TEMEL KARATAŞ yazdı – FETÖ denilen örgüt AKP iktidarının iktidarda kalmasını sağlayan en önemli güçtü. Bu darbe girişimi sonrası başlayan operasyonla AKP bir anlamda kendi gücünü tıraşlıyor. Bu da iktidar dahil herkesin bildiği, cuntaya dahil olan ancak pazarlıklar sonucu darbe girişiminden desteğini çeken Kemalist kanadı güçlendiriyor.
TEMEL KARATAŞ
1990’lı yıllardan bu yana devlet kademelerinde örgütlendiği bilinen bir yapılanmanın 15 Temmuz hazin vakasıyla “taçlanması” tuzu da kokuttu! Bir toplu zıvanadan çıkma, toplu körleşme ve sağırlaşma hali, bırakın Cumhuriyet tarihini dünya tarihinde benzeri görülmemiş şekilde artarak gidiyor. Bu konuda birçok şey yazıldı, çizildi ve daha uzun süre de yazılacak. Çünkü bilinmezleri, soru işaretleri ilk andan bu yana giderek artan bir vaka bu. Cnntürk’ün havuzbaşı görevini üstlenmesiyle, medyanın liderliğinde bir kuru gürültü hali var. Bir gürültü patırtıyla, aslında olup biteni örtme hali…
Medyanın haline bakarsak, ya her şey iktidar için mucizevi bir şekilde yolunda gidiyor ya da geri planda şartları pek ağır bir pazarlık söz konusu. Pazarlık… Sanırım ilerde çamur çöküp su berraklaştığında meselenin göbeğinde oturan, en sık kullanılacak kelime olacak! Görünen o ki yaşananlar arka plandaki gizli-açık kirli pazarlıkların meyvesi.
Bu pazarlıkların ayrıntısını bilemesek de içeriğini ya da sonucunu aşağı yukarı kestirebiliyoruz. Bu darbe girişimiyle net olarak ortaya çıktı ki FETÖ denilen örgüt AKP iktidarının iktidarda kalmasını sağlayan en önemli güçtü. Bu darbe girişimi sonrası başlayan operasyonla AKP bir anlamda kendi gücünü tıraşlıyor. Bu da iktidar dahil herkesin bildiği, cuntaya dahil olan ancak pazarlıklar sonucu darbe girişiminden desteğini çeken Kemalist kanadı güçlendiriyor. AKP, cemaat gücünden mahrum kalınca, kendi gücünün yalnızca bir lider ve ona bağlı bir topluluktan ibaret olduğunu gördü. Üstelik bu topluluğun rasyonel hiçbir yanı olmadığı gibi demokrasiye de sempatisi yok.
KONDA’nın yaptığı anketle de tescillendiği gibi, darbe girişimi sonrası sokağa çıkanların büyük çoğunluğu AKP’li idi ve yalnızca %8’i darbeye direnmek için sokağa çıkmıştı. Diğer nedenler rasyonellikle açıklanamayacak nedenlerdi. Hal buyken, yani anlaşılan AKP bunca yıl sonra bile devletin önemli kademelerinde kendine yer bulacak donanımlı kadroyu üretememiş ve FETÖ’den yararlanmışken, boşalan kadroları yine ilk aşamada kendisiyle dolduracak gücü yoktur. İşte bu kadrolar, yani kısacası devlet yeni ortağa geçici olarak devredilecek, ancak bu ortağın eski hasım ve “kadim sahip” olması işleri erken zamanda bozacaktır. Yani darbe bu sefer karşı yakadan gelebilecektir. Ancak bunun askeri bir darbe olmayacağı 15 Temmuz’da net olarak görülmüştür. Çünkü başarılı bir askeri darbe bu ülkede yüzlerin değil, on binlerin kanını dökerek mümkündür ve bu kan üzerine bir hakimiyet kurmak mümkün olamaz.
Cemaati mi anlatıyorlar tarikatı mı?
Ekranlarda yaşanan, itiraflarla, imalarla, tehdit ve şantaj oyunlarıyla süren garabetin en önemli unsuru elbette eski cemaatçiler. 17/25 Aralık’ın ardından iktidar tarafından FETÖ adıyla terör örgütü olarak anılan cemaat, sadece AKP’nin değil Türkiye’nin yakın tarihindeki pek çok siyasi iktidarın ya ortağı ya destekçisiymiş anlaşılan. Ancak cemaat hep desteklenen, palazlandırılan konumunda. Gerek o dönemleri gerekse cemaatin üst katmanında olup bitenleri anlatan birçok sima ekranlarda turlayıp itiraflarda bulunuyor. Kimisi bilindik hikâyeleri anlatsa da kimisi akıl almaz itiraflarda bulunuyor. Cemaatle uzaktan yakından ilgisi olmadığı bilinenler gözaltında, belki kimisi tutuklu; Gülen’in bizzat yanı başında bulunup iş tuttuk diyenler ortalıkta, ekranlarda.
Bu da sürecin garabetlerinden biri. Bazı itirafçıların propaganda sürecinin unsurları olduğu belli. Hatta o kadar belli ki, neredeyse her kanalda Gülen’in meczup, pis, yanına yaklaşılmaz bir adam olduğunu anlatıp duruyor. Bazı itirafçılar da onun “zırdeli” olduğunu kanıtlamaya çalışıyor! Oysa anlatılan hikayeler yalnızca cemaati değil, aslında tarikat yapılanmalarının birçoğunu kapsar nitelikte. Hatta bazen konuşmacının aktardığı heyecanlı hikâyeye kapılan sunucular, konukların müdahalesiyle kendine gelebiliyor. Çünkü cemaate yapılan “kötülemelerin” çoğu AKP’ye de uyuyor! Sloganlar ve söylemler bir kesimin düne kadar AKP için, zamanında Refah ve Saadet Partisi için kullandıklarının bire bir aynısı: Bunlar dini istismar etti! İşin ironik tarafı siyasi islamın siyasi islamla mücadelesi, besmeleyle darbeye çıkanlarla salalarla sokağa çıkan kalabalığı karşı karşıya getirdi. Bu iki taraf arasındaki tarih, kültür ve çıkar ortaklıkları hesaplaşmanın yapılmasını zorlaştırıyor ve bir kutupta beş benzemezi bir araya getiriyor. Yeni çatışmaları art arda üretmesi kaçınılmaz olan bu zemin akıl almaz yeni birliktelikleri de beraberinde getirebilir, ki getirmeye başladı bile.
17 Aralık’ta kaçan kurtuldu mu?
İtirafçıların tümünün ortak yanı, bir zamanlar o yapının merkezinde yer almış olmaları. Hem de öyle birkaç ay değil, on yıl, yirmi yıl! Yirmi yıl Gülen’in mehdiliğine inanmış cemaat mensubu, şimdi çıkıp ekranda “şeyhine” zırdeli, şarlatan, psikopat vs. diyebiliyor. Hepsi bir zamanlar bu yapının içinde yer almış. Peki bu bir zamanlar hangi zamanlar, onu tam olarak biliyor muyuz? Örgütün bir üyelik giriş ve çıkış tarihi mi var? Eğer varsa hangi tarih bir af sürecidir? 17 Aralık sonrası mı? Eğer böyleyse hangi hukuki zemine dayanarak bu böyledir? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını veremeyen bir yapıya en azından hukuk devleti denemez. Çünkü hukuk devleti, itirafçıları medya maymunu olarak değil, tanık ya da sanık olarak değerlendirir.
Neydi 17 Aralık? Ülkenin başbakanının ve aile fertlerinin dahil olduğu iddia edilen bir yolsuzluğa yapılan operasyon… Ses kayıtları da bu iddianın önemli bir kısmını doğrular nitelikteydi. Ancak iddiaya konu olan kişinin Tayyip Erdoğan olması FETÖ’yü doğurdu. Mesele sorgulanamadı. Şimdi de yaşanan aynıdır. Cemaat için iddia edilen tüm suçlamalar dönüp dolaşıp AKP çevresi ve Tayyip Erdoğan’a da çıkıyor. Zaten bu gerek Erdoğan gerekse AKP’nin de kabulü. Ancak Tayyip Erdoğan “kandırıldık” dediği gün mesajı alıp tarafını seçenler yargılamadan muaf olacaklar. Çizilen tablo bu. Ancak bu tablonun neyle, nasıl, hangi hukuksal prensip ve yasalarla çizildiği belli değil. Çünkü çizilen bu tablonun tek dayanağı Tayyip Erdoğan’ın “kandırıldık” itirafı. Yasa da bu, kural da! Hal böyle olunca dünyanın ve Türkiye’de %40’lara varan bir kesimin anlayamadığı, kabul edemediği bir durum çıkıyor ortaya. İşte bu adaletsizlik üzerine kurulan yeni Türkiye rejiminin kod adının “demokrasi” konması, bu yeni rejimde neyin olmayacağının en açık göstergesi: Hukuk ve demokrasi!