Öznur AĞIRBAŞLI yazdı: Ayaklanma birden fazla etkenin birleşmesiyle başlıyor ve İttihatçılar bu olayı avantaja çeviriyor. Tıpkı 1926’da Mustafa Kemal’in İzmir Suikasti’ni kullanarak bütün muhalefeti tasfiye etmesi gibi 31 Mart olayı da İttihatçılara “Allahın bir lütfu” oluyor.
Tam 115 yıl önce 13 Nisan 1909’da (Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te) Osmanlı tarihinin son dönemindeki en tartışmalı olaylardan biri olan 31 Mart Vakası denilen ayaklanma gerçekleşti.
Öncelikle her zamanki gibi olayın tarihsel arka planına ve ayaklanmanın taraflarına bakmakta yarar var. 24 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin zorlamasıyla meşrutiyet ikinci defa ilan edildi. Anayasa’nın yeniden yürürlüğe girmesinin ardından seçimler yapılarak Aralık 1908’de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 30 yıl aradan sonra tekrar toplandı. İttihatçılar, seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanmalarına rağmen yeterli kadroları olmadığı için hükümet kurmaktan kaçınarak kurulan hükümetleri dışarıdan denetlemekle yetindiler. Hükümet kurmasalar da nüfuzlarını kullanarak gerek askeri gerekse sivil bürokraside kadrolaşmaya başladılar. Özellikle orduda alaylı-mektepli karşıtlığı arttı. Mektepli denilen harp okulu mezunu subaylar birkaç istisna dışında tamamen İttihatçıları desteklerken, alaylı denilen ve bir kısmı okuma-yazma bile bilmeyen bu subaylar gelişmelerden hiç memnun değildi. II. Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarında padişaha sadakatten başka bir meziyetleri olmadığı halde önemli görevlere getirilen alaylı subaylar tasfiye edilmeye başlandı.
Ayaklanmaya katılan bir diğer grup medreseli taifesi denilenlerdir. Medreselerden herhangi birine devam eden kişiler askerlik görevinden muaf oluyordu. Bu durumda medreselerin öğrenci sayısının bir hayli yüksek olması kaçınılmazdı. Bunların önemli bir kısmı dersleri takip etmiyor kendi işleriyle meşgul oluyorlardı. İttihatçıların bir hamlesi de bu alanda geldi. Medrese öğrencisi olduğunu iddia edenlerin bir sınava girmesi ve başarılı olanların askerlikten muaf olması şartını getirdiler. Sınav deyince zor bir şey zannetmeyin. Basit birkaç cümleyi düzgün şekilde okumaları ve yazmaları isteniyordu. Bunu bile yapamayan o kadar çok “öğrenci” vardı ki bu hamle şiddetli itirazlarla karşılaştı.
Gelelim ayaklanmayı ilk başlatan avcı taburlarına. İşin aslı bu taburlar bizzat İttihatçılar tarafından İstanbul’un korunması bahanesiyle, esasında padişaha karşı kendileri lehine bir denge unusu olarak Rumeli’den getirilmişti. Dolayısıyla herkes bunları İttihatçıların kuvveti olarak biliyordu. Ancak gerek terhislerin ertelenmesi gerekse tayın ve maaşların zamanında ödenmemesi gibi nedenlere bu askerler çoktan ayaklanmaya hazır hale gelmişti. Buna medrese taifesinin askerler arasında dolaşıp İttihatçılar aleyhine propaganda yapmaları eklenince 12 Nisan 1909’u 13 Nisan’a bağlayan gece 5-6 bin asker ayaklandı. Bunlara medrese öğrencilerinin ve tarikat üyelerin de katılmasıyla sayısı 10 bini aşan göstericiler önce Ayasofya Meydanı’nda toplandılar. Ardından Meclis-i Mebusan’ı kuşatarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteklediği Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti’nin istifasını istediler.
İstanbul 10 gün boyunca isyancıların kontrolünde kaldı. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi olan Selanik’te seferberlik ilan edildi. Derhal Hareket Ordusu olarak adlandırılan 20-25 bin kişiden oluşan bir ordu kuruldu. Komutanlığını Hüsnü Paşa’nın, Kurmay Başkanlığı’nı Kolağası Mustafa Kemal’in yaptığı bu kuvvet 15 Nisan akşamı trenlerle İstanbul’a hareket etti. İstanbul’a girmeden önce komuta değişikliği yapıldı. Ordu komutanlığına Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanlığına İttihatçıların parlayan yıldızı Binbaşı Enver atandı. 23 Nisan gecesi orduya İstanbul’a girme emri verildi. 24 Nisan günü akşama kadar süren çatışmalardan sonra isyan tamamen bastırıldı.
27 Nisan 1909’da toplanan Meclis, ayaklanmanın arkasındaki güç olmakla suçlanan II. Abdülhamit’i oy birliği ile tahttan indirerek yerine kardeşi Mehmet Reşat’ı geçirmeye karar verdi. Padişaha bu kararı tebliğ etmek için oluşturulan heyette Osmanlıların birlikteliklerinin devam etmekte olduğunu göstermek maksadıyla iki Müslüman, bir Ermeni ve bir Yahudi milletvekiline yer verildi. Heyet aynı gün Yıldız Sarayı’na giderek kararı tebliğ etti.
Bu arada hızlı bir soruşturma yürütülerek ayaklanmaya karıştığı tespit edilen 70 kişi şehrin değişik yerlerinde kurulan sehpalarda idam edilirken, yüzlerce kişi hapis ve sürgün cezalarına çarptıtıldı.
31 Mart olayı uzun yıllar boyunca Kemalist tarihçiler tarafından İttihatçı kökenlerinin de etkisiyle kestirmeden “irticai faaliyet” olarak yazıldı. Ama bunu yaparken İttihatçıların Meşrutiyet’in ilanından itibaren uygulamaya başladığı baskıcı politikaların sadece dini çevreleri değil, liberal düşüncede olanların da tepkisini çektiğini görmezden geldiler. Hemen herkesi İttihatçı fedailer tarafından öldürüldüğünde birleştiği, Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi Bey dinci değil, Prens Sabahattin çevresinden liberal bir gazeteci idi. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelmiş ve İttihatçıların uygulamalarını sert bir dille eleştiren yazılar yazmıştı. Aşağıdaki dörtlük bir dini çevreden birine değil, istibdat döneminde II. Abdülhamit’e ve çevresindekilere en ağır eleştirileri yapan Şair Eşref’e aittir.
“Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela sonra ağlatırlar ananı.”
Dolayısıyla ayaklanmayı “gericilerin” çıkardığını iddia etmek kolaycılıktan ibarettir. Fakat resmi tarih ilelebet ilk yazıldığı gibi kalmıyor. Nitekim AKP hükümetleri döneminde bu “irticai faaliyet” iddiası kitaplardan yok oldu. Henüz ders kitaplarında değil ama basında ayaklanmanın bizzat İttihatçılar tarafından çıkarıldığı yüksek sesle söylenir oldu.
Bunlar özellikle sonuçlardan yola çıkarak bu iddialarını kanıtlama yoluna gidiyorlar. Gerçi ayaklanmanın İttihatçıların işini kolaylaştırdığı çok açıktır. Öncelikle gelişmeleri çok iyi değerlendirerek kendilerine rakip olabilecek bütün siyasî grupları etkisiz hale getirdiler. İkincisi öteden beri gerçekleştirmek istedikleri ordudaki Tasfiye-i Rüteb Kanunu’nu tanzim ederek alaylı subayların tasfiyesi işini hızlandırdılar. Üçüncüsü II. Abdülhamit’i tahttan indirerek geriye dönüşün yollarını büyük ölçüde kesmiş oldular. Ama bütün bunlar ayaklanmayı onların çıkardığını kanıtlamıyor. Nitekim ayaklanmacı askerler ilk iş mektepli subayları tutukladılar ve iki tanesini de katlettiler. Bununla da yetinmediler Meclis başkanı Ahmed Rıza Bey’e benzediği için Adliye Nazırı Nâzım Paşa’yı, İttihatçıların en önemli gazetecilerinden Hüseyin Cahit Bey zannederek Lâzkiye Milletvekili Aslan Bey’i öldürdüler. Yani ayaklanmayı İttihatçıların çıkardığı iddiası da boşa düşüyor.
Anlaşılan gerçek ikisinin arasında bir yerde. Ayaklanma birden fazla etkenin birleşmesiyle başlıyor ve İttihatçılar bu olayı avantaja çeviriyor. Tıpkı 1926’da Mustafa Kemal’in İzmir Suikasti’ni kullanarak bütün muhalefeti tasfiye etmesi gibi 31 Mart olayı da İttihatçılara “Allahın bir lütfu” oluyor.