“Ağrı’da Kürtçe şarkı ve halay gözaltılarında 1 tutuklama”, “Hakkari’de düğünlere ‘Kürtçe şarkı ve halay’ baskını”, “İstanbul’da ‘Kürtçe halay’ gerekçesiyle 11 tutuklama”, “Aydın’da asker uğurlamasında Kürtçe halay çeken asker tutuklandı”, “Siirt’te Kürtçe şarkı ve halay gözaltılarında 2’si çocuk 4 tutuklama”, “DEM Parti Van İl Örgütü’ne halay baskını, gözaltılar sürüyor…” Bu başlıklar son birkaç günün haber manşetlerinden.
Gidişatın, tüm mağdurların üye ya da seçmenleri olduğu DEM Parti’nin dikkatini çekmemesi düşünülemezdi. DEM Parti Van İl Eş Başkanları’nın da aralarında olduğu birçok kişinin bir önceki sabah gözaltına alındığını hatırlatan Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Belli ki birileri bazı güçler ya da odaklar geçmişten çok iyi tanıdığımız bildiğimiz bir blok ya da bloklar harekete geçmiş durumda. Bir başka deyimiyle ırkçılar iş başında. Bir avuç olsalar da seslerini gür çıkarmaya çalışan linçler ve ırkçılık yapmak için yeni saldırılar düzenlemenin peşinde ve bunlar iş başına geçmiş durumda” dedi.
Doğan’ın haksız olduğunu düşünmek için bir neden görünmüyor. Üstelik yalnızca o da değil, Erdoğan rejiminin istikrarlı savunucularından Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi de olan bitenlerde bir “bit yeniği” olabileceğine mim koymuş. Selvi’ye göre, elbette “suç”, Kürtlerde. Onlar, kendilerini tutuklatmak için uğraşıyorlar. Plan (!) da bu: “Önce Mersin’de başladı. Bir grup genç halay çekerken PKK ve Öcalan lehine slogan attı. Sonra da bunu sosyal medya hesabından yayınladılar. Sonra bir grup kadının halay çekerken terör örgütü lehine slogan attığı görüldü. Onlar da sosyal medya hesabından yayınladılar” diyor, gazeteci-yazar!
“Belli ki niyetleri halay çekmek değil terör örgütünün propagandasını yapmak. Ardından terör örgütü propagandası yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındılar.”Selvi sağolsun “Halay çekmek serbest […]” demiş. “Orada sorun yok.Terör örgütü propagandası yapmak yasak. Bu da doğru.” Öyleyse ne? Sıra muammayı çözmeye geliyor: “Ancak burada çok ince bir çizgi var[mış]. Belli ki terör örgütü halay üzerinden bir sivil itaatsizlik eylemi planlıyor[muş].Terör örgütlerinin özelliği[ymiş]; masum olan her şeyi istismar etmek, meşru olan haklar üzerinden tuzak kurmak isterler[miş]. Temiz olan her şeyi kirletirler[miş].
“Aman dikkat!” ara başlığının ardından Selvi, tuzağı çözümlüyor: “Ama bunların üzerine devlet olarak gidiliyor, halay çeken kadınlar evlerinde gözaltına alınıyor gibi bir hava vermeyelim. Halay çekenlere operasyon yapılıyor gibi bir algının oluşturulmasına fırsat tanımayalım. Çünkü bu bir tuzak. Bu tuzağa düşmeyelim.” Düşmeyelim de tuzak ne için? “ABD’nin Suriye’de PKK’ya bir devlet kurdurma projesi varken, biz bir halay üzerinden terör örgütüne bir istismar zemini kazandırmayalım” diyor analist ve “Peki ne yapalım?” diye soruyor. El cevap: “İlmi siyasetle hareket edip bu olayın kitlesel bir eyleme dönüşmesine fırsat vermeyelim. Kürt de bizim, Türk de bizim, halay da bizim, türkü de bizim…”
İşte büyük çözümleme! Uygulamalı proje maketi de jandarma özel harekat sosyal medya hesaplarından takdim edilmiş: “Türk bayrağı altında halay çeken Kürt kardeşlerimiz. İşte vatansever Kürtler. Bizim öfkemiz teröriste.” Görüntüde profesyonel film kameraları önünde çılgın bir tempoda tepinen korucu aşiret mensuplarının video klip numunesi.
Selvi’nin yazıları hapishane karavanası gibidir. Hapishanede aklı başında mahkûm ne kadar aç da olsa önüne getirilen karavanayı kaşıklamakta telaş etmez. Ama, bilir ki, ilk bakışta yenemez görünmesi, karavananın besleyici değeri olmadığı anlamına da gelmez. Kuru fasulye, mercimek veya nohut, yağı, suyu ve sosundan yıkanarak ayrıştırıldığında geride daima yenebilir bir miktar gıda kalır. Ne yemeğiyse artık, bakliyat özgün niteliğine iade edildiğinde ihtiyaç ve zevkinize ve elbette imkanlarınıza ve yeteneklerinize göre, bir yemek pişirmeye başlayabilirsiniz. Selvi’nin yazıları da öyle: İçindeki başlıca gıda daima devlette dönen dümenlerin ham maddesidir. Ama “analistin” size sunduğu karışımı yutacak olursanız olan bitenin bilgisini değil, olan biten hakkında devletin düşünmenizi uygun bulduğu kurguyu sindirmeye başlamanız işten bile olmaz.
Selvi’nin anlatısını bileşenlerine ayırıp “liberal”, “Kürtçü” Erdoğan sosunu diğer ıvır zıvırla beraber lavaboya döktüğünüzde Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de Kürt kimlik ve kültürünü güneşli havada düşen yıldırım gibi çarpmaya başlayan saldırıların esasen bir rejim planı olduğundan emin olabilirsiniz. Neredeyse 15 yıldır, Yargıtay, AYM, AİHM kararlarıyla kamusal alanda Öcalan’dan “Bijî Serok Apo”, “Brêz Öcalan”, PKK’den “Gerilla” olarak söz edilmesi yasallaşmışken, bu içerikteki şarkı sözlerini ve tezahüratı yansıtan eğlenceleri, sosyal medya “selfieler”ini ve mesajlarını “terör propagandası” diye hedefe koyanların kendilerinin göz göre göre bir “itaatsizliği” tetiklemeye yöneldiklerini keşfetmek için çok fazla istihbarat da istemez, PKK “sivil itaatsizlik planı yapıyor, devletimiz oyuna gelmesin” çok bilmişliklerine itibar etmek de gerekmez. Ama bu mizenformasyonu ayakları üzerine oturtmak pekâlâ mümkündür: Besbelli, Ankara’da, üç parçada ortak harekât hazırlıklarında belli bir aşamaya gelindiği tespitiyle Kürtlerin Kuzey’deki kazanımlarını tırpanlamak üzere girişeceği operasyonlar için psikolojik harekat planlarını uygulama evresine giriliyor.
Aslında, bu kadar da değil. Erdoğan’ın “sokak hayvanlarını öldürme” yasasını TBMM tatile girmeden çıkartmak için TBMM’de yürüttüğü yıkıcı propaganda ve sahadaki itlaf hazırlıkları, İsrail’e yönelik olarak sözünü açtığı “saldırı planları”, Kürdistan’ın üç parçasında uygulamak için fırsat kollanan Kürtlere yönelik saldırı hazırlık ve imalarının uçları bu tarihsel konjonktürde birbirine bağlanıyor. DEM Parti İzmir Milletvekili Burcugül Çubuk’un “sokak hayvanlarını öldürme” tasarısına karşı TBMM Genel Kurulu’ndaki konuşması karşı karşıya olduğumuz risklere bütüncül bir perspektiften bakmaya davet ediyor: “[…] Bu yasaya karşı olmak için bir insan olarak kendi yaşam hakkınıza, doğanın bütünlüğüne, geleceğe, özgürlüğe inancınız olsun yeter, çünkü bu yasayla birlikte faşizm şunu yapmak istiyor: Bu, bir geçiş şiddetidir ve arkasından bütün şiddet sarmalı büyüyecektir; bireysel silahlanma çağrıları yapılıyor […].
Kürtler, kendilerine Selvi aracılıığyla iletilen “itaatkâr halay” teklfini bilfiil reddederek kendi cephelerinden anında yanıt verdiler. Bu konjonktürde Kürtlerin son 30 yılın kazanımlarını koruma refleksiyle, yaşadıkları ve bulundukları her yerde halaya durarak düşman hukukuna meydan okumalarına destek vermek bir kartopu gibi büyümekte olan “yaşamın kendisine düşmanlık”a direnişin en güçlü dinamiklerinden birini oluşturuyor.
Hayvanların hakları adına TBMM’de ayaklanan “yaşam savunuculuğu”, insanların kendi doğal ve kentsel yaşantılarını nasıl kurmak istişyorlarsa öyle kurma iradesini dünyaya ilan etti. Ama “yaşam savunuculuğu”, bu konjonktürde kendisini “Kürtlerin nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşama hakkı” mücadelesinin doğal müttefiki olarak konumlandırmadıkça, bütün yaşamlarla ortaklaşmadıkça özgül hedeflerinin gerisine düşeceğini bir kez daha idrak etmiş olmalıdır.
“Yaşam hakkı savunculuğunun” sahada bilfiil kadınlar eliyle yürütülüyor olması kadın mücadelesinin bütün toplumsal mücadelelerle kesişimsel karakterini bir kez daha göze batırmış olmalıdır. Sokak hayvanlarını tehdit eden şiddetin, zıvanasından kurtularak işçi sınıfının yaşam ve mücadele hakkının kapılarına dayanmakta olduğunu görmek için TÜİK’in bütün yasaları ve mahkeme kararlarını çiğneyerek giriştiği işçileri “açlıkla terbiye” saldırısı hiç kuşkuya yer bırakmayacak kuvvetle ifade edilmiş, işçi sınıfına bütün ezilenlerin öncüsü olma misyonunun neden düştüğünü bir kez daha bilince çıkarmıştır.
Bu biyopolitiğin ezilen halkları, ezilen sınıfları, ezilen cinsiyetleri topyekun tehdit ettiği ve bu şiddet düzeylerinin bir total hakimiyet düzeni olarak birbirine bağlandığı böylesine görünür olmuşken buna bir ortak politik yanıt oluşturma görevini gündeme almamak, bir toplumsal ve ekolojik ittifak için kolları sıvamamak düşünülemez bile. İtaatkar halay, nasıl bir özgürlük ve kardeşlik simgesi değil, esaretin folklorik tercümesiyse, öteki ezilenlerle bakışmaktan uzak duran her muhalefet dinamiği de, kendisini zalimin zulmüne terk etmiş gururlu bir münzeviden başka bir şey değildir.
“Kadın, yaşam, özgürlük” çağrısını ve ona vücut veren hareketi doğuran bu topraklarda, çaresizlik -ev çiye?
* * *
Veysi Sarısözen’in, esasen kendisini doğrudan ya da dolaylı hedef almayan eleştirilerimi üstüne alınarak başlattığı tartışmayı “barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar” vecizesine vücut verebilir umuduyla selamlamıştım. Ama görüyorum ki efkâr ortadan kalkınca müsademeden ne barika doğuyor ne hakikate varıyoruz, elde kalan şu kadarcık saygı da şehadetin eşiğine geliyor. İşimize bakalım.