Erdoğan, Gülen’e seslenirken “Ne istedin de vermedim” demişti. Aynı şekilde Türk-Medya yayın yönetmeni de bu kez Erdoğan’a seslendi “Ne istedin de yapmadık”
Medya, sistemin en önemli ideolojik-politik aygıtlarından biridir. Toplumsal ilişkilerin örgütlendirilmesinde oynadığı rol nedeniyle sistemin en önemli kuvvetlerinden biri olarak görülür. Özellikle devletlerin örgütsel yapısına uygun hareket eden medya, aynı zamanda sistem içi iktidar güçleri arasındaki rekabette de önemli bir işlev görür. İktidar-güç ilişkileri kimin lehine gelişirse, medyanın farklı katmanlarının oynayacağı roller de değişkenlik gösterir.
Sisteme egemen olan Kemalistler, medyatik aygıtları da bütünüyle kontrol etti. Merkez medya denildiğinde esasen Türk-İslam sentezine dayanan bir yapılanmadan bahsetmek mümkündü. Demokrat, ilerici, devrimci, İslamcı, milliyetçi, Türkçü, sıfatlarla piyasada olan birçok medya kurumu, Kemalist rejimin stratejik çıkarlarıyla uyumlu bir yayın politikası izlediler.
Türkiye’nin sosyolojik ve sosyo-politik yapısının değişmesine bağlı olarak sistem ilişkileri çok önemli oranda farklılaştı ve bir bakıma sistem içi yeni güç odakları oluştu. Bu politik gelişmeye paralel olarak medyadaki iktidar ve güç ilişkileri de zorunlu olarak değişti.
Bugün esasen İslamcılaşmış bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle ana akım medya denildiğinde daha çok iktidara yakın olan ve sistem ilişkilerini belirleyen İslamcı bir medyadan bahsetmek mümkündür. İktidarın ilişkilerin değişmesine uyumlu bir şekilde medyada etkin olan Kemalist seçkinler aşamalı olarak tasfiye edildiler ve yerlerini İslamcı seçkinler gelmeye başladı.
Devlet içerisindeki Kemalist-İslamcı denge, politik İslamcı hareket lehine değişmeye başladı. Cemaat ve AKP ittifakıyla etkin bir güç haline gelen ve psikolojik savaşın örgütlendirilmesinin önemli bir aracı haline gelen ‘İslamcı’ medya, aynı zamanda devletin İslamcılaştırılmasında çok önemli bir rol üstlendi.
Son günlerde Türk-Medya grubunda başlayan tasfiyeler, İslamcı iktidar içerisinde kurumsallaşan farklı güç odaklarının rekabetidir. Bir başka ifadeyle İslamcı medyadaki tasfiyenin politik arka planı; İslamcı politik klikler arasındaki iktidar savaşının ve rekabetinin çok daha belirgin olarak ön plana çıkmış olmasıdır. Devlete egemen olan İslamcılar arasında ‘tek’ merkezli politik bir eğilim bulunmuyor. İktidar olanaklarından yararlanmak ve sistemi kendi eğilimlerine göre örgütlemek isteyen İslamcı klikler arasındaki çatışma derinleşiyor.
İslamcı iktidar rekabetinin bir aracı olan medya savaşının bir kaç yönü ön plana çıkıyor. Birincisi Milli Görüş geleneği temsil eden Erdoğan’ın önderliğindeki AKP’nin çoğunluk grubu ile Gülen Cemaati arasındaki iktidar savaşının merkezinde ‘İslamcı’ medya ulunuyor. Her iki taraf, elindeki görsel ve yazılı medyayı çok kapsamlı kullanarak, çatışma ve rekabeti derinleştiriyor. Gülen cemaatin elinde bulundurduğu, Samanyolu, Bugün TV, Kanal Türk TV, Zaman, Bugün, Taraf gibi medya araçlarıyla özellikle Erdoğan’a karşı kapsamlı bir saldırıya girişti. Örneğin 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, Cemaat’in Erdoğan’ı tasfiye etmeye yönelik başlattığı çok önemli bir hamleydi. Tersten Erdoğan merkezli AKP hükümeti de ATV, Star, a haber, Kanal 7 gibi televizyon kanallarını, Star, Akşam, Sabah, Akit, Yeni Şafak gibi gazeteleri kullanarak Gülen cemaatine yönelik karşı bir saldırıya yöneldi.
Gülen-Erdoğan merkezli yürütülen medya savaşı bir bakıma iktidar savaşıdır. Her iki kesim elindeki medya gücünü kullanarak birbirini tasfiye etmeye yönelik politikalarını kesintisizce sürdürüyorlar. Erdoğan, elinde bulundurduğu devlet olanaklarını medya gücüyle bütünleştirmesine rağmen Cemaat’i tasfiye edemiyor. Gülen cemaati ile Erdoğan merkezli medya çatışması, önümüzdeki süreçte çok daha sert bir şekilde artarak devam edecektir.
İkincisi Star ve Akşam gazetelerinde, Star ve Kanal24 televizyonlarında gündeme gelen çok kapsamlı tasfiyelerdir. Gülen cemaati ile Erdoğan merkezli AKP arasındaki çatışmada, Erdoğan’ın yanında saf tutan Türk-Medya grubunda başlayan tasfiyelerin politik arka planı aynı zamanda AKP’nin iç dengelerine dair bize bir kısım fikir veriyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla iktidar-güç ilişkilerinin zamanla değişmeye başlayacağına dair bir kısım veriler ortaya çıkmış durumda. Erdoğan’ın küresel kapitalist sistemin stratejik güçleri tarafından oluşturan bölgesel politik denklemin dışında tutulması geleceğini tartışılır duruma getiriyor.
ABD, Davutoğlu’nu sürecin bir aktörü olarak görmek ve güvenmek istiyor. Başbakan’ın Irak ve Güney Kürdistan ziyaretleri, ABD’nin bölgesel politikalarına yeniden uyum sağlamak bakımından önemli bir adım olarak görülüyor. İran ve Suriye’ye yönelik atacağı adımlar Davutoğlu’nun AKP içerisindeki gücünü artırmada önemli bir faktör olacaktır. Erdoğan, ABD ile uyumlu bir Başbakan’ın kendisi için ciddi bir politik tehlike oluşturacağını biliyor. Bu nedenle Erdoğan’ın bir bakan, hatta bir belediye başkanı gibi davranması, gelecek kaygısından kaynaklanıyor. İç politikanın güçlü bir aktörü olarak AKP’yi doğrudan yönetmeye devam ettirmek isteyen Erdoğan, Davutoğlu’nun politik geleceğinin kendisine bağlı olduğunun mesajını vermek istiyor.
Türkiye’de doğal lider kavramı, Özal örneğinde olduğu gibi kişinin pratik-politik olarak işlevsizleştirilmesi anlamına geliyor. AKP’nin doğal lideri olarak görülen Erdoğan, cumhurbaşkanı sıfatıyla AKP’nin iç dinamiklerine istediği gibi müdahale edemeyeceğini görüyor. Sürecin aktörü olmayan bir Erdoğan, iç politikada etkisizleşerek Ak Saray’da yalnızlaştırılacaktır. Erdoğan’a yön veren dar elit tabaka, hakim oldukları medya gücünü kullanarak Davutoğlu’nun güç olmasını izin vermek istemiyorlar. Böylelikle Erdoğan’ın AKP’nin lideri olarak bütün politik kararları belirmeyle yetkisine sahip olduğunu, Türkiye’nin yarı-başkanlık sistemine göre yönetildiğini kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Erdoğan ve ekibinin İslamcı medyayı bütünüyle denetim altına almak için geliştirdiği strateji, Erdoğan’ın kaybolmaya başlayan gücünün yeniden tesis edilmesidir. Ancak AKP eksenli medya tek merkezli olmayıp parti içindeki kliklere göre bir denge politikası oluşturmuş durumda. Örneğin Erdoğan’ın eniştesi tarafından kontrol edilen Sabah gazetesi, ATV ve A-Haber gibi bütün gücüyle Erdoğan’ın militanlığını yapan medya grubu, önce Gülen cemaatine karşı savaş açtı, sonra Gül’ün olası hamlelerine karşı bir saldırı kampanyası başlattı. Şimdi de Davutoğlu ve ekibinin AKP içerisinde güç olmasını engellemeye yönelik itibarsızlaştırma faaliyetlerine yöneldi. Amaç Davutoğlu’nun güç haline gelmesini oluşturan bütün örgütsel ve politik damarları kesmek ve Erdoğan’a bağlı bir memur görüntüsü vererek sıradanlaştırmaktır.
Akşam ve Güneş gazeteleri ile Star Medya Grubu ve Kanal 24′ü temsil eden Türk Medya grubu, Cemaate karşı savaşta aktif bir rol üstlenmesine rağmen Sabah gazetesi gibi doğrudan Erdoğan’ın yanında saf tutmak yerine, AKP eksenli politik bir çizgi izlemeyi terci etti. AKP içerisindeki farklı politik eğilimlere saldırmayı doğrudan ön plana çıkartmadı. Örneğin Asya Bank’ın tasfiyesine karşı çıkan ve etkili olan Mehmet Şimşek ve Ali Babacan gibi bakanları eleştirdi ama Sabah gazetesi gibi itibarsızlaştırma politikasında aktif bir rol almadı.
Erdoğan, bütün İslamcı medyayı kendisine göre dizayn ederek etki gücünü korumaya özel bir önem veriyor. Medya gücünü arkasına alamayan bir Erdoğan, iç politikadaki gücünü de hızla kaybedecektir. Ana akım medya olarak işlev görmeye başlayan İslamcı medyanın kontrolünü tahmin edilenden çok daha fazla önemsiyor. Böylelikle hem AKP’deki gücünü korumayı, hem de Türkiye’nin bütün politik alanlarında etkili bir cumhurbaşkanı olma imajını sürdürmeyi planlıyor. İslamcı Türk-Medya grubuna yönelik yapılan tasfiye operasyonun amacı, iktidar gücünü sınırsızca kullanmaktır. Havuz medyasından beslenen Türk-Medya grubunun patronu Ethem Sancak, Sabah, ATV, A Haber gibi konumlanarak çok daha fazla etkili olma kararı aldı.
Erdoğan, Gülen’e seslenirken “Ne istedin de vermedim” demişti. Aynı şekilde Türk-Medya yayın yönetmeni de bu kez Erdoğan’a seslendi “Ne istedin de yapmadık”. İslamcı medya ile İslamcı iktidar arasındaki ilişkiyi en çıplak haliyle yansıtan bu cümle, aynı zamanda medya-iktidar ilişkisinin en somut, pespaye halini ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın ekibi, havuz medyasının önemli bir kolu olan Türk-Medya grubundaki televizyonların ve gazetelerinin yayın yönetmenlerini görevden aldırtarak önemli bir hamle yaptı. Bir sonraki operasyonun hedefi Yeni Şafak gazetesi bulunuyor.
Uluslararası ve bölgesel ilişkilerde etkisiz bir konuma gelen Erdoğan, cumhurbaşkanı olmasıyla içte politik inisiyatifi kaybetmeye başladı. Süreci kendi lehine değiştirmek istediği için İslamcı medyanın dizayn edilmesini son derece önemsiyor ve bu sürecin önemli bir halkası olarak görüyor. Bunu başaramazsa hem Türkiye’nin, hem de AKP’nin iç politik dengeleri değişmeye başlayınca, bugünkü İslamcı medya, Erdoğan’ın tasfiyesinde önemli bir oynayacaktır.
Erdoğan, “Güvenlik Yasası”nı çok daha aktif bir şekilde yaşama geçirmek için medyayı da kontrol altına alarak iktidar gücünü en üst boyuta çıkartmaya çalışsa da süreç istediği gibi yürümeyecektir.