Mustafa Durmuş yazdı: Söylendiği gibi KÖO aracılığıyla özel sektörün sermayesi kamusal projelere akmamakta, tersine özel sektör çok büyük sermaye sübvansiyonlarından faydalanmaktadır.
MUSTAFA DURMUŞ
Son 13 yıldır izlenen neo liberal sermaye birikim stratejisi açısından, üretim gerçekleştiren işçilerin ve hizmetleri sunan diğer emekçilerin okuryazar olmaları, belli ölçülerde nitelikli olmaları, otoriteye kayıtsız şartsız biat etmeleri, uysal olmaları, işverenine ve geleneklerine bağlı olmaları yeterlidir. Ayrıca sağlıklı olmaları gerekmemektedir. Yani üretimi kesintisiz yapabilecek ölçüde bir sağlıklı olma hali kâfidir.
Aksi takdirde, kötü üretim ve çalışma koşulları ve ortaya çıkan devasa gelir ve servet bölüşümü adaletsizliğinin neden olduğu sağlık sorunları ile karşılaşmazdık. Ya da iş kazaları (?) ve işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi alanlardaki karnemiz bu denli kötü olmazdı.
Bu durum öncelikle kamusal sağlık hizmetlerinin metalaştırılması ve bu alanın özel sermaye birikimi alanı haline getirilmesi yönünde sermaye gruplarının ve politikacıların düğmeye basmasıyla ilgili.
Bunun için özel sektör sunumunu (özelleştirme) haklı gösterecek bir ideolojik mücadele başlatıldı. Yetersiz kaynak ve personel tahsisi gibi nedenlerle halkın gözünde değersizleştirilen kamu hastaneleri aracılığıyla yapılmakta olan sunum; “yüksek maliyet”, “bürokrasi”, “saatler süren bekleme süreleri” ve “kötü muamele” gibi negatif tümlemelerle aşağılanırken, özel sağlık sunumu “verimlilik”, “etkinlik” ve “tercih sunm”a gibi kavramlarla yüceltildi.
Böylece neo liberal ideoloji içinde sağlık hizmeti diğer her hangi bir mal gibi sunulabilir bir hale getirildi. Bugünkü genç kuşakların çoğunluğunun bu ülkede bir zamanlar (yeterliliği tartışılabilir olsa da) kamusal ve ücretsiz sağlık hizmetinin sunulduğundan haberleri dahi yok. Tarih nosyonundan mahrum bir öğrenim sürecine tabi tutulan bu genç kuşaklar için piyasalar ve özel sektör sunumu sanki ezelden ebede devam edecek bir olgu.
Önceleri sermaye, açılan devlet ihaleleri aracılığıyla hastane binaları yapmaktan ve ekipman ve diğer sarf malzemelerini satmaktan mutluydu. Artık bunlar yetmediğinden şimdilerde sağlık hizmetlerinin kendini ele geçirmek, devlete hizmet satmak istiyorlar. Bunun için de devletin, kendilerine hastanelerin ve yanı sıra bol miktarda başka ticari tesis (AVM, otel, restoran vb) yapabileceği karşılıksız arsa, arazi sunmasını, standart ihale sürecinin ortadan kaldırılarak özel bir sözleşme yapılmasını, büyük çapta banka kredisine ihtiyaç duyacağı ve bu konuda yeterli garanti veremeyeceği için bu kredi anlaşmalarında devletin kendilerine garantör olmasını ve nihayetinde üreteceği sağlık hizmetini satın alma garantisi vermesini talep ediyorlar.
İşte bu sürecin adı “Kamu Özel Ortaklığı” (KÖO) yöntemiyle gerçekleştirilecek olan ve resmi ağızlardan 1,4 milyar dolarlık (1,1 milyar doları dış kredi) 29 adet ‘Şehir Hastanesi’nin yapımıdır. Bu projenin birçok yönünü İlker Belek dün detaylı olarak yazdı (İlker Belek, http://haber.sol.org.tr/…/erdoganin-14-yillik-hayali-sehir-…, 22 Ekim 2016).
Biz kendi değerlendirmemiz altında bu detaya tekrar girmeyeceğiz ama, uluslar arası uygulama deneyimlerinden yola çıkarak, sağlık hizmetlerinde KÖO modelinin ekonomi politiğine kısaca değineceğiz.
►Öncelikle bu model altında yapılacak şehir hastaneleri, sağlığın özelleştirilmesinin bir biçimidir. Amaç bu hizmetin metalaştırılarak, ticarileştirilerek yeni bir kâr çıkarım alanı haline getirilmesidir.
Yani KÖO özelleştirmenin isim değiştirmiş halidir. KÖO nitelemesi ortak bir amaç için bir araya gelen eşit koşullarda hareket eden kamu ve özel sektörün “kazan – kazan” durumunu çağrıştırma amacıyla ortaya atılmıştır. Bu yöntem ile kamunun gelir yaratma ve borçlanma kapasitesi sorunlarını çözeceği ve özel sektörün ise kamusal hizmet ruhu içinde kendi sermaye ve uzmanlığını sunacağı ileri sürülse de ABD, Kanada ve Avrupa uygulamaları bunu doğrulamamaktadır.
►Bu proje ekonomik durgunluktan çıkış, ya da yaklaşan ekonomik kriz tehlikesine karşı bir ekonomi politikası aracıdır. Zira hem devasa inşaat ve alt yapı konsepti ile hem de uluslar arası finansman ayağı ile ekonominin canlandırılması amaçlanmaktadır. Ancak bu yapılırken, gelir ve servet eşitsizliklerinin daha da artması ve son tahlilde bu işin bedelinin vergiler ve borç garanti riskleri aracılığıyla halka yıkılacağı gerçeği umursanmamaktadır.
► KÖO, kamu emekçilerinin sendikalarının daha da etkisizleştirilmesi, hatta yok edilmesi hamlesidir. Zira bu tür işletmelerde emekçilerin örgütlenmesi, sendikalaşması oldukça zordur, taşeronlaştırma oldukça yaygındır.
► Açıktan bir para kazanma fırsatıdır. Bu tür projelerde hem iktidara yakın olan inşaat firmaları, hem de küresel inşaat firmaları, yatırım bankaları, girişim sermayesi firmaları, hukuk firmaları dikey olarak örgütlenmiş konsorsiyumlar olarak alt yapı- sanayi kompleksi oluştururlar. Sadece hastane işletmeciliğinden değil, etrafında yapılan diğer ticari projelerden büyük kârlar sağlarlar (Darwin Bondgraham, “How “public-private parternships” extract private profit from public infrastructure projects”, http://www.dollarsandsense.org, November/December 2012).
► KÖO’un kazananı ileri sürüldüğü gibi hem kamu hem de özel sektör değildir, kazananı özel sektördür, kaybedeni ise kamudur. Zira firma yaptığı sözleşmeye bağlı olarak projenin değişik kısımları üzerinde değişik derecelerde tekelci kontrolün sahibi olur. Özellikle tasarım, finansman, İnşaat ve bakım aşamalarındaki tekelci kontrol ön plandadır ve bu durum söz konusu varlığın mülkiyetine sahip olmaksızın kamusal alt yapıdan yaratılmasını sağlar.
Piyasa rekabeti ortadan kalkar. Zira işi alan şirketler bir konsorsiyum oluştururlar ve bunlar küresel inşaat firmalarını, yatırım bankalarını, girişim sermayesi şirketlerini ve mühendislik firmalarını içerirler. Diğer sözleşmelerden farklı olarak KÖO sözleşmeleri projenin son aşamalarını rekabetten uzak tutar. Ölçeği göz önüne alındığında KÖO birçok küçük ancak daha fazla uzmanlaşmış firmanın ihale dışı kalmasına yol açar. Bu nedenle de bu tür projelerde çok az ihaleci firma olur, böylece de fiyat şişer. Tüm projenin tek bir sözleşme altında yapılmasına izin vererek KÖO, konsorsiyuma maliyetlerini düşürme şansı verir. Zira konsorsiyum tasarımı değiştirebilir, sendikalaşmaya izin vermeyen taşeron kullanır ya da düşük ücretli işçi çalıştırır (Bondgraham).
►Diğer bir kâr kaynağı yapılan finansal düzenlemelerdir. Diğer projelerden farklı olarak KÖO, devlet garantisi biçimindeki desteğin yanı sıra (bu borçlanmasını daha düşük faiz oranlarından mümkün kılan bir sübvansiyon gibi işlev görür), girişim sermayesi ve borç-kredi kullanır.
Yani KÖO projeleri değişik özel finansman biçimlerine dayalıdırlar. Ancak son tahlilde projeyi finanse eden vergiler ya da harçlar aracılığıyla ödeme yapan halktır. Keza şirketler bir süre sonra özel tahvil çıkartmak yetkisi talep ederler ve bu yetkiyi alırlar. Bu tahviller için ödenen faizlerin vergiden dışı bırakılması ile şirketin daha düşük maliyetlerle halktan borçlanabilmesi mümkün olur.
Yani söylendiği gibi KÖO aracılığıyla özel sektörün sermayesi kamusal projelere akmamakta, tersine özel sektör çok büyük sermaye sübvansiyonlarından faydalanmaktadır.