MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Ülkesinin yakın tarihinin en belirleyici ve onun da kimliğinde etkili olan olaylarını yaşayan al-Zayyat bir kadın, sanatçı ve entelektüel olarak sivrilirken kendisi de bazı olaylarda önemli roller aldı. Ve böyle bir süreçte al-Zayyat, Arap kadınları için bir model olarak ortaya çıktı.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Latifa al-Zayyat, ilk gençlik yıllarında Mısır’daki İngiliz sömürgeciliğine karşı anti-emperyalist bir öğrenci lideri, Üniversite yıllarında Marksist bir kadın militan, Cezaevinde çıplak aramaya ve türlü işkencelere direnen bir tutsak, İngiliz ve Amerikan literatürüne hâkim bir çevirmen, feminist bir akademisyen, modern Arap edebiyatının en parlak romancılarından biriydi. Çağının tanığı bir yazar, tarihe ve topluma karşı sorumluluk duyan bir entelektüel, irade koyan politik bir aktivist, ataerkil düzene karşı bayrak açmış bir kadın… ve tüm bunların tarihsel toplamını kaydeden, aşan mitolojiden, psikolojiye, siyasi metaforlardan, mistik tefekküre uzanan müstesna bir anlatım tarzına sahip metinleriyle modern Mısır siyasi tarihinde ve modern Arap edebiyatında iz bırakan bir şahsiyet ve Arap kadınları için bir kutup yıldızı olmayı başardı.
8 Ağustos 1923’te Mısır’ın Dimyat kentinde, orta sınıf bir aileye doğan al-Zayyat, modernleşme çabalarının yoğunlaştığı Mısır’da o dönem orta sınıfın kadınların eğitimine önem vermesinin faydasını gördü. 1942-1946 yılları arasında Kahire Üniversitesi’ndeki eğitiminin ardından, 1957 yılında aynı üniversiteden İngiliz Edebiyatı alanında doktora derecesi aldı. Daha sonra bu üniversitenin kadınlar İngilizce Bölümünde öğretim üyesi oldu ve 1976-1983 yılları arasında da bölümün başkanlığını yaptı.
Ülkesinin yakın tarihinin en belirleyici ve onun da kimliğinde etkili olan olaylarını yaşayan al-Zayyat bir kadın, sanatçı ve entelektüel olarak sivrilirken kendisi de bazı olaylarda önemli roller aldı. Ve böyle bir süreçte al-Zayyat, Arap kadınları için bir model olarak ortaya çıktı.
1934 yılıydı. 11 yaşında bir kız çocuğu El Mansure’deki evinin balkonundan aşağıdaki sokağa bakıyordu. Bir çatışma yaşanıyordu: Bir tarafta ülkedeki İngiliz işgalini ve İmparatorluğun suç ortağı, yozlaşmış krallığı protesto eden Arap gençleri, diğer tarafta silahlı polis… Balkondaki kız yaşananları gözlerini dört açarak izledi ve yaşananları 60 yıl sonra şu kelimelerle anlattı: “Polisin ateşlediği kurşunlar o gün on dört protestocuyu öldürürken güçsüzlük, ıstırap ve baskı hisleriyle titriyordum. Harekete geçemediğim için, aşağı inip kapkara silahlardan çıkan kurşunları durduramadığım için çığlık attım. İçimdeki çocuğu orada bıraktım ve artık -daha zamanı gelmese de- genç bir kadın olmuştum. Çünkü kendi yuvamın ötesinde, tüm yurdu ilgilendiren bir bilgiyle karşı karşıyaydım. Kaderim o dakikada yazılmıştı…”
Çok geçmeden, henüz bir ortaokul öğrencisi olan al-Zayyat da sokaklardaki İngiliz karşıtı protestolara katıldı. Politik faaliyetleri gün geçtikçe artacaktı. Kahire Üniversitesi’nde öğrenciyken üniversitedeki solcu gruplara katıldı. 1946’da, o dönem Mısır’ın bağımsızlık mücadelesinin öncüsü olan İşçi ve Öğrencilerin Ulusal Komitesi’nin genel sekreteri oldu. Öğrencilerin ve işçilerin genç bir kadını kendilerine önderlik etmek için seçmesi, hem o dönemki ulusal hareketin ne kadar ilerici olduğunu, hem de al-Zayyat’ın göz alıcı yeteneklerini ortaya koyuyor.
Ulusal mücadeleye bu kadar erken yaşta dahil olması al-Zayyat’ı derinden etkiledi ve orta sınıf mensubu kibar bir kadını, bir savaşçıya dönüştürdü. Al-Zayyat’ın kendi ifadeleriyle, “Şişman vücudunu sanki bir günahmış gibi taşıyan o utangaç kız, o yıllarda bir grup liderine dönüştü: cüretkâr, mücadeleci, tartışmacı, hızlı kararlar alabilen ve kendi yetenekleriyle gurur duyan birine.”
Barikatın ateşli konuşmalarını, kibar salon sohbetlerine tercih etmenin, al-Zayyat için bir bedeli de olacaktı. 26 yaşında iki kez tutuklandı ve tecil edilmiş üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ama bunlara değerdi. Erken yaştaki siyasi tecrübesi, hayatının geri kalanında kendisine rehberlik edecek bir benlik hissi oluşturmasına olanak sağladı. Aktivizm sayesinde, “bireysel varlığın eriyerek kolektif bir bilinçle zenginleştiğini” keşfetti. Al-Zayyat birey ve grup arasındaki bu dinamik ilişkiyi şöyle tanımlıyordu: “Ülkeme ve ülkemin insanlarına açık, onların sorunlarını dert edinen, aktif ve sorumlu bir kişiye dönüşmüştüm. Çelişkili gibi gözükse de, kişinin kendisini bulması için, önce onu kendi öznelliğinden daha geniş bir meselenin, kendisinden daha büyük bir gerçeğin içinde kaybetmesi gerekiyor.”
Kendi deyimiyle “Benliğin hapishanesinden kurtulmuş” bir kişilik geliştirerek kişisellikle siyaseti, bireysellikle kolektif çalışmaları dengelemeye çalıştı. Britanya’yla mücadele ederken aynı zamanda “insanın psikolojisini ve zihnini kontrol eden otoriteye” başkaldırıyordu. Al-Zayyat hayatı boyunca kişisel alanla kamusal alanın birlikteliğine inandı ve birinin diğerinden ayrı düşünülemeyeceğini savundu.
Al-Zayyat’ın ilk ve uzun süre boyunca tek kitabı olan “Al-Bab al-Maftooh” (Açık Kapı, 1960), tam olarak bir otobiyografi olmasa da yazarın farklı alanlardaki deneyimlerini ifade ettiği, çağına tanıklık eden bir eserdi. Al-Zayyat bu kitapta üniversite yıllarına dönüyor ve kendi deneyiminden hareketle bir kadın kahraman yaratıyor. Romanın baş kahramanı Kahireli orta sınıf mensubu genç bir kadın olan Leyla. Leyla’nın psikolojik, sosyal ve politik gelişiminin arka planında 1946-1956 yılları arasındaki olaylar yer alıyor. Bu yıllar, Britanya ve Saray’a karşı isyana, 1952’deki Hür Subaylar Darbesi’ne, Cemal Abdülnasır’ın Süveyş Kanalı’nı kamusallaştırması ve bunu takip eden İsrail-İngiltere-Fransa saldırısına tanıklık eden yıllar.
Leyla’nın kişisel sancıları, ilk kez adet gördüğünde başlar. Leyla’nın babasının gözlerini utanç ve keder gözyaşlarıyla dolduran bu olay sonrası baba, ileride onuruna bir leke daha gelmemesi için Leyla’nın hareketlerini kısıtlamaya, onu görücü usulüyle kuzeniyle evlendirmeye karar verir.
Al-Zayyat için buradaki baba sadece hayatın gerçekleriyle yüzleşemeyen eski nesli değil, aynı zamanda ülke için herhangi bir vizyonu olmayan çürümüş orta sınıfı temsil etmektedir. Leyla ise, mensubu olduğu sınıfın verdiği eğitim sayesinde, tutucu yetiştirilme tarzının ona öğrettiğinden farklı bir kişilik bilinci geliştirmiş ‘Yeni Kadın’dır. Kitaptaki kadın karakterlerden biri, kendi neslinin içinde bulunduğu ikilemi şu şekilde ifade eder: “Annelerimiz kendi konumlarını biliyordu, ancak biz kaybolmuş durumdayız. Haremde miyiz değil miyiz, aşk yaşamaya iznimiz var mı yok mu bilmiyoruz. Ailelerimiz bunun yasak olduğunu söylüyor ama devlet radyosunda bütün gün aşk hakkında şarkılar çalıyor. Kitaplar kadınlara özgür olduklarını söylüyor ancak bir kadın buna gerçekten inanırsa bunun sonu bir felaketle ve kadının şerefini kaybetmesiyle sonuçlanır.”
Leyla, İngiliz karşıtı gösterilerde yer almaya başladıkça kendini daha güçlü hisseder: “Onun için itekleyici bir güç olan, onu kucaklayan ve koruyan bir bütünün parçası olmuştu. Artık çığlıkları farklı bir şekilde çıkıyordu, kendi sesinden farklı, kendi varlığını kolektif bir var oluşun içinde eriten bir sesti bu.” Leyla Port Said’de bir okulda öğretmen olur. 1956’da Süveyş Kanalı savaşı yaşanırken, Leyla da olayların içinde yer alır ve nişanlısından ayrılacak cesareti bularak devrimci bir yol arkadaşına bağlanır.
“Açık Kapı” pek çok açıdan öncü bir roman. Eleştirmen Farida al-Naqash’a göre eser, “Arap romanında şiirsel gerçekçilikle, sosyal sorunlara değinen edebiyatı birleştiren yeni bir dalganın dışavurumuydu.” Ulusal kurtuluş ve feminizm arasındaki ilişkiyi irdeleyen -ve bunların birbirinden bağımsız olduğunu gösteren- al-Zayyat, Arap feministler arasında hala tartışılmakta olan bir konuya değiniyordu. Roman, Mısırlı genç erkek ve kadınların gelecek hakkında umut dolu olduğu, devrimin muhtemel olduğu iyimser havayı yansıtıyor. “Açık Kapı” hem bir dönem romanı, hem de o dönemin ötesine geçen bir eser.
Al-Zayyat, en iyimser kitabını, hayatında çok zor bir dönemden geçerken yazmıştı. Sanki geçmişine dönüp ondan yardım istiyordu. Sağ görüşlü bir eleştirmen ve görüşleri kendisininkilere tamamen zıt olan Dr. Rashad Rushdi’yle geçirdiği on üç yıllık mutsuz evlilik sırasında çok az yazı yazdı ve siyasal çalışmaları tamamen bıraktı.
“Hamlat Tafteesh: Awraq Shakhseyyah” (Araştırma Operasyonu: Kişisel Makaleler, 1992) adlı otobiyografisinde kendisini acımasız bir dürüstlükle incelerken, o anki durumunu, hareket kabiliyetini yitirdiği bir ‘felç’ olarak tanımlıyor. Bu durumu da, hayatını eşiyle birleştirmesine neden olan umutsuz bir kişisel mutluluk arayışına bağlıyor. Ancak al-Zayyat kişinin bütünlüğü ve bağımsızlığı pahasına aranan mutluluğun ‘aldatıcı bir mutluluk’ olduğunu keşfediyor. “Şimdi fark ediyorum ki,” diyor 1992’de yazdığı kitapta “aşkım, başka bir kişide kaybolmak demekti. Bu affedilemez bir suç çünkü bu suçu işleyen benim. Bir kişinin kendisini yaşarken gömmesi kadar kötü bir suç yoktur. Ellerimi kendi kanıma buladım.” Al-Zayyat’ın evliliği acı verici bir sürecin ardından 1965’te sona erdi.
Al-Zayyat boşanmanın ardından, askıya aldığı işlerine devam etti. 1965 ve 1968 yılları arasında Havva Dergisi’nde kadınların sorunları hakkında yazılar yazdı. 1966’da “Bay’ wa Shira” (Alım Satım) adlı üç perdelik oyunu kaleme aldı.
Al-Zayyat, biyografisinde, 1967’de Arap devletlerinin İsrail karşısındaki yenilgisinin de muhasebesini yapıyor ve bu yenilgiden kendisini de kişisel olarak sorumlu hissettiğini yazıyor. “Bu yenilgiden hepimiz sorumluyuz.” “Eğer yapılan her yanlışa HAYIR deseydik şu an yenilmiş olmazdık… Eğer bütün entelektüeller hayır deseydi, hepimizi hapse atamazlardı.”
Tüm çağdaşları gibi bu yenilgi Al-Zayyat’da bir travmaya neden olmuştu. Kızgınlık ve suçluluk duygularının altında ezilen al-Zayyat, bir sanatçı olarak yazmayı bıraktı. “1967 yenilgisinden sonra kelimelerden nefret etmeye başladım, dolayısıyla edebiyattan da. Artık sadece tarih ve ekonomi hakkında okuyordum ve düşmana karşı tek bir kurşunun dünyadaki tüm kelimelerden daha kayda değer olduğunu yazdım…”
Ama hayatı “mücadelelerle es verilen bir dizi yeni başlangıç ve bu başlangıçlar karşısındaki tutum… nefes alıp vermek gibi bir devamlılık” olarak gören biri için sessizlik ve yenilgi çok uzun süremezdi.
Al-Zayyat kamusal çalışmalarına devam etti. 1970-1972 yılları arasında Yüksek Sanatlar Enstitüsü’nde Drama Eleştirisi Bölümü Başkanı ve 1972-1973 yılları arasında Mısır Sanat Akademisi Direktörü olarak görev yaptı. Uluslararası Barış Konseyi ve Filistinli Yazarlar Birliği gibi çok sayıda kuruluşun üyesiydi. Birleşmiş Milletler’in kadın konferanslarında ve Arap Yazarları Birliği ve Filistin Ulusal Konseyi dahil olmak üzere birçok kuruluşta Mısır'ı temsil etti.
Üniversitede öğretim görevlisi olduğu dönemde al-Zayyat, şu anda Mısır’ın kültür sanat sahnesinde iz bırakmakta olan bir nesil kadın yazara rehberlik etti. Öğrencileriyle olan ilişkisinde hem titiz bir öğretmen hem de sıcak bir arkadaştı. Itidal Uthman’ın sözleriyle, “Paternalist yaklaşımla değil, eşitlik anlayışıyla” eğitim verirdi.
Anglo-Amerikan edebiyatı üzerine yayımladığı dokuz tane eleştiri kitabında incelediği eserler arasında Hemingway, Hume, Ford Madox Ford, T.S. Eliot ve D.H. Lawrence’ın çalışmaları yer alıyordu. Bunların yanında Arapça olarak “Necip Mahfuz: İmge ve İdeal” (1989); “Arap Romanında Kadın İmgesi” (1989); ve “Işıklar: Eleştiri Makaleleri” (1994) kitaplarını yayımladı. Eleştiri yazıları, edebiyattaki Yeni Eleştiri hareketinden ve Marksist eleştiri kuramından etkilenmişti. 1962’de T.S. Eliot’ın “Eleştirel Makaleler”ini ve 1995’te “Sanat Hakkında: Marksist bir Bakış Açısı” çevirileriyle Arap okuyucuların bu iki eleştiri akımıyla tanışmasına katkı sundu.
Al-Zayyat'ın en önemli siyasi faaliyetlerinden biri, İsrail'le kültürel ilişkilerin normalleştirilmesine muhalefet eden Ulusal Kültürü Savunma Komitesi'ni kurması ve bu komitenin başkanlığını yapmasıydı. 1981 yılında, erkek kardeşinin de aralarında olduğu 1500 Mısırlıyla birlikte Enver Sedat tarafından hapse atıldı. Hapisteyken, evinin son üç yıldır gözlenmekte olduğunu öğrendi. Ayrıca, hapishanenin insanı zenginleştirici bir deneyim olabileceğini anladı, “Bir şartla: Kişinin doğasındaki insani potansiyeli keşfedebilmesi ve insanın her koşula uyum sağlama ve bu koşulları aşma becerisiyle insanlık onuruna tutunması… bu deneyim, kişinin temel doğasını ortaya çıkarır: ya biçimden ve iradeden yoksun bir kildir, ya da insanın kendini biçimlendirme ve güzellikler yaratma becerisini ortaya çıkaran bir seramik.”
Hapishane, El Zayyat’ın yaratıcılığını tazelemiş gibi görünüyor. Anılarını dört duvar arasındayken yazdı. Daha sonra “Al-Shaykhukha wa qisas ukhra” (Yaşlılık ve Diğer Hikayeler, 1986) adlı hikaye kitbını, “Al-Rajul al-lathi ‘Arifa Tuhmatuh” (Sorumluluğunu Bilen Adam 1995) adlı kısa romanı ve “Sahib al-Beit” (Ev Sahibi, 1995) adlı kitabı yazdı.
Al-Zayyat, eserlerinde klişelerden uzak, gerilim ve zıtlıkları yansıtan dramatik bir dil kullandı. Toplumsal ya da kişisel düzeyde baskıdan özgürleşme teması tüm yazılarının merkezinde yer aldı. Dr. Ameena Rasheed’e göre al-Zayyat "genel baskıyı kişinin kendisine yaptığı baskıdan ya da yenilgiyi kabullenmiş kişiye yapılan baskıdan ayırmıyor.”
“Hiçbir pişmanlığım yok.” Al-Zayyat, yaşamını ve başarılarını değerlendirmesi istediğinde böyle cevap vermişti. “Eğer kendimi sadece bir alanda sınırlasaydım belki daha iyi bir yazar, daha iyi bir savaşçı ya da daha iyi bir eğitmen olabilirdim. Ama çok fazla dilde konuşuyorum. Ve bu dilleri kullanmam sayesinde hem kendi hayatımı hem de başkalarının hayatını zenginleştirdim.”
Pek çok insan, Latifa al-Zayyat’a, sessiz kalmadığı, konuştuğu için müteşekkir. Onun kelimeleri, mücadelesi her zaman hatırlanacak. Yeniden ve daha çok hatırlanabilmesi, daha çok kişi için bir kutup yıldızı olarak parıldamaya devam edebilmesine vesile olması umuduyla…
http://www.latifaalzayyat.net/en/biography
http://www.arabwomenwriters.com/index.php/2014-05-03-16-01-55/l/latifa-al-zayyat-sp-904316721
https://www.madamasr.com/en/2017/03/31/feature/culture/literary-gems-latifa-al-zayats-the-open-door/
https://libcom.org/library/womens-participation-radical-egyptian-politics-1939-1952-selma-botman
https://www.thefreelibrary.com/Latifa+al-Zayyat%3A+The+Open+Door.-a086170720