SEÇTİKLERİMİZ – Hakkı ÖZDAL, Gazete Duvar için yazdı: ‘Dava’ diye diye öyle bir akçeli değerler dünyasına gömüldüler ki, her basamakta, toplumun sorunlarına yabancı, derme çatma bir sağcı doktrinasyonun kalıpları dışında fikir üretmekten aciz, akçe arsızı destekçilerden başka figür üretemiyorlar.
Türkiye’de bugün iktidarda olan (bazısı da kendini iktidarda sanan) siyasal İslamcı kadroların günlük mevkute olarak ilk göz ağrısı Yeni Şafak gazetesiydi. Türkiye sağcılarının, İslamcılarının başka gazeteleri de oldu elbette; ama Yeni Şafak, bugün vardığı menzile bakarak niteliği hakkında fikir edinebileceğimiz ‘iktidar yürüyüşü’ açısından bir ilk duraktı. Bir zamanlar Türkiye toplumuna, ‘İslamcı entelektüel’lerin, ‘muhafazakâr demokrat’ların, ‘vesayet mağduru mütedeyyinler’in; müzakere ve uzlaşmaya açık, çok sesli, sağduyulu bir mücadele mecrası olarak pazarlanıyordu. Siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarda karşılarına dikilen bariyerlerin önünde; toplumun gelir adaletsizliği, etnik ayrımcılık ve bir bütün olarak demokrasi sorunları için, farklı kesimlerle ‘ortaklaşma’ yolları arayan, bunu ‘teşvik eden’ bir ‘kolaylaştırıcı’ pozunda duruyordu Yeni Şafak… RP’nin, MÜSİAD’ın, tesettürlü öğrencilerin ve tabi ucuz (ve yedek) işgücü ordusu olarak Anadolu köylerinden büyük şehirlerin banliyölerine savrulmuş, kırsal kültürle bağlarını koruyan yoksulların sorunlarını ‘ortak’ bir potadaymış gibi gösterme illüzyonu bu gazetenin sayfalarında icat edildi biraz da…
Sonra köprünün altından çok sular aktı tabi.
RP boğuldu, ama onun en fırsatçı, ilkesiz bir dönüşüme en açık, piyasayla, küresel kapitalist sistemin ihtiyaçlarıyla sıcak sakız gibi kaynaşmaya en yatkın siyasal kadroları, ihtirasla bekledikleri iktidar koltuklarına yerleşti.
MÜSİAD sermayesinin önü açılmakla kalmadı; yeni sistemin öncekilerden çok daha fütursuzca yol vereceği emek rejimi sayesinde semirdi. Kısa süreli sözleşmeler, taşeron ve esnek çalışma, özelleştirmeler, bitmek bilmez ‘yeniden yapılanma’ düzenlemeleri ve dinsel ajitasyonla ehlileştirilmiş bir işgücü ile umutsuz, yardıma muhtaç bir işsizler ordusunun sırtına basarak, zenginliğine zenginlik kattı; öteki sermaye kesimleriyle birlikte…
Tesettürleri nedeniyle dışlanan genç kadınlar, Boğaz hattındaki gösterişli yeni iftarlara kendilerine ait ciplerle teşrif etmek ya da tekstilde, gıdada, hizmet sektörünün kan emici tünellerinde asgari ücrete (ve altına) çalışmak şeklinde bir sınıfsal ‘elemeye’ tabi kaldılar.
Öteki siyasal İslamcı kurumlarla birlikte ‘gazete’ de eşlik etti bu inşaya. İhaleyle, rant paylaşımıyla, kamu olanaklarının haksız kullanımıyla zenginleşen patronlarının ve onların da patronu konumundaki siyasal elitin yapıp ettiği her şeyi savunmak adına, inandırıcılığını ve itibarını kaybederek kalanlar ya da geçmiş ‘vesayet’in şakşakçıları da dahil her kesimden koparak bu ‘ballı’ işlere üşüşmek üzere yeni gelenler takımından mürekkep bir ‘kadro’ kaldı geriye. Yakın geçmişin anlı şanlı ‘asi abi’leri, ‘afili şair’leri, şimdilerde meliklerinin “koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” kampanyasına destek için ‘orta sınıf’ analizleri döktürürken; sanki bunca AVM’yi Ankara Barosu açmış, ücretlerin erimesini borçlanarak tüketim yoluyla telafi etmeyi LGBTİ+ icat etmiş gibi “bu nanelerin duvara dayandığını” söylüyor. Sanki o vaatleri halkın üstüne TMMOB boca etmiş gibi “neoliberal ekonomik vaatlerin çöküşü”nü müjdelerken, bu çöküşten de kendi statükolarına ikbal arıyor… Toplum hakkında, sağcı dogmatik kalıplardan ve esasen de malumatfuruştan ibaret bilgileri, ‘sıkıntılı’ bir atmosfer oluştuğunu belli belirsiz sezmelerini sağlıyor belki. Ama tüm bu kontra çabayı, kaçınılmaz olarak, öyle çalakalem, öyle derme çatma, öyle paşa gönüllerince yapıyorlar ki, örneğin, Adnan Menderes’in alametifarikası “Her mahalleye bir milyoner” sloganını Özal’a zimmetleyiveriyorlar.(*) Laflar albenili tabii, “Her mahallede bir milyoner yok artık. Sadece az sayıdaki milyonerin kendilerine ait mahalleleri var…” falan fıstık diye sicim gibi uzuyor. Rönesans İnşaat’ın adrese teslim ihaleyle Hava Harp Okulu arazisine yapacağı lüks konutlar değil tabii o mahalleler.(**) Çünkü resimler hep ‘büyük’, meseleler hep ‘küresel’, buralardan uzakta… O ‘ölçekte’ konuşmak, zülfüyâre dokunmadan ‘asilik’ etmek, filinta gibi yazılar yazmak biraz daha mümkün, zira. Ama işte, afili biçim sahih içeriğin önünde olunca, hatıratına hayran oldukları Özal ve Menderes birbirinin balonunda konuşabiliyor. Ve ‘gidinin entelektüel gazetesi’ Yeni Şafak’ta redaktörden, sayfa editöründen geçiyor, Özal kılığında bir Menderes… Ne eşi dostu, ne de okuyucuları düzeltiyor…
… Hakkı ÖZDAL'ın Gazete Duvar'da yayınlanan yazısının tamamı için TIKLAYIN