İsrail’in apartheid rejimi altında Filistinliler ister Gazze’de, ister Doğu Kudüs’te yaşasınlar, ister El Halil’de, isterse de İsrail’de, yaşadıkları her yerde aşağı bir ırksal grup muamelesi görüyor ve haklarından sistematik olarak yoksun bırakılıyorlar.
Uluslararası Af Örgütü, “İsrail’in Apartheid Rejimi: Filistinlilere Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” başlıklı 280 sayfalık kapsamlı bir rapor yayınladı.
Rapor, İsrailli yetkililerin Filistin halkına karşı nasıl bir baskı ve tahakküm sistemi uyguladığının ayrıntılarına yer veriyor. İsrailli yetkililerin Filistinlilere yönelik uygulamalarıyla suç işledikleri belirtiliyor, bu suçun İsrail ve işgal altındaki Filistin toprakları ile yerinden edilerek diğer ülkelere sığınan Filistinlileri kapsayacak kadar geniş olduğunun altı çiziliyor.
Filistinlilerin topraklarına ve mülklerine kitlesel boyutta el koyma, zorla yerinden etme, aşırı sert dolaşım kısıtlamaları ve Filistinlileri uyruk ve vatandaşlıktan yoksun bırakmanın, uluslararası hukuk gereğince apartheid kapsamına giren bir sistemin unsurları olduğunu belgeliyor.
Uluslararası Af Örgütü tüm bu ihlallerin, insanlığa karşı işlenen bir suç olarak apartheid suçu oluşturduğu tespitinde bulunuyor ve İsrailli yetkililerin hesap vermesi gerektiğini belirtiyor. Örgüt, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM), İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda süregelen soruşturmasında apartheid suçunu değerlendirme çağrısı yapıyor ve tüm devletleri, apartheid suçunun faillerini adalet önüne çıkarmak üzere, evrensel yargı yetkisini kullanmaya çağırıyor.
İsrail demografik çoğunluk sağlama politikası yürütüyor
İsrail, 1948’de kurulduğundan bu yana Yahudilerden oluşan bir demografik çoğunluk sağlama ve bunu sürdürme politikasının yanı sıra toprakların ve kaynakların kontrolünü Yahudi İsraillilerin yararına en üst düzeye çıkarma politikası izledi. 1967’de İsrail bu politikayı Batı Şeria ve Gazze’yi de kapsayacak şekilde genişletti. Bugün, İsrail’in kontrol ettiği tüm topraklar hâlâ Filistinlilerin aleyhine, Yahudi İsraillilere avantaj sağlayacak şekilde idare edilirken Filistinli mülteciler dışlanmaya devam ediyor.
Rapor, art arda gelen İsrail hükümetlerinin Filistinlileri demografik bir tehdit gibi değerlendirdiğini ve hem İsrail’de hem de İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda varlıklarını ve toprağa erişimlerini kontrol etmeye ve azaltmaya dönük uygulamalara başvurduğunu gösteriyor. Bu demografik amaçlar, İsrail’in ve Doğu Kudüs’ü de kapsayan Batı Şeria’nın topraklarını “Yahudileştirme”ye dönük resmi planlarla ortaya konuluyor ve bu planlar binlerce Filistinliyi zorla yerinden edilme riski altına sokmayı sürdürüyor.
İsrail’in tüm bölgelerde Filistinlilere yönelik muamelesi; toprakların ve kaynakların dağılımında Yahudi İsraillilere öncelik verme ve Filistinlilerin varlığını ve topraklara erişimini en aza indirme amacına hizmet ediyor.
İsrail yetkililer, Filistinlileri Yahudi olmayan, Arap statüsüyle tanımlıyor ve onlara aşağı bir ırksal grupmuş gibi davranıyor. Bu ırk temelli ayrımcılık, İsrail’in ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın dört bir yanında Filistinlileri etkileyen yasalarla takviye ediliyor.
1947-49 ve 1967’deki çatışmalar sırasında yerinden edilen Filistinli mülteciler ve onların torunları hâlâ eski ikamet yerlerine geri dönüş hakkından yoksun bırakılıyor.
Rapor, ırkçı arazi gaspları ve arazi tahsisi, imar ve planlamasında başvurulan ayrımcı yasalar ağının bir sonucu olarak Filistinlilerin İsrail’in devlet arazisinin %80’ini kiralamaktan nasıl etkin bir biçimde alıkonulduğunu da belgeliyor.
68 bin civarında kişinin yaşadığı 35 Bedevi köyü İsrail tarafından “tanınmıyor”. Bu nedenle bu köyler ulusal elektrik ve su kaynaklarından faydalandırılmıyor ve devamlı olarak yıkımların hedefi oluyor. Köylerin resmi statüsü olmadığı için sakinleri de siyasi katılımda kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor ve sağlık ve eğitim hizmetlerinden dışlanıyor. Zorla yerinden etmeye varan bu koşullar birçok insanı evini veya köyünü terk etmeye zorluyor.
Filistinli İsrail vatandaşlarına yönelik on yıllardır bilinçli bir şekilde sürdürülen eşitsiz muamele, onları Yahudi İsraillilere kıyasla ekonomik açıdan devamlı olarak dezavantajlı hale getiriyor. Bu durum, kamu kaynaklarının açıkça ayrımcılık içeren bir biçimde dağıtılmasıyla daha da ağırlaşıyor.
Filistinliler mülksüzleştiriliyor
Filistinlilerin evsiz bırakılması ve yerinden edilmesi, İsrail’in apartheid sisteminin kritik bir unsurudur. İsrail devleti, kuruluşundan bu yana Filistinlilerin arazilerine çok geniş çapta ve zalimane bir biçimde el koyuyor ve onları küçük, kuşatılmış yerleşimlere sıkıştırmak için sayısız yasa ve politika uygulamaya devam ediyor.
Doğu Kudüs’te Filistinlilerin mahalleleri sıklıkla, İsrail hükümetinin tam desteğiyle, Filistinli aileleri yerinden etmek ve evlerini yerleşimcilere vermek için çalışan yerleşimci örgütleri tarafından hedef alınıyor. Böyle bir mahalle olan Şeyh Cerrah’ta, yerleşimcilerin açtığı bir dava nedeniyle tehdit altında olan evlerini korumak için mücadele eden aileler Mayıs 2017’den beri sık sık protestolar düzenliyor.
Aşırı sert dolaşım kısıtlamaları
İsrail yetkilileri, 1990’ların ortalarından beri İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan Filistinlilere gitgide daha katı dolaşım kısıtlamaları uyguluyor. Askeri kontrol noktaları, bariyerler, çitler ve diğer yapılardan oluşan bir ağ, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda Filistinlilerin dolaşımını kontrol ediyor ve İsrail’e veya yurtdışına seyahatlerini kısıtlıyor.
Filistinliler evlerine girmek ve evlerinden çıkmak için çok sayıda özel izin almak zorunda. Gazze’de 2 milyonun üzerinde Filistinli İsrail ablukası altında yaşıyor ve bu durum insani bir kriz yaratıyor. Gazzelilerin yurtdışına veya İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın diğer bölgelerine seyahat etmesi neredeyse imkansız ve dünyanın geri kalanından tecrit edilmiş durumdalar.
Uluslararası toplum, İsrail’in apartheid rejiminin hakikatiyle yüzleşmeli
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard konu hakkındaki açıklamasında, “Raporumuz, İsrail’in apartheid rejiminin gerçek boyutlarını ortaya koyuyor. Filistinliler ister Gazze’de, ister Doğu Kudüs’te yaşasınlar, ister El Halil’de, isterse de İsrail’de, yaşadıkları her yerde aşağı bir ırksal grup muamelesi görüyor ve haklarından sistematik olarak yoksun bırakılıyorlar. İsrail’in, kontrolü altındaki tüm bölgelerde açıkça apartheid kapsamına giren; mekansal ayrıştırma, mülksüzleştirme ve dışlama politikaları uyguladığını tespit ettik. Uluslararası toplum harekete geçmekle yükümlüdür. İsrail’e anlayış göstermeyi seçen devletler kendilerini tarihin yanlış tarafında bulacaklar. İsrail’e silah temin etmeye devam eden ve onu BM’de hesap vermeye karşı koruyan devletler uluslararası hukuk düzenini baltalayarak apartheid sistemini destekliyor ve Filistin halkının acılarını daha da artırıyor. Uluslararası toplum, İsrail’in apartheid rejiminin hakikatiyle yüzleşmeli ve adalet doğrultusunda bugüne kadar utanç verici bir biçimde başvurulmamış olan yolları takip etmelidir” dedi.
Apartheid’ı tanımlamak
Apartheid sistemi, bir ırksal grubun diğer bir ırksal grup üzerinde kurduğu kurumsallaşmış baskı ve tahakküm rejimidir. Ciddi bir insan hakları ihlalidir ve uluslararası kamu hukuku uyarınca yasaktır. Uluslararası Af Örgütü’nün dış uzmanlara danışarak gerçekleştirdiği kapsamlı araştırma ve hukuki incelemeye göre İsrail; yasalar, politikalar ve pratikler aracılığıyla Filistinlilere karşı böyle bir sistem uyguluyor ve İsrail’in uzun süreli, zalimane ve ayrımcı muamelesi bunlar yoluyla sağlanıyor.
Uluslararası ceza hukukunda, bir baskı ve tahakküm sistemi içerisinde, bu sistemi sürekli kılmak kastıyla işlenen belirli hukuka aykırı fiiller, insanlığa karşı işlenen apartheid suçu teşkil eder. Bu fiiller Apartheid Sözleşmesi’nde ve Roma Statüsü’nde tanımlanmıştır ve hukuka aykırı öldürme, işkence, zorla yerinden etme ve temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakma bunlar arasındadır.
Uluslararası Af Örgütü bu fiillerin Filistin halkına yönelik sistematik ve yaygın saldırıların bir parçası olduğunu ve bir baskı ve tahakküm sistemini sürekli kılma kastıyla işlendiğini tespit etti. Bu nedenle insanlığa karşı işlenen apartheid suçu teşkil etmektedir.