınımı, hava kirliliği ve benzeri etkenler çok daha geniş bir coğrafyada, çok daha kalabalık insan toplulukları için hayati önemde bir halk sağlığı sorunu oluşturuyor. Aynı şekilde başta plastik ambalaj malzemeleri olmak üzere doğaya dönüşü olmayan endüstri ürünleri, fosil yakıta dayalı enerji politikaları, hibrit tohumlarla doğal döngünün kesintiye uğratılması çok daha tehlikeli bir halk sağlığı meselesi oluşturuyor. Yaban yaşamı ve deniz canlıları kapitalist çevre talanının en önemli kurbanları arasında.
Altyapının üst yapıyı belirlediği görüşüne uygun olarak kapitalist düzen içinde bilim de halk sağlığına yönelik en önemli tehditlerden birini oluşturuyor. Tıp, gıda kimyası, ilaç endüstrisi toplumların sağlığını olumsuz yönde etkileyen birçok ürünü hijyenik zehirler halinde yaşamımıza katıyor. Batı ülkelerindeki sıradan birey, tabağının yanında en az iki-üç çeşit ilaç olmadan masaya oturmuyor. Burada anılanlar herhangi bir tedavi amacı ile değil, daha zinde, daha güçlü, daha ‘sağlıklı’ olma beklentisi ile alınan vitamin ve mineral türevleri.
Düne kadar günde en az üç defa diş fırçalama önerileri beklenen sonucu verdi, günümüzde ağzında çürük diş olmayan insanların oranı yüzde beşin altında. Oysa bu tür bakımın yaygın olmadığı dönemlerde oran tam tersi, yani ağzında çürük dişi olanlar yüzde beşin altındaydı. Ancak diş macunu üreticileri henüz yolun sonuna varmış değiller. Şimdilerde dil üstünün ve iç yanakların da diş macunu ile temizlenmesini, ancak bu yolla bakterilerden arınmış bir ağzımız olacağını söylüyorlar televizyon ekranlarında yayınlanan reklam kuşaklarında. Oysa somut bir gerçeklik olarak görüyoruz ki ağız mukozamızdaki bakteriler asla o hijyenik kimyasallar kadar zararlı değiller. Onların zararlı etkilerini gidermek için tükürük salgımızdan daha etkili bir kimyasal formül henüz bulunmuş değil.
Kapitalizmin hizmetindeki bilimin sağlığımıza yönelik tehditleri sadece diş macunları ile sınırlı değil. İlaç endüstrisi de yapay olarak üretilen risklere karşı önerdiği ilaçlarla vücut dengemizi onarılmaz hasarlarla karşı karşıya bırakıyor. Dahası, bu tezgâhı işletmek için sayısız ‘bilimsel’ makale yayınlanıyor tıp dergilerinde. Hepsi de ilaç tekelleri tarafından fonlanan ‘bilimsel’ araştırmalara dayanan bu makaleler ilgili ilaç üreticilerinin ürünlerini pazarlama dışında bir anlam içermiyorlar. Aksine örneğin kandaki kolesterol oranını düzenlemek için alınan ilaç, kullananı ömür boyu bağımlı bir hale getiriyor.
Benzer şeyleri gıda kimyası için de söylemek mümkün. Tatlandırıcı, renklendirici, kıvam artırıcı olarak gıdalara katılan kimyasallar, sonuçta sunulduğu iddia edilen gıdanın sanal bir taklidi olarak giriyor yaşamımıza. Burada kapalı ambalajlarda satılan ayran bu duruma iyi bir örnek olabilir. Normal şartlarda yoğurdun sulandırılmış hali olan ayranın, ambalajındaki bilgilerde yoğurda rastlamak mümkün değil. Aynen süt tozu ile yapılan sütlü ürünlerde süte, ambalajlanmış buzlu çaylarda çaya rastlanmadığı gibi (kimi tariflere göre 0,8 % oranında var). Bilim sadece insan sağlığına değil, tüm canlılara zarar veren bir boyuta taşınıyor. Bu tehlikeye ilk muhatap olanlar ise köpek ve kedi gibi evcil hayvanlar. Yüzyıllar boyunca insanlarla bir arda yaşayan bu memelilerin beslenme rejimi günümüzde tam da kapitalizmin işaret ettiği şekilde değişime uğruyor. Evin yemek artıkları ile beslenme yerine hazır mama rejimleri hayvanlarda yeni hastalıkların gelişmesine yol açıyor. Bu da hem ‘pet shop’lar hem de veteriner klinikleri için yeni bir kâr kapısı anlamına geliyor.
Sonuçta savaş şüphesiz ki bir halk sağlığı sorunudur. Ama sorunun kaynağı, savaşların da esas nedeni olan kapitalizmdir. Kısaca kapitalizm kendi başına bir halk sağlığı sorunudur.