İşsizlik, 1929 Büyük Buhran’ından bu yana, dünyada ve Türkiye’de daha önce görülmemiş bir düzeye ulaştı. Yüksek işsizlik oranları emekçi sınıflar için trajik sonuçlar üretirken, bu sorunu, kadınlar ve gençler (hatta eğitimli gençler), farklı etnisite mensupları, daha da acı biçimde yaşamak zorunda kalıyorlar.
Eurostat verilerine göre, 17 ülkeden oluşan Euro Bölgesinde Ocak 2013’te işsizlik oranı yüzde 12 (19 milyon) ve 27 ülkeden oluşan Avrupa Birliği’nde yüzde 11’e (26 milyon) ulaştı. Üye ülkeler arasında en düşük işsizlik oranları, Avusturya, Almanya ve Lüksemburg yüzde 5 ve Hollanda’da yüzde 6 olarak gerçekleşti. Diğer taraftan yüksek işsizlik oranları ile anılan ülkelere bakıldığında, bu oranın Yunanistan’da yüzde 26, İspanya’da ve Portekiz’de yüzde 18 olduğu görülecektir. Oysa kriz durumunda olmayan kapitalist bir ülkede, kabul edilebilir işsizlik oranının yüzde 2-3 düzeyinde olması beklenir.
Türkiye’de işsizlik oranı Euro Bölgesi ortalamasını yakalamıştır. Nitekim TÜİK Aralık 2012’de işsizlik oranını yüzde 10 olarak açıkladı. Ancak tarım-dışı sektörlerde bu oran yüzde 12’yi ve gençler arasında yüzde 20’yi buluyor.
Türkiye’de işsiz sayısı resmi rakamların çok üzerinde
Kapitalist üretim tarzına özgü özellikler nedeniyle, gerek Avrupa ülkeleri, gerekse Türkiye için açıklanan resmi işsizlik oranları gerçeği yansıtmıyor. Gerçek işsizlik oranlarını hesaplayabilmek için başka göstergelere de bakmak gerekir. Bunlardan biri işgücüne katılma oranıdır. TÜİK işgücüne katılma oranını, işgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus (15 yaş ve yukarı) içindeki payı olarak tanımlamaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’de işgücüne katılım oranı TÜİK verilerine göre (Aralık 2012) yüzde 50’dir. Yani Türkiye’de çalışma çağında olan her iki kişiden biri iktisaden aktif değildir. Bu oran erkeklerde yüzde 71 kadınlarda ise yüzde 30 civarında. Avrupa Birliği’nde (EU-27) ise bu oran 2011 yılında yüzde 71’in üzerinde. Bu oran erkeklerde yüzde 78 kadınlarda ise yüzde 65 civarında.
Türkiye’de işgücüne katılım oranının düşüklüğünün nedeni, bu yaş grubu içinde, üniversite öğrencilerinin (4 milyonun üzerinde), yetiştirme yurtlarındaki gençlerin, özel nitelikli hastane, hapishane ve askeri kışla vb. yerlerde ikamet edenlerin (1milyona yakın), ayrıca emeği görünmeyen milyonlarca “ev kadını”nın yer almasıdır. Bunlar işgücü piyasasına katılmadıkları için resmi olarak işsiz sayılmıyorlar. Oysa bu geniş kitle fiilen işsiz konumundadır. Resmi işsizlik oranının gerçeğin çok altında olmasının bir diğer nedeni TÜİK’in ‘işi olana’ ilişkin tanımıdır. TÜİK haftada bir saat dahi çalışanı istihdam edilenler arasında saymaktadır. Yani istihdam edilenlerin çok büyük bir kısmı eksik istihdam edilmektedir. Bu iki faktörü de dikkate aldığımızda Türkiye’de gerçek işsizlik oranının yüzde 20’nin üzerinde, gençlerde ise bu oranın çok daha yüksek olacağı ileri sürülebilir.
Burjuva ideologlarına göre işsizlik ya tembelliğin ya da yeteneksizliğin/eğitimsizliğin ya da iklimsel faktörler nedeniyle ortaya çıkan ekonomik durgunlukların veya iş döngülerinin bir sonucudur ve geçicidir. Böyle tanımlanan bir işsizlik bu iktisatçılara göre reel ücretlerin düşürülmesi ve esnek istihdam politikalarıyla işgücü talebinin artırılması ile ortadan kaldırılabilir.
Oysa Marksistler işsizliği, tıpkı iktisadi krizler gibi kapitalist üretim tarzına içkin bir olgu olarak görürler. Burjuva iktisatçıların teknolojik işsizlik biçiminde teknolojiye atfettikleri işsizlik, Marksist teoride sermayenin organik bileşimindeki artışın yol açtığı işsizliktir. Bunun sonucunda Marx’ın tanımladığı gibi, bir “yedek sanayi ordusu” oluşur. Böyle bir işsizler ordusu kapitalizm için son derece işlevseldir. İşsizler, ücretleri baskılamak, örgütsüzleşmeyi sağlamak, sınıf örgütü olan sendikaları etkisiz hale getirmek ve kriz zamanlarında sınıfa karşı faşizan/şovenist eylemlerde kullanılmak üzere bir kenarda tutulurlar. Ayrıca işsizliğin bu biçimde kapitalistlerce ‘istenir’ olması ulusal düzeyde kalmamıştır. Küreselleşme ile birlikte dünya ölçeğinde bir yedek sanayi ordusundan söz etmek mümkündür. Diğer taraftan sosyalist toplum kaynaklar demokratik olarak planlandığı ve sosyal ihtiyaçları karşılamaya dönük olarak tahsis edildiği için işsizliğin olmadığı bir toplumdur.
Son olarak, işsizlik kapitalizmin ürettiği “insanlık suçları”ndan biridir. İnsan ve toplum üzerinde tahrip edici çok derin etkiler yaratır. Ama işsizlik aynı zamanda burjuvazinin güvencesiz, esnek, sendikasız, ucuz işçi kullanımı biçimindeki yeni stratejisinin en temel dayanaklarından bir tanesidir. Bu nedenle sınıfın sosyalist partisi işçiler ve emekçiler içinde örgütlendiği kadar işsizler içerisinde de örgütlenmek zorundadır.