ABD’nin Irak’ta, Irak ordusu ile Peşmerge güçlerinden, Suriye’de ise müttefikleriyle birlikte eğitip donatacağı ‘ılımlı muhalifler’den başka vekili bulunmuyor.
El Enbar’ın merkezi olan Ramadi’nin düşmesi, ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’le mücadele stratejisinin başarısının sorgulanmasına neden oldu.
Beyaz Saray tarafından ‘geçici bir durum’,[1] Başkan Obama tarafından ise ‘taktik başarısızlık’[2] ifadesiyle küçümsense de Ramadi’nin düşmesinin ardından son bir haftada yaşanan gelişmeler, IŞİD açısından stratejik bir zafer olarak nitelenebilir.
Çünkü Ramadi’nin ardından Suriye’nin Tedmur kenti de düştü ve IŞİD, Irak’la Suriye arasındaki son resmi sınır çizgisini[3] de silmiş oldu.
IŞİD’in daha önce kullandığı ‘Irak-Şam İslam Devleti’ adına uygun bir şekilde Irak ve Suriye’deki hakimiyet alanlarını birleştirmesinin örgüt açısından stratejik bir zafer olduğu doğru; ancak Beyaz Saray’ın yaşananlara ilişkin ‘geçici bir durum’ ve ‘taktik başarısızlık’ nitelemesi de gerçeklikten tamamen kopuk değil.
Zira 2013’te Suriye’nin Rakka kentini elinde tuttuğu dönemde adı IŞİD olan örgütün, 2014 haziranında hilafet ilan etmesi, Irak’ın Selahaddin, Neyneva ve Diyala illerindeki stratejik zaferinin bir sonucuydu; ancak önce Diyala’yı ardından da Selahaddin’i kaybetmesi, bu ‘stratejik zaferin’ geçici bir durum olabileceğini göstermişti.
ABD stratejisinin somut değeri
Bununla birlikte IŞİD’in stratejik zaferlerini, ‘geçici bir durum’ haline getiren temel değişken, ABD Başkanı Obama’nın ‘4 aşamalı stratejisi’ değil, ‘Şii milisler’ diye adlandırılan Gönüllü Halk Güçleri ile Peşmerge Güçleri oldu.
Çünkü Emirli, Curf es-Sahar, Şengal (bir bölümü), Sadiye, Celavla, Daluiye ve nihayet Tıkrit, ya Gönüllü Halk Güçleri’nin, ya Peşmerge’nin; ya da her ikisinin ortak operasyonlarının sonucu olarak kurtarılabildi.
Obama’nın 4 aşamalı stratejisi,[4] 1. hava operasyonlarını, 2. karada savaşan güçlerin desteklenmesini, 3. IŞİD’in mali kaynaklarının kurutulmasını ve 4. zarar gören bölgelere insani yardım ulaştırılmasını öngörüyordu.
Peşmerge’nin rolü ‘karada savaşan güçlerin desteklenmesini’ öngören Obama stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilerek Peşmerge’nin başarısı, Obama stratejisinin başarısı olarak nitelendirilebilir.
Ancak ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun hava desteğini reddeden Gönüllü Halk Güçleri’nin zaferlerinin Amerikan stratejisinin başarısı olarak görülemeyeceği son derece açık.
Hatta şu gelişmeler, Gönüllü Halk Güçleri’nin Amerika’ya rağmen IŞİD’e karşı zafer kazandığını gösterdi.
1- ABD’den ‘Şii milisler’ çekilsin şartı: Amerika, 26 Mart’ta Irak hükümetinden Selahaddin ilinin büyük bölümünü kontrol altına aldıktan sonra Tıkrit’e girmek üzere olan Gönüllü Halk Güçleri’ni çekmesini istedi.[5] Ancak ‘Şii milislerin’ desteği olmadan Tıkrit’in sadece hava saldırısı ile kurtarılamayacağı da son derece açıktı.
2- Şii milisler, Tıkrit’e dönsün: Obama stratejisinin ‘karada savaşan güçler’inin bir parçası olmayı reddeden[6] Gönüllü Halk Güçleri, Selahaddin operasyonlarında hava desteğini reddettiği Amerika’nın Tıkrit harekatına dayatmayla katılması üzerine operasyondan çekildi.[7] Ancak kentin Gönüllü Güçlerin desteği olmaksızın kurtarılamayacağı gerçeği ile Ayetullah Sistani’nin talebi,[8]Irak hükümetinin kararını değiştirmesine neden oldu,[9] Şii milisler operasyona geri döndü ve kent kurtarıldı.
3- Şii milislerin el-Enbar operasyonuna katılmasına ABD engeli: Tıkrit zaferinden sonra el-Enbar operasyonuna hazırlanan Gönüllü Halk Güçleri’nin[10] operasyonlara katılması Amerika tarafından engellendi.[11] Bu engelleme ısrarından ancak el-Enbar’ın merkezi olan Ramadi düştükten sonra vazgeçilebildi.[12]
‘Taktik başarısızlık’ mı yanlış strateji mi?
ABD Başkanı Obama, Irak’ta Ramadi’nin Suriye’de de antik kent Palmira’nın IŞİD’in eline geçmesini ‘taktik başarısızlık’ olarak nitelerken, eski Savunma Bakanı Robert Gates “Gerçekte bir stratejimiz yok. Günü birlik davranıyoruz.”[13] diye açıklıyor.
Aslında Obama’nın IŞİD stratejisinin son bir haftalık sonuçları kendisinin küçümsediği kadar basit değil; ancak Gates’in stratejinin bizatihi kendisine dair tespiti de abartılı.
Zira Obama’nın 4 maddelik IŞİD stratejisi, kendisini iktidar yapan ‘değişim’ vaadiyle son derece uyumlu ve rasyonel olmakla birlikte yanlış araçlar ve hedefler öngördüğü için başarısız sonuçlar doğuruyor.
Stratejinin rasyonel tarafları şunlar: Obama, Bush’un aksine ‘terörle mücadele’ gerekçesiyle bölgedeki herhangi bir ülkeye muharip kara birlikleri gönderilmesine karşı çıkıyor. Çünkü IŞİD’in, Bush’un Irak stratejisinin yan ürünü olduğunu görüyor.
Dolayısıyla Suriye’deki tecrübesinden de yararlanarak müdahalenin yalnızca risksiz olan hava operasyonlarını üstlenip riskli olan kara savaşlarını yerelde silah yardımıyla destekleyeceği ‘vekillerine’ bırakmayı tercih ediyor.
Ancak sorun tam da burada başlıyor; çünkü Irak’ta, Irak ordusu ile Peşmerge güçlerinden, Suriye’de ise müttefikleriyle birlikte eğitip donatacağı ‘ılımlı muhalifler’den başka vekili bulunmuyor.
Buna karşın Irak’ta Gönüllü Halk Güçleri, Suriye’de ise Suriye ordusu terörle mücadelede sonuç alabilecek aktörler olmasına rağmen bunlarla koordinasyon kurabilecek esnekliği gösteremiyor.
Çünkü bu esnekliği gösterebilmesi, hem Irak’ta hem de Suriye’de İran’la koordinasyon kurmasını; bölgeyle ilgili geleneksel tehdit algısını değiştirmesini ve bölgesel müttefikleriyle ilişkisinin bozulmasını göze almasını gerektiriyor.
İran’la nükleer müzakerelerden kaynaklanan bir yumuşama havası olmakla birlikte, bu havanın terörle mücadelede işbirliğine hayat verecek bir atmosfere dönüştürülmesi imkansız gibi gözüküyor.
ABD ile işbirliğini İran açısından imkansız kılan en önemli faktör şu:
Tahran, terörün gelişmesinden sorumlu tuttuğu Amerika’nın tekfirci gruplar aracılığıyla bölge ülkelerini parçalayıp zayıflatmaya ve İsrail’i tek bölge gücü haline getirmeye çalıştığına inanıyor.
Suriye ve Irak örneklerini vurgulayarak Washington’un terörist grupları yok etmeyi değil kontrollü bir şekilde korumayı amaçladığını savunuyor.
Obama’nın Camp David zirvesinde kendisinden İran’a karşı Bush doktriniyle adım atmasını isteyen Arap müttefiklerine ‘asıl sorun sizsiniz’[14] mesajı verdiği ve Netanyahu’nun tavırlarından rahatsızlık duyduğu doğru.
Ancak Araplarla İsrail’i tarihte ilk kez bu kadar açık bir müttefik haline getiren bu çelişkili durumun Washington açısından eşsiz bir kazanım olduğu da son derece açık.
‘Arap Baharı’nın Libya, Suriye ve Irak’ta bir ‘el-Kaide Baharı’na dönüşmesi, elbette hem Washington hem de Tahran açısından kaygı verici; ancak Suriye ve Irak’ın bölünmesi kaçınılmaz olduğunda sadece silahlı grupları destekleyen bölge ülkeleri bahar nezlesine tutulacak.
Kaynak: http://www.ydh.com.tr/YD462_iside-karsi-taktik-basarisizlik-mi-yanlis-strateji-mi-.html