Bu yazı yazılırken, ümitler giderek tükense de, Karaman’ın Ermenek ilçesindeki maden göçüğünde 18 işçi hala kurtarılmayı bekliyordu. Soma’daki işçi katliamının üzerinden henüz 6 ay bile geçmemişken yaşanan Ermenek olayı, iş cinayetlerine karşı ne yapılması gerektiği konusu üzerinde daha ciddi bir şekilde durulması gerektiğini bir kere daha ortaya koydu. Bu çerçevede, son dönemde madencilik sektöründe üst üste görülen toplu iş cinayetleri sonrasında, “kamulaştırma”nın bir çözüm önerisi olarak ileri sürüldüğünü görüyoruz. Bu öneri işçinin kaderinin piyasa mekanizmasının işleyişine bırakılmaması talebini yükseltmesi açısından önemlidir. Ancak kamu işletmesinin neden daha iyi bir alternatif olabileceği yeterince detaylandırılmış değil. Bu yazı ile kamulaştırma talebinin biraz daha ileriye taşınması olarak “kamusallaştırma” talebini gündeme getirmek istiyoruz.
sorunun temeli kapitalist birikim
İş cinayetlerinin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili görüşlerimizi, daha önce Başlangıç’ta yer alan “#KazaDeğilCinayet: 3 Argüman, Eleştirisi ve ‘Ne Yapmalı’ Üzerine” başlıklı yazıda açıklamıştık. Kısacası, (i) özel sektörün kapitalist birikimin temel yasası olan rekabet mekanizmasına tabi olduğu, (ii) sermayedarların bu mekanizmanın yarattığı baskıyı işçilere yansıttıkları, (iii) bunun çalışma ilişkilerindeki emek sermaye dengesinin, sermaye lehine radikal bir şekilde bozduğunu, (iv) finansallaşma ile birlikte çalışan sınıfların borçlandırılmasının, çalışma hayatında işçiler üzerindeki baskının katmerlenmesi anlamına geldiğini belirtmiştik.
ermenek, soma sonrası yoğunlaşan muhalefete sermayenin cevabıdır!
Bu yazıda ek olarak vurgulayacağımız nokta şu: Soma katliamı sonrasında gelişen toplumsal muhalefetin bir sonucu olarak çıkan torba yasayla, firmaların güvenlik önlemleri almaları yönünde ufak da olsa bazı düzenlemeler getirildi. Ancak bu düzenlemenin yasalaştığı gün, Zonguldak’ta 22 maden işletmesi, maliyetlerinin arttığını ileri sürerek madenlerini kapattılar ve 4500 işçiyi kapı önüne koydular. Bu sermayenin bir karşı hamlesiydi. Ermenek olayında, bu sürecin bir başka boyutu ortaya çıkmış oldu. BBC Türkçe’ye konuşanismini vermeyen işçilerden biri,
“Yeni yasayla birlikte maaşlar arttı. eskiden 1.100-1.200 TL alırken şimdi 1900-2000 TL maaş alıyoruz” dedi. İşçi, bu zam sonrası işverenin tüm çalışanları şirket yemekhanesi önüne topladığını ve “yükü birlikte karşılama” konuşması yaptığını ifade ediyor. İşçi, “Patron, ‘yemek ve servisleri siz karşılayın’ dedi. Kabul etmedik önce. Yakın köylümüz olan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfü Elvan’a mektup yazdık. Yanıt vermedi. Sonra işe başladık. Eskiden öğlen ocaktan çıkardık. Artık çıkamıyoruz. Yemeklerimizi orada yiyoruz. Böyle olmasaydı arkadaşlarımız yaşıyor olacaktı” diye anlatıyor. İşçiler yemek nedeniyle zaman kaybı olmasın diye öğlen yemeklerini ocakta yiyorlar.”
Dolayısıyla Ermenek’teki işçinin bu anlatımı, toplumsal hareketin taleplerinin bu alana yoğunlaştırılması sonucunda devletin yaptığı kısmı güvenlik önlemlerini içeren düzenlemelere, sermayenin verdiği cevabı gösteriyor.
çözüm istikrarlı ve uzun vadeli mücadele
Bu çerçevede Ermenek olayı, iş yerindeki güvenlik önlemlerinin bizzat sınıf mücadelesinin bir alanı olduğunu bir kere daha ortaya çıkarmış oldu. Dolayısıyla, Soma sonrası yükselen ancak tüm çabalara karşı bir türlü sürekliliğe sahip, kuvvetli bir sosyal harekete dönüşemeyen tepkiler karşısında sermayenin geliştirdiği sistematik strateji, mücadelenin hem uzun vadeli ve sürekli olması gerektiğinin hem de sadece devletin atacağı adımlarla sınırlı olamayacağını altını çizdi.
İş cinayetleri karşısında, özellikle madencilik sektörü söz konusu olduğunda, pek çok faktör yanında süregelen mücadelelerin taleplerinin de tartışılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede gerek ilgili sendikalar gerekse konu üzerinde soldan fikir üretenlerin ortaklaştığı talebin kamulaştırma olduğunu görüyoruz.
kamulaştırma talebini tartışmak
Kamulaştırma talebini ileri sürerken, konu ile ilgili üç noktanın üzerinde daha dikkatlice durulması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlardan ilki, iş güvenliği bir maliyet unsuru olduğundan, piyasa rekabetine doğrudan maruz kalmayan kamu işletmelerinde, bu tedbirleri daha kolay alınabileceği varsayımı. Ancak kamu işletmeleri, kapitalist sistemin dışında değildir. Ürettiklerini yine piyasada satmak zorundadır. Kendisinden daha ucuza üreten firmaların varlığında kamu işletmesinin karlılığı sorun hale gelecek ve görev zararı yeniden gündeme gelecektir.
İkincisi, potansiyel görev zararlarının toplum tarafından üstlenilmesinin bir seçenek oluğudur. Bu, hem de bankacılık sisteminin batmasına, yani patronların zararlarının toplum tarafından üstlenilmesine yeğlenecek bir seçenektir. Ancak bunun yapılması, ekonomik planlamayı gerektirir. Hangi sektörlerdeki kamu işletmelerinin görev zararlarının toplum tarafından üstlenileceği siyasi olduğu kadar teknik yönü de olan bir karardır.
Son olarak, kamulaştırma zorunlu olarak verimsiz ve masraflı olmak zorunda değil. Hem iş güvenliği tedbirlerini almak, hem de bu sektörde üretim yapan diğer firmaların faaliyet baskısına direnebilmek mümkündür. Bunun yolu teknolojik yatırımlara öncelik veren bir kamu işletmeciliği stratejisidir. Her ne kadar emek süreçlerindeki teknoloji kullanımının istihdam üzerindeki olumsuz etkisi bilinmesine rağmen, madencilik gibi çok riskli çalışma alanlarında bu istenilir bir sonuç olacaktır.
kamulaştırma yerine kamusallaştırma mı?
Ancak kamulaştırma talebinin sınırlılığı, sadece piyasa rekabetine tabi olması değil. Buna ek olarak, özelleştirmeler ile tasfiye edilmiş olan eski kamu kamu işletmeciliği sistemi de arzu edilen düzenlemelerin hayata geçmesini garantilemeyebilir. Bu nedenle eskiyi geri çağırmak yerine, yeni bir kamusal üretim ve yönetim sistemi üzerinde düşünmeye ihtiyacımız var. Bu doğrultuda madencilik sektörü gibi çok riskli alanlardaki üretimin “kamusallaştırılması” talebini gündeme getirilebiliriz.
Kamusallaştırma talebini tartışmaya açmak istememizin nedenlerinden biri, hükümetin mevcut güç ilişkilerini kayda değer bir şekilde değiştirmeden madencilik sektöründeki bazı işletmeleri kamulaştırılmasının, seçenekleri arasında görebileceğidir. Dolayısıyla, kamulaştırma otomatik olarak iş cinayetlerinin önleneceği sonucunu doğurmayabilir. Zira mevcut piyasa yapısı devletin yoğun gözetimi ve yönlendirmesi (rödövans sistemi, denetimler vb.) altında gerçekleşmiş, devlet rant yaratma mekanizmalarını özel sektör ile ortaklaşa tasarlamıştır.
Bu çerçevede kamusallaştırma talebi, üretim ilişkilerinin toptan dönüşümü gibi büyük bir sosyal dönüşümün öncesinde gündeme gelecek bir talep olarak düşülebilir. Kamusallaştırma talebinin iki ayağı vurgulanmalı:
Çalışanların yönetime katılması, kamusallaştırmanın ayrılmaz parçasıdır. Bu çalışanların kendi geliştirecekleri temsiliyet araçlarıyla yönetimde söz hakkına sahip olması anlamına gelecektir. Yani üretim organizasyonundan yatırım kararlarına kadar veto hakkıyla destekmiş bir işçi katılımı savunulmalıdır.
Bu işletmelerin denetiminin bağımsız izleme komiteleri tarafından yapılması, kamusallaştırmanın bir diğer boyutudur. Bu yol ile denetim, sadece devlet tarafından değil, sendikalar, odalar, uzman kuruluşlar ve işçiler gibi sosyal taraflar tarafından oluşturulacak bağımsız izleme komiteleri tarafından düzenli olarak gerçekleştirilmelidir.
Bu iki şartın hayata geçmesi, iş cinayetlerinin önlenmesinde (kamulaştırma seçeneğine göre) daha kesin sonuçlar verebilir. Tabi ki diğerleri gibi bu talep de, ancak sistemli ve uzun vadeli bir mücadelenin sonunda gerçekleşecektir.
Bu yazı başlangıçdergi.org adresinden alınmıştır.