VOLKAN YARAŞIR
“Yeni Türkiye”, TC’nin bir polis devletine ve bölgesel karşı devrim merkezine dönüşmesi anlamına geliyor. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği koşullarda, TC neo- Osmanlıcı bir söylemle pozisyon almaya ve bölgesel bir güç olmaya çalıştı. Bu süreç bir yanıyla da TC’nin yeniden yapılanmasını koşulladı. Sarsıcı geçen bir dönemden sonra I. Cumhuriyet tasfiye edildi ve kurucu paradigması İslam olan “yeni Türkiye”nin inşası sağlandı. Neo- Osmanlıcı söylem, İslam ve İslamı Sünnilikle özdeş tutan yorumlanışı hem “tranformasyonun” ideolojik çimentosu oldu, hem de TC’nin bölgede nüfuzunu yayma ve nüfuz etme aracı olarak kullanıldı. TC, agresyon politikalarını bu ideolojik konumlanış üzerinden yürüttü. Hayırsever/cemaatçı kapitalizmle yeni rıza mekanizmaları oluşturuldu. Yıkıcı emek rejimleri inşa edilerek, sınıf kadavra haline getirilmek istendi. Polis devleti düzenlemeleriyle zor rafine bir şekilde kullanılmaya başlandı.
AKP bu süreçte tipik bir burjuva partisi olmaktan çıktı, bir nevi devletin partisine, devletin kendisine dönüştü. Devletin ruhu, aklı ve pratiği haline geldi. Yeni komprador karakterli bir devlet yapılanmasının önü açıldı. AKP, “Yeni Türkiye’nin” kurucu aktörü gibi hareket etti. “Restorasyonun” kritik aşamaları geçildi. Kuvvetler ayrılığının devre dışı kalması, yargı ve yasamanın yürütmeye bütünüyle tabi olmasıyla (bu yönde cemaat operasyonları ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri katalizör işlevi gördü) bir iktidar yoğunlaşması yaşandı. Bu aynı zamanda oligarşik yapı içindeki daralmayı simgeledi. Yürütme erki toplumsal bedeni hızla sardı. Toplum, devlet, birey ilişkisi otoriter ve korporatist düzenlemelerle yeniden dizayn edildi. Bir anlamda devlet, parti ve kitle iç içe geçerek “yeni” faşizmin, siyasi sosyolojisini oluşturdu.
Hızlı bir militarizasyon süreci, içerde muazzam bir yağmayı ve kitlelerden yaygın onay alan bir hakikat rejimini koşulladı. Ya da iç politikada sosyal yıkım, yağma ve sınıfa stratejik saldırılar, dış politikada bölgesel güç olma hamlelerinin yapılmasını olanaklı kıldı. Yeni süreçte iç ve dış politika hızla iç içe geçti ve birbirini şiddetle etkilemeye başladı. Ortadoğu’daki destabilize ortam, TC’ye ciddi manevra şansı verdi. Bölgede ABD’yle yer yer ortaya çıkan (cüretsiz adımlara) sorunlara rağmen, TC ABD’ye tam angaje bir pozisyonla hareket etti.
ORTADOĞU SÜREKLİ SAVAŞ COĞRAFYASINA DÖNÜŞÜYOR
ABD, bölgenin yeniden dizaynında zorlanıyor, bir dizi küresel ve yerel faktör, hem hamlelerini daraltıyor, hem de emperyal projelerini sekteye uğratıyor. ABD sorunları çoklu bir şekilde bölgesel aktörleri devreye sokarak, son derece pragmatist ve reel politiker bir tarzda çözmeye çalışıyor. Yer yer TC’ye yaptığı gibi inisiyatif dışı gelişmeler karşısında, etkisizleştirici ve hâd bildirici adımlar atıyor. Mısır’da bu süreç Sisi’nin desteklenmesi, darbenin onaylanması şeklinde, yani restorasyonun restorasyonu şeklinde biçimlendi. ABD, Irak ve Afganistan’da yaşadığı başarısızlıklardan dersler çıkararak, son karar verici rolü oynamaya, yıpranmamaya, zayiatlardan dolayı kendi kamuoyunu rahatsız etmemeye ve “uluslararası meşruiyeti” korumaya özen gösteriyor. Daha rafine ve seçici şiddet politikaları izliyor.
Ortadoğu’nun “Yugoslavya’laşması” yönünde soğukkanlı politikalar gerçekleştiriyor. Bu yönde her şeyin yıkımı ve herkesin birbirinin celladına dönüşmesi için her dinamiği; etnik, dinsel, mezhebi çelişkileri, tarihsel gerilimleri kullanıyor ya da tahrik ediyor. Özellikle bölgede Suudi Arabistan ve İsrail’i mızrak ucu olarak devreye sokuyor. Katar, TC ve Mısır’a da yeni dizaynın ya da “kontrollü kaosun” temel unsurları olarak, Libya, Suriye, Irak ve Filistin’de olduğu gibi rol yüklüyor. “Eşik ülkeler” diye de tanımlanan bu ülkeleri, küresel stratejilerine uygun bir şekilde konumlandırıyor. Bölgesel taşeron güçlerin risk almasını, operasyonel masrafları karşılamasını ve aktif görevler yüklenmesini sağlıyor.
ABD, 2020’leri kapsayan yeni jeo-politik yönelimini Asya -Pasifik üzerinden kurguluyor. Güney’den Rusya’yı kuşatmayı (AB’nin de dahil olduğu, Ukrayna krizi Rusya’nın nüfuz ve ekonomik alanlarını daraltmayı, destabilize etmeyi amaçlayan bu projenin batı ayağıdır), Batıdan ve Pasifikten ise Çin’i kuşatmayı hedefliyor. Bu yönde Uzak Asya ve Pasifik’te bir dizi askeri, ekonomik (APEC- Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü içindeki Çin’i etkisizleştirme hamleleri gibi ), diplomatik ataklar yapıyor. Bölge ülkeleriyle stratejik ittifaklar kuruyor.
Emperyalist hegemonya krizinin/ savaşının bir yansıması olan bu jeo-politik yönelim, Ortadoğu’nun bir savaş alanına ve sürekli savaş coğrafyasına dönüştürülmesini koşulluyor.
Kapitalizmin sistemik/ organik krizi ve bu krizin bir dışavurumu olan hegemonik güçler arasında çelişkilerin keskinleşmesi, Ortadoğu’da şiddetli yansımalar buluyor. Sistemik kriz dönemlerinde, Rosa Luxemburg’un tanımlamasıyla “düzeltici savaşlar” kaçınılmazlaşır. Ortadoğu’da bir anlamda etki alanı Afganistan’a, Pakistan’a ve hatta Rusya’ya yayılan bir “Üçüncü dünya savaşı” yaşanıyor. Ortadoğu küresel jeo-politik bir odak olarak “düzeltici savaşların” bugünkü konjonktürdeki biçim alışı olan, bölgesel savaş merkezi haline geliyor. Savaşların, kaynak savaşlarının küresel finans kapitalin, yapısal krizlerden çıkmak için uyguladığı yöntemlerden biri olduğu unutulmamalıdır.
Emperyalizm Ortadoğu’yu yıkarak, bir savaş cehennemine çevirerek, etnik ve mezhebi jenositler yaratarak tahakkümünu kuruyor ve gücünü gösteriyor. Bölgesel gerici ve faşist güçler bu sürecin parçaları olarak konumlanmış durumdalar.
Bölge tam bir katastrofik anaforun içine girdi. Irak bir katastrofik odak haline geldi. Libya laboratuvarından sonra, Suriye’de gerçekleştirilen taşeron savaşı özellikle Irak ve Suriye coğrafyasını bütünüyle destabilize etti.
Jeo-politik ve jeo-stratejik açıdan kritik öneme sahip bu coğrafya, küresel karşı devrimci güçlerin taşeron savaşında kullanmak için kadro transfer ettiği alana dönüştürüldü. Başta CIA, MI 6 ve bölge gizli servisleri aracılığıyla daha önce Bosna’da, Çeçenistan, Afganistan’da savaşmış ya da değişik İslâmcı örgütlenmelerle irtibatlı, binlerce kadro (ağırlıkla Selefi) alana taşındı. Yeni lejyonerler, profesyonel katilliklerini “allahü ekber” nidâlarıyla gösterirken, bölgenin hızla destabilizasyonu yönünde iç savaş ve psikoloijk savaş taktikleri uygulandı.
Esad rejiminin hızla yıkılması için başta ABD olmak üzere, bölge gerici güçlerinin her düzeydeki desteğine rağmen sonuç alınamadı. Taşeron savaşı tutmadı, geri tepti.
Kısa zamanda çökmesi beklenen Esad rejimi halk desteğini korudu, rejim coğrafi alanını daraltarak, güçlü bir alan koruma stratejisi izleyip, küresel güç ilişkilerinin de ( özellikle Rusya ve Çin faktörünün ) katkısıyla ayakta kaldı.
Bu süreçte Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi, hızla derinleşmesi, halklaşması ve bir kadın devrimi içeriği kazanması, devrimin ruhunun bir kadın devrimi şeklinde biçimlenişi Ortadoğu’da bambaşka dinamiklerin önünü açtı.
IŞİD: DİNSEL GERİCİLİĞİN, İSLAMOFAŞİZMİN EN SAHİCİ, EN AKTÜEL BİÇİMİ
Irak’ın Sünni bölgesi ve Rojava dışında kalan Esad rejiminin inisiyatifinin olmadığı alanlarda, önce taşeron savaşını yürüten İslamcı güç ve klikler arasında inisiyatif ve hakimiyet savaşları başladı. Birçok klik ya çözüldü ya da etkisizleşti. Bu arada Suriye ordusunun ataklarının sonuç alıcı olmaya başlaması, İslamcı lejyonerler ve çetelerin yüksek kayıp vermesine, demoralize olmasına ve hızla dağılmasına yol açtı. Klikler arasında iktidar savaşları başladı. Bu durum çözülme ve dağılma sürecini hızlandırdı.
Bu dönemde Irak Baas rejimi artıklarının yer aldığı, El Kaide’nin Irak yapılanmasının bir dizi evrim geçirmesiyle oluşan, uluslararası alanlardan transfer edilen Selefi kadrolar için çekim merkezi haline gelen ve Sünni aşiretlerin aktif desteğini alan IŞİD “ortaya çıktı”. Hibrid savaşları adı da verilen yeni sömürgeci savaşlarının bir aktörü olarak, bir nevi IŞİD’in önü açıldı ve hızla inisiyatif kazanması sağlandı. IŞİD, ABD’nin Irak ordusuna bıraktığı modern silahlarla etki gücünü yaydı. Başta TC, Katar, Suudi Arabistan’dan askeri, istihbarati, lojistik ve maddi destek alan örgüt, Irak’ın orta kesiminden, Suriye’nin içlerine kadar geniş bir bölgeyi hızla kontrol altına aldı.
Yeni Irak ordusunu, Musul’dan savaşmadan atan IŞİD, giyimleri, bayrakları ve katliamlarıyla dünya gündemine girdi. IŞİD, her ne kadar politik hattı ve önermesi olmasa da Şeriat ve halifelik vurguları ve Hz. Muhammed’in mührünü bayraklaştırmaları ve katliamlarıyla gerçek ve gerçek olduğu kadar psiko-patolojik bir dünyayı simgeliyor.
IŞİD’in psikolojik savaş taktiği aldığı, uyguladıkları dehşet stratejisiyle ortaya çıkıyor. Bu strateji bir yanıyla da etki gücünü yayma ve kitlesel bir korku yaratma ya da korkuyu kitleselleştirme aracı olarak kullanılıyor.
IŞİD kendine oryantalist bir aksiyon imgesi ya da imajı (bu kurgunun gizli servislerin ve oryantalist bir anlayışın ürünü olduğunu düşünüyorum, infaz biçimleri, şiddetin estetize edilmesi, bilinçli görselleştirilmesi, ölümün pornografileştirilmesi ve müfrit şiddetin kullanılması bir dizi psikolojik, askeri faktörün yanında, Batının algısına ve görme biçimlerine hizmet etmektedir. Batı’da toplum mühendisliği operasyonlarını ve İslamofobiyi besleyen içeriktedir. Ve özellikle emperyalizmin bölgeye müdahalesini meşrulaştıran, hatta kitlesel onay kazandıran mahiyettedir) vermeye çalışıyor. Arkaik görünümün ardında ise “modern” bir fenomen karşımıza çıkıyor.
Karşımızda Ortadoğu’nun yıkımının, enkazının yarattığı ultra gerici, faşist, konsantre bir karşı devrimci bir örgüt var. IŞİD, dinsel gericiliğin, İslamofaşizmin bir nevi en sahici ve en aktüel biçim alışıdır.
Ortadoğu küresel boyutta bir karşı devrim laboratuvarına dönüşüyor, 1970’li yıllarda, Orta Amerika ve Uzak Asya ABD’nin karşı devrim projelerinin odak coğrafyaları olarak işlev görüyordu. Bugün Ortadoğu emperyal paylaşımın, yerel, bölgesel ve hegenomik güçlerin inisiyatif kazanma, yeni dengelerin ve dengesizliklerin coğrafyasına dönüştü.
SÜREKLİ SAVAŞ COĞRAFYALARI VE NON- GEVENMENTAL GÜÇ ODAKLARI
2000’li yılların başından bugüne, Ortadoğu’nun yeniden dizaynını kapsayan BOP belirli evrelerden geçti ve birbirini tamamlayan ( çıplak açık zor, açık zor ve ideolojik zorun senkronu, yaratıcı kaos, akıllı güç, taşeron savaşı ya da kontrollu kaos gibi ) konsept değişiklerini ihtiva etti.
Bu karşı devrimci süreç, kaynak savaşlarının aktüel biçim alışı oldu ve bölgesel yıkım, tahribat ve yağmanın üzerinden yürütüldü.
Etnik, mezhebi, dinsel polarizasyon üzerinden emperyalist makro tahakkümün kurulmasını sağlayan düzenlemelere gidildi. “Yaratıcı kaosla”, bölgenin balkanlaştırılması hedeflendi. Bu yönde mikro ve kanton devletler kuruldu. Irak ve Filistin deney alanı oldu. “Taşeron savaşlarıyla” süreç derinleştirildi.
Sürecin derinleşmesi sürekli kaos ve istikrarsızlaşma taktiklerini beraberinde getirdi.
İŞİD gibi oluşumlar emperyalizmin sömürgeci hamlelerle, yeni dizayn politikalarıyla, kaotik bir sürece soktuğu istikrarsız bölgelerde yerel dinamiklerin ürünü olarak doğan ve bu dinamiklerden, çelişkilerden beslenen, oluşum ve işleyiş olarak her türlü manipülasyona açık, hatta manipülatif ilişkilerden de rahatsız olmayan, son derece pragmatik ve oportünist yapılar olarak dikkat çekiyor. Uluslararası bağları olan bu yapılar, kadro ve ciddi finansal transferler yapabiliyorlar. Kuzey Afrika’da Libya’da, Mali ve Batı Afrika’da ve Ortadoğu’da bir istikrarsızlaştırma nesnesi olarak devredeler. İslam ve Şeriat bu yapıların ruhunu, ideolojik bedenini oluşturuyor.
ABD emperyalizmi izlediği yeni jeo-politikle; enerji kaynaklarını, enerji yollarını, kıymetli madenleri, kıymetli toprakları ve su kaynaklarını kontrol etmek, dünya ticaretini güvence altına almak, sermaye birikiminin önündeki her türlü engeli kaldırmak ve diğer emperyal güçlerin gelişimini engellemek istiyor. Bir hegemonya restorasyonu ve diğer emperyal güçlerin nüfuz ve ekonomik alanlarını kırmayı, daraltmayı hedefleyerek, ” Full Spectrum Dominance” konseptine uygun hareket ediyor. Bu yönde jeo-stratejik coğrafyaları gerektiğinde şiddetle istikrarsızlaştırıyor, darbeler yapıyor ya da müdahalelerde bulunuyor. IŞİD gibi çeteleri şekillendiriyor, destekliyor ve yönlendiriyor.
Bazen bu yapılar proto-devlet karakterli yada non-gevenmental (devlet dışı) güç odağı, oluşumu niteliği gösterebiliyor. IŞİD bu karakterde bir yapı. IŞİD’in ciddi bir finansman gücü var, Irak’ın en önemli petrol rezervlerini elde tutuyor. Rojava’ya yönelmesinin nedenlerinden biri de petrol alanları üzerinde hakimiyet kurma isteği oluşturuyor. Davranış kodları ve repertuvarı proto-devlet özellikleri taşıyor. Şeriat kurullarını işleten IŞİD, egemenlik alanlarında iç hukuka sahip ve bir toplumsal işleyişi inşa ediyor ve denetliyor.
Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı, emperyal hamleler ve içine girilen yüksek konjonktür, Ortadoğu’da 20. yüzyıla damgasını vuran Sykes- Picot Anlaşması’nın sonunu işaretledi. 1916’da imzalanan bu Anglo-Franch anlaşma, bir petro- politik anlaşmasıydı ve Arap halklarının ve Kürt halkının yüreğine sokulmuş hançerdi. Arap halkları bu anlaşmayla, parçalandı B. Andersen’in ifadesiyle “Hayal edilen cemaatlere” bölündü. Emperyal yönelimlere, kapitalist rasyonlara uygun, ulus devletler inşa edildi.
Kürdistan yıkıma uğratıldı ve 4 ülkenin iç sömürgesine dönüştürüldü. Bu iç sömürgeler üzerinden yeni ulus devletler inşa edildi. Kürt halkı köleleştirilmek istendi. Şiddetli asimilasyona tabi tutuldu. Katliam ve tenkil, sistematik diskriminasyon politikalarıyla yok edildi, yok sayıldı. Hatta TC dahil ulus devletler, meşruiyetini bu sömürgeleştirme ve köleleştirme stratejileri üzerinden sağlamaya çalıştı. Hayal edilmiş cemaatlerin “tutkalı” soykırım ve sömürgeleştirme hamleleri oldu.
21. yüzyıldaki Ortadoğu’daki bütün gel-gitleri, yıkım ve katliamları Sykes- Picot üzerinden okumak olanaklıdır. Yeni süreç yeni bir emperyalist paylaşımı ve savaşımları koşulluyor. Dünkü statükoların, buna ulus devletler dahil, yıkımına yol açan süreç, sürekli savaş ve sürekli istikrarsızlık üzerinden yürütülüyor. Her düzeyde yaratılan polarizasyon, mikro ya da proto-devletleşmeler ya da kabilelere, aşiretlere dayalı savaş ağalığı sistemi gibi oluşumlar bu sürecin bir sonucu oluyor. Ortadoğu, Libya ve ve Batı Afrika’daki gelişmeler buna örnektir.
Ortadoğu küresel karşı devrimci stratejilerin laboratuvarına dönüşüyor. Bir katastrof odağı haline geliyor. Ortadoğu’da bir nevi “üçüncü dünya savaşı” yaşanıyor. Emperyalist güçler ve bölgesel gerici güçler ve non-state aktörlerle katastrof ve yıkım yayılıyor. Bu bir yanıyla da emperyalist hegemonyanın ve tahakkümün yeniden tahsisi anlamına geliyor.
ROJAVA: YENİ VİETNAM
Bölgede, bu yıkıcı ve alt üst edici emperyalist politikaları bozan, bloke eden dinamik Kürt Özgürlük Hareketidir. Kuzey Kürdistan’da çok boyutlu yürütülen mücadele ve kendi özgünlüğünde ikili iktidarın yaşanması, Rojava Devrimi’yle taçlandı ve boyutlandı.
Gelişmeler TC’nin kurucu pradigmasını kıran boyuta geldi. Rojava Devrimi, Sykes Picot’un işlevsizleştiğini ve çözülüşünü gösteren en önemli faktörlerden biri oldu.
Rojava’da Kürt devrimi hakikâte dönüştü. Ortadoğu devriminin potansiyeli açığa çıktı.
Devrimin yaşayan bir “şey” haline gelmesi, iradeleşmesi, alternatif yaşam ve kültürün pratikleşmesi, devrimin halklaşması ve devrim içinde devrim olan kadın devrimine dönüşmesi coğrafyada olağanüstü gelişmelerin önünü açtı.
Kuzey Kürdistan’da 21. yüzyılın en diri ve en güçlü mücadelesinin gelişmesi ve yıkıcı Rojava pratiği Ortadoğu topraklarını sarsıyor. Kürt Özgürlük Hareketi bir Ortadoğu gücü haline geliyor. Özellikle Şengal pratiği hareketin ve insanlığın ahlaki manifestosu oldu. Ezidi soykırımının engellenmesi tarihsel bir rolün aktüelleşmesi ve erdemin vücut buluşuydu. Ardından gelen ve halen süren Kobané direnişiyle, direniş sanatlarının (bir Barcelona, bir Stalingrad gibi) en güzel örneği verildi. Ve direnişin manifestosu yazıldı. Kobanê tarihe” bir başkaldırıydı ve tarihin halklar tarafından fethini simgeledi ve simgelemeye devam ediyor.
Kobanê’ye ve Rojava’ya küresel, bölgesel, yerel karşı devrimci güçlerin saldırması boşuna değil. Devrimin yıkıcı gücünün sarsıntıları ve ezilenlerin şenliği, Ortadoğu topraklarında özgürlük ateşini harladı. Kadın devriminin yarattığı olağanüstü aura, Rojava’nın ve Kobanê’nin Ortadoğu’da devrimci, demokratik güçlere yol göstermesi Rojava’ya duyulan kinin temel nedenidir.
PYD’nin önderliğinde YPG ve YPJ güçleri, bugün ezilenlerin, “lanetlilerin” tarihsel öfkesini harekete geçiriyor ve onların tarihini yazıyorlar.
Vietnam 1970’lerde, sömürge halkların kolektif öfkesini ve başkaldırısını simgeliyordu. Muazzam bir güce karşı halkların isyan ve özgürlük ateşiydi. Emperyalizme karşı tarihsel bir karşı duruş ve direniş savaşıydı. Aynı zamanda “dünyanın lanetlilerinin” egemenlere, muktedirlere karşı muhteşem ayağa kalkışı ve zaferiydi.
Rojava Devrimi ve Kürt özgürlük savaşı, Vietnam Savaşının aktüelleşmiş halidir. Gerillanın halklaşması, halkın gerillalaşması bugün Kürt halkının mücadelesinde gerçekleşiyor. Rojava yeni Vietnam’dır. Rojava Devriminin direniş ve devrim diyalektiği ve Rojava’nın bir kadın devrimi şeklinde derinleşmesi, tarihsel bir birikimdir. Kobanê enternasyonal başkaldırının ön cephesi, küresel ve yerel karşı devrimci güçlere karşı ihtilalci ruhun ayaklanması ve hayatın geleceği fethetmesidir.
7- 8 EKİM SERHİLDANLARI
TC bu süreçte topyekün imha politikası izliyor. IŞİD’i bir imha gücü ve aparatı gibi kullanmaya çalışıyor. Kobanê’de direnişi kırarak, kendi özgünlüğünde bir Sri Lanka modelini hayata geçirmek istedi.
Kürt Özgürlük Hareketini enkazlaştıma ve iradesizleştirme stratejisinin parçası olarak, IŞİD’e askeri, teknik, lojistik, istihbari destek veriyor. Geri çekilme, yeniden toparlanma olanakları sunuyor. Kürt Özgürlük Hareketinin Kobanê’den başlayacak imhasını, Kuzey Kürdistan’a yaymayı amaçlıyor.
TC’nin “restorasyon” süreci bir iç savaş stratejisi şeklinde gelişiyor. Kobanê direnişinin, Kürt illerinde yarattığı serhildanlara ve Batı yakasındaki kitlesel tepkilere karşı gösterilen refleks, izlenen yöntemler, bu yönde uzun bir hazırlık yapıldığını ve kontr-gerilla ve paramiliter güçlerin yeniden yapılandırıldığını ortaya koyuyor.
TC hem Batı yakasında, hem de Kuzey Kürdistan’da sürekli karşı devrimci politikaları hayata geçirmeye çalışıyor. Kürdistan’da Hizbul-kontranın legalleşmesi ve daha rafine ve koordineli bir paramiliter güce dönüştürülmesi, TC’nin bir Kürt iç savaşı hazırlığı içinde olduğunu ortaya koyuyor. Kürdistan topraklarında devlet güçlerinin yanında, paramiliter güçlerin stratejik bir şekilde devreye sokulması Kürt iç savaşının somut verileri olarak değerlendirilebilir.
Kobanê direnişine destek serhildanlarını, TC iç savaş yöntemleriyle bastırmaya çalıştı. TC yeni dönemdeki bu ilk provasıyla, önümüzdeki sürece nasıl hazırlandığını ortaya koydu.
“Yeni” Türkiye, hızlı militarizasyon süreci içinden inşa ediliyor. “Yeni” Türkiye, TC’nin içerde polis devleti ve dışarda (Şah dönemi İran ya da apartheid dönemi Güney Afrika gibi) bölgesel karşı devrimci güç oluşunu simgeliyor. Her polis devletinin aynı zamanda bir iç savaş devleti olduğu unutulmamalıdır.
Ortadoğu bir bölgesel savaş coğrafyasına dönüşüyor. Bu savaşın her aktörü için bunun anlamı, ülke içinde iç savaştır. Çünkü kırılan her fay hattından ortaya çıkacak enerji, her aktörü altüst edici boyuttadır. Ayrıca artık bir Ortadoğu gücüne dönüşmüş, Kürt özgürlük hareketinin yeni atılımları TC’nin bütün hamlelerini boşa çıkarıyor. Onun kuruluş saiklerini sarsıyor. Özellikle Rojava devrimi, bu yöndeki muazzam bir gelişme oldu. Rojava Devrimi, Ortadoğu halklarını özgürlük ateşiyle sardı. Rojava Devrimi, yeni emperyal yıkım anlamına gelecek ikinci Sykes-Picot’un tartışıldığı koşullarda, Ortadoğu halklarının toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesinde izlenecek yolu gösterdi.
Devrim içinde devrim olan kadın devrimi ise Ortadoğu’da başka bir tarihin, iktidarların tarihine karşı “lanetlenmiş” bir cinsin, aşağıdan kendi tarih yapıcılığını ortaya koydu. İktidarların, erkek egemenlikle beslenen, içselleşmiş yönüne karşı, kadının yüzyılları kapsayan öfkesini açığa çıkardı. Bugünü kazanmanın ve geleceği fethetmenin yolunu gösterdi. Kadın devriminin etkileri önümüzdeki dönem daha sarsıcı hissedilecektir. Kadın devrimi, Ortadoğu devrimin en önemli ve en yıkıcı yönünü ve ruhunu oluşturuyor.
KOBANÊ, DİYALEKTİĞİN TEZAHÜRÜ
Diyalektik yıkıcı ve yaratıcı bir süreçtir. Çelişkilerle kendini dışa vurur. Çelişki, diyalektiktir. Diyalektik çelişkinin ruhudur. Çelişkiler bütünselliğidir. Bazı anlarda, yüksek konjonktürlerde küçük bir direniş, küçük bir barikat, küçük bir şehir, bir coğrafyanın bütün çelişkilerini, “dengelerini” üzerinde toplar. Çelişkiler düğümlenir, yoğunlaşır. Nesnel ve öznelin diyalektiği kristalize olur. O direniş ya da şehir, bir nevi tarihsel eşiğe dönüşür. Diyalektik gerilimin ya da döngünün nabzı orada atar. Katastrof ya da umut bıçak sırtı gibi kendini orada gösterir. Yeni bir momente oradan geçilir.
Kobanê direnişi gerçek bir diyalektiğe dönüştü. Bir moment oldu. Bu küçük şehir erdemin, onurun, iradenin, boyuneğmezliğin simgesi haline geldi. Coğrafyadaki bütün dengeleri alt üst etti.
Kobanê direnişi Ortadoğu halklarının önüne özgürlük, onur ve erdemi koyuyor. Umudun ve direnişin gücünü ve bu direnişte kadınların, YPJ’nin muazzam azmini, yaratıcılığını, ayağa kalkışını gösteriyor. Kobane direnişi yani yıkılmış, harap olmuş ama her köşesinde umudun silahlandığı ve ayaklandığı küçük bir şehir, dünyayı özgürlüğün rüzgarlarıyla sarıyor ve dünyayı güzelleştiriyor.
Direniş gücünü tarihten, tarihsel öfkeden, haklı olmadan alıyor. Kobanê bir anlamda devrimle, küresel karşı devrimci güçlerin çarpıştığı coğrafyaya dönüştü. Rojava’nın inancını, inadını, yaratıcılığını gösterdi. Aşağıdan devrimin ve kadın devriminin sarsıcı gücünü ortaya koydu. Ve onun barikatı oldu.
Bu barikat ve Rojava devrimi ve Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi Ortadoğu’da başka bir tarihi yazıyor. Ortadoğu devrimini besliyor, devrimi güncelleştiriyor. Diğer tarafta ise halkların yeni boyunduruğu ve köleleştirilmesi anlamına gelen, emperyalist hegemonyanın yeni tahsisi olacak ikinci Sykes-Picot var.
Yani diyalektik işliyor. Ya katastrof, ya umut… Ya modern barbarlık, ya devrim.. Ya kölelik, ya direniş… Ortadoğu giderek dünyanın “merkezi” haline geliyor.