KORKUT AKIN yazdı: “İçinize sorun… İçiniz nasıl, içiniz?Masmavi gökyüzünde koşturan pamuk bulutlar gibi uçuyor mu? ? Gelincik gibi rüzgâra, yağmura karşı direngen ama incecik boynundan koparıldığında yapraklarını dökecek kadar narin mi? Evet, haklısınız. İşte o. Unutmayın, sizinle büyüyecek, serpilip gelişecek. 2019’da da aşksız kalmayın. “
KORKUT AKIN
Kapı aralanır, incecik bir ışık düşer içeri. Birden ilginiz oraya odaklanır. Birden şöyle bir dikilirsiniz, sanki umursamıyormuş gibi, ama meraktan gebererek. Bir siluet, ışık da ters olduğundan seçmek mümkün değildir. Merakınız daha bir artar, daha bir heyecanlanırsınız. Aslını sorarsanız, ayıp olmayacağını bilseniz kalbinizin atışının alabildiğine yükseldiğini söyleyeceksiniz, ama serde yiğitlik var ve ona bir şey dokundurtmamayı öğrettiler yaşamınız boyunca.
Göz açıp kapayıncaya değin geçen zamandan daha kısa bir andır o duygularınız. Aklınızın hızına eliniz, elinizin hızına klavye yetişmediği için sözcüklere dökemezsiniz o kısacık ana sığanları. Sonradan bile, üzerine düşündüğünüzde ateş bastığını tüm bedeninize, fark edersiniz. Müstehzi mi, mahcup mu, artık nasıl nitelerseniz, ince bir gülümseme gelir oturur yüzünüze. Saklamak isteseniz de saklanmaz, göstermek istediğinizde de ayırdına varmayanlar çok olacaktır. Siz bilirsiniz ya, o yeter de artar bile…
Reçetesi yok ki!
Bunca çelişki, bunca gelgit, bunca doluya koyup aldıramama, boşa koyup dolduramama karmaşasının yanıtını bulmak insanlık tarihi boyunca pek mümkün olmamış. Hem zaten değil mi ki sosyal olayların reçetesi olmaz diye öğrettiler. Binlerce etkenin, binlerce bileşeniyle matematik nasıl başa çıksın ☺ İşte, en tam da o nedenle reçetesi yoktur, olamaz da…
Duygularınızda başlayan serüven düşlerinizde sürer. Sahi, çok da kolaydır aslında, öyle olmazsa böyle düşlersiniz, sıkıştığınızda bir kapı aralarsınız (düş benim ellere nesi). Hakem görmedi deyip topa elle bile müdahale edebilirsiniz. Hoş, görse de bir şey demez, diyemez hakem de… Değiştirirsiniz hemencecik. Kim ne diyecek?
Yalan mı, doğru mu?
Düşlediklerinizin ne kadar yalandır ne kadarı doğru, kimse bilemez… Siz bile. İpin ucu kaçmıştır, ilmek yetmez, yama tutmaz olmuştur. Bir heves, bir umut yeniden dalarsınız düşler dünyasına. Bu kez daha özen gösterirsiniz o labirentten sıyrılmak için… Zaten geçmiştiniz o yolları biliyorsunuz, tez ve kolaycacık varırsınız o noktaya. Sonrası… sonrası yine çetrefilli. Bıkmadan, yılmadan, usanmadan çabalarsınız.
Doğru, doğruluğunu yitirir, yalansa sanki biraz doğrudur… belki yanlış görmüşsünüzdür. Hoşgörülü, ama biraz sabırsız, keyifli ama biraz rahatsız dönenir durursunuz. Sıra kendinizi ikna etmeye gelmiştir ve başardığınızı sandığınız o an, yine yeniden düşersiniz o sonsuz soru işaretlerinin arasına. Kasap çengeli misali üzerinize üzerinize gelenlerden kaçmak, vücudunuzun esneyebildiği (feyk atmak mı deniyor şimdilerde) oranda sıyrılmak için kan ter içinde kalırsınız…
Sözcükler yeterli anlam yüklenebilir mi?
Anlatmak istediğinizi kendinizce dile dökersiniz. Kimse anlamaz bir şey. Araya anekdotlar, şiirler, öyküler, filmlerden parçalar koyarsınız… Aslında herkesin bildiği bir şeydir… dillerinin ucundadır da bir türlü söyleyemezler. Tıpkı sizin gibi onlar da katılırlar sözcüklerin yetersizliğine. Sahi, Orhan Veli boşuna mı “Bilmezdim kelimelerin bu kadar kifayetsiz olduğunu…” demiş. Tabii ki değil. Tabii ki bir yolu vardır, bir umar bulunur. Kelimeler kifayetsiz kalıyorsa, çiçekler, onlar yetmiyorsa renkler, onlar bulunamıyorsa düşler yetişir imdadınıza.
Nereye kadar?
Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanı buluncaya kadar… Nasreddin Hoca, “ölme eşeğim ölme, yaz gelecek, yoncalar bitecek” demiş… Umudu üzmemek gerek.
Sahi, dediğimiz gibi oldu, ne sözcükler yetti ne düşlerim… Çevresinde dolanıp durdum da bulamadım o sözcüğü… Şimdi, 31 Mart diyeceğimi bekleyeceksiniz, değil mi? Çok beklersiniz daha… Yalanla doğrunun nerede ve nasıl kesiştiğini bilemediğimiz, gündemde de olduğu için aklımıza gelen en kolay cevap olur seçimler. Evet, onlar da yalan olduğunu bildikleri halde doğruya inandırmaya çalışıyor bizleri. Onlar da bir hedef uğruna sözcüklerden, renklerden, gelecek güzel günler düşünden medet umuyorlar. Ama değil, o kadar uzak değil.
Nerede?
İçinize sorun… İçiniz nasıl, içiniz? Hala kıpır kıpır mı? Masmavi gökyüzünde koşturan pamuk bulutlar gibi uçuyor mu? Sular gibi şırıl şırıl akıyor mu? Çağlayanlar gibi çağıl çağıl dökülüyor mu? Gelincik gibi rüzgâra, yağmura karşı direngen ama incecik boynundan koparıldığında yapraklarını dökecek kadar narin mi?
Evet, haklısınız. İşte o. Unutmayın, sizinle büyüyecek, serpilip gelişecek.
2019’da da aşksız kalmayın.