Bugün güz ekinoksu. Sonbahar geldi. Kış yaklaşıyor. Geçim derdi hiç olmadığı kadar 2024 güzüne ve 2025 kışına damgasını vuracak. “Artık yeter, geçinemiyoruz” bu dönemin en akılda kalacak sloganı olacak. Tıpkı ANAP iktidarının sonunu getirmesi gibi geçim derdi bir kez daha hükümeti sarsıyor. 31 Mart 2024 seçimlerinde ortaya çıkan “geçinemiyoruz” hoşnutsuzluğu giderek yaygınlaşıyor. Öyle görünüyor ki toplumsal hoşnutsuzluk bu kez sandığı beklemeden giderek yaygınlaşacak.
Hükümetin izlediği halkı yoksullaştıran ve emek gelirlerini bastıran ekonomi politikası bütün hızıyla sürüyor. Yerli ve uluslararası sermaye çevrelerinin memnun olduğu ekonomi politikalarından halk yaka silkiyor. Sendikalar isabetli biçimde “geçinemiyoruz” sloganını eylemlerinin merkezine koyuyor. Hiçbir makro ekonomik göstergeyi uzun boylu analiz etmeye gerek yok. Çalışanlarının yarısını kapsayan asgari ücretin 17 bin lira, 15-16 milyonu ilgilendiren emekli aylıklarının asgarisinin 12 bin 500 TL, ortalamasının 14-15 bin TL olduğu bir ülke Türkiye. Milyonlarca hane de sosyal yardıma muhtaç halde.
Üstelik bu vahim tablo karşısında yüzleri kızarmadan ücretlerin ve emek gelirlerinin dezenflasyon hedefine uygun artırılmasından söz ediyorlar. Teknik ifadelere gerek yok, enflasyonun faturasını halka kesmeye karar vermiş durumdalar. Orta Vadeli Programları da bütçeleri de yasaları da buna göre hazırlıyorlar.
İşçiler sokakta
İşte bu ahval ve şerait içinde işçi-sendika eylemleri ve direnişlerinde belirgin bir artış gözleniyor. Bu eylemlerin son baharda giderek artacağını tahmin etmek zor değil. Bir yandan işten atılma, sendikalaşma, çalışma şartları, ücretler temelinde yürütülen tek tek işçi direnişleri ve grevleri öte yandan hükümetin izlediği ekonomi politikalara karşı sendikalar tarafından başlatılan merkezi eylemler.
Türk-iş ve Hak-İş uzun bir suskunluk dönemi ve aradan sonra mitinglere başladı. DİSK uzun bir süredir “geçinemiyoruz” sloganıyla vergide, gelirde ve ülkede adalet talebi etrafından eylemler örgütlüyor. Geçtiğimiz yaz aylarında uzun bir aradan sonra üç işçi konfederasyonu vergide ve gelirde adalet konularında emeğin taleplerini içeren ortak bir açıklamaya imza attı ve bu doğrultuda ortak çalışmalar yapacaklarını açıkladı. Ardından Türk-İş ve Hak-İş çeşitli illerde mitingler yaptı. DİSK de çeşitli illerde işçi buluşmaları gerçekleştirdi. Bu hafta çarşamba günü DİSK’in İstanbul Saraçhane Meydanı’nda eylemi var. Türk-İş Salı günü ülke çapında işyerlerinin önünde bir saat oturma eylemi yapacak. Ekim ayının başında Ankara’da büyük bir işçi mitingi yapılması bekleniyor.
Bu eylemlerin çeşitlenerek artmasını beklemek lazım. Çünkü hükümetin izlediği ekonomi politikasından vazgeçmesi olası değil. 2025 bütçesi, 2025 asgari ücreti ve ocak ayında ücret, maaş ve aylıklardaki artışlar memleketin en sıcak gündemi olacak. Hükümet büyük bir neoliberal itikat ve inatla emek gelirlerini bastırmaya çalışacak. Bunun karşısında ise toplumsal tepkinin yükselmesi kaçınılmaz.
Öte yandan tek tek işyeri ve sektör bazında da işçi eylemleri yaygınlaşıyor. Bu eylemler ya sendikal örgütlenme nedeniyle işten atılmalara karşı direniş veya çalışma şartlarının gayri insani olmasına karşı direnişler şeklinde ortaya çıkıyor. Ücret düşüklüğüne tepkiler bu eylemlerin bir başka nedeni. Özel okul öğretmenlerinin eylemleri, Çatalca’da Polonez gıda fabrikasındaki işçilerin eylemleri, Ankara’da sağlık işçilerinin bakanlık önündeki toplu iş sözleşmesi hakkı eylemi, Gaziantep’te tekstil işçilerinin ve Soma’da maden işçilerinin eylemleri bunlardan sadece birkaçı. İnşaat, hizmet ve lojistik sektörlerinde çeşitli kazanımlarla sonuçlanan eylemler sık sık yaşanıyor. Öte yandan çeşitli işyerlerinde süren yasal grevler söz konusu.
Önümüzdeki günlerde bu eylemlerin ve direnişlerin giderek artacağı sır değil. Bu eylemlerin nesnel bir zemini var. “Güneş çarığı çarık ayağı sıkıyor.” Çalışma ve yaşama koşulları giderek zorlaşıyor. Eylemlerin yaygınlaşmasının sebebi bu. Bu eylemlerin ortak noktası ekmek, adalet ve haysiyet eylemleri olmaları. İşçiler bir yandan geçim şartlarının iyileşmesi için öte yandan insani çalışma koşulları için onurları için, haysiyetleri için eylemdeler.
İşçiler zorlaşan geçim ve yaşam koşullarını iyileştirmek için sendikalaşmak istiyor. Anayasal haklarını kullanınca bu kez patron tarafından işten atılıyor. Anayasayı hiçe sayan patronlara karşı direnmeye çalışan işçilerin üzerine bu kez hukuktan nasibini almamış mülki amirler güvenlik güçlerini sürüyor. İşçilere karşı zalimane bir şiddet kullanılıyor. Bu yetmiyor direnen ve yerlerde sürüklenen, ters kelepçe takılan, sakalları uzamış, giysileri kirlenmiş işçilerin karşısına günlük tıraşını olmuş ve pırıl pırıl takım elbiseleriyle çıkan bir ilçe müftüsü “böyle hak aranmaz” deme cüretinde bulunuyor. Sözün bittiği yer! Hükümet adeta bir yandan zor bir yandan ideolojik aygıtlarıyla tam teşekküllü olarak görev başında!
Geçim şartları zorlaşan ve çalışma şartları insan onuruyla bağdaşmayan işçiler çalışma şartlarının iyileştirilmesi için direniyorlar. Çalışırken ölmek, çalışırken hasta olmak istemiyorlar. Her gün yüzlerce binlerce işyerinde yaşanan insanlık dışı çalışma şartlarının bir bölümü işçilerin gösterdiği direnç nedeniyle kamuoyuna yansıyor. İşçiler yaşama ve çalışma şartları için, ekmek, adalet ve haysiyet için ayakta. Şairin dediği gibi “paranın padişahlığına” ve paranın bekçilerine karşı verilen ekmek ve haysiyet mücadelesi bu yapılan! Bıçağın kemiğe dayandığı andır bu.
2024 güzünün ayırt edici yanı sadece tekil işçi eylemleri değil. İşçilerin tekil eylemleri hiç durmadı. 2010’lu 2020’li yıllar boyunca irili ufaklı yüzlerce, binlerce işçi eylemi ve direnişi yaşandı. Emek Çalışmaları Topluluğu (EÇT) titiz bir çalışmayla bunları kayıt altına aldı ve almaya devam ediyor. Bu kıymetli raporlara www.emekcalisma.org adresinden ulaşmak mümkün.
Geçinemiyoruz eylemleri
2024 güzünde tekil işçi eylemleri yanında uzun bir aradan sonra merkezi sendika eylemleri de başladı. Uzun süredir vergide ve gelirde adalet eylemleriyle konuyu gündeme taşıtan DİSK’in ardından Türk-İş ve Hak-İş de geçim şartlarını protesto etmek, gelir ve vergi adaleti talebiyle merkezi eylemler örgütlemeye başladı. Üç işçi konfederasyonu henüz bu eylemleri ortaklaştırmasa da temanın benzer olduğu ve bu temanın “geçinemiyoruz, gelirde ve vergide adalet” olduğu ve eylemlerin muhatabının hükümet olduğu sır değil.
Kuşkusuz siyasal ve toplumsal koşullar arasında dağlar kadar fark var ancak 1989 Bahar Eylemleri de uzun bir suskunluktan sonra böyle başlamıştı. 1980’li yıllar boyunca etkili eylemler yapmayan Türk-İş 1989 Bahar Eylemleriyle birlikte vites yükseltmişti. ANAP hükümetinin seçimleri kaybetmesinde 1980’lerin sonundaki bu işçi hareketinin etkisi yadsınamaz. Türk-İş’in o dönemki mutedil genel Başkanı Şevket Yılmaz artan taban baskısı ve zorlaşan ekonomik şartlar karşısında 1980 sonrasının ilk genel grevini 3 Ocak 1991’de ilan etmek zorunda kalmıştı.
Bilindiği gibi Türk-İş ve Hak-İş yönetimleri uzunca bir süredir eylemlerden uzak durdu. 2010’ların başlarına kadar ortak eylemler yapabilen işçi sendikaları ile emek ve meslek örgütleri giderek paralize ve atomize oldu. 1990’ların sonlarından 2010’lara kadar emek hareketinin güç birliği yapmasını sağlayan Emek Platformu gibi kayda değer birliktelikler bir yandan içeriden bir yandan dışarından müdahalelerle sönümlendi. Emek Platformunun dağı(tı)lmasının AKP iktidarının çok büyük bir “başarısı” olduğunun altını çizmek lazım.
Emek Platformunun dağıtılmasının ardından Türk-İş ve Hak-İş yönetimleri eylemlerden uzak durdu ve siyasi iktidarı eleştirmekten özenle kaçındı, suskunluğa gömüldü. İki konfederasyon siyasi iktidara yedeklenmeyi tercih ettiler. Kamu taşeron işçilerinin örgütlenmesi ve kadroya alınması sürecinde siyasi iktidarla iyi geçinerek, eleştiriden uzak durarak üye sayılarını artırmaya çalıştılar. Bu tutumları sonucunda üye sayılarını artırdılar. Ancak kamu taşeron işçileri ikinci sınıf işçi haline geldi. Yüksek Hakem Kurulu sefalet sözleşmelerine imza attı. 2018 başkanlık seçimleri öncesi siyasi iktidar kimseyle müzakere etmeden taşeron işçileri bir gece yarısı KHK’siyle kadroya aldı. Ancak üç yıl boyunca toplu iş sözleşmesi hakkından mahrum bıraktı. Bu kez kamu işçisi haline gelen eski taşeron işçileri üye yapma ve yetki alma kaygısıyla sustular. Kamu işvereni kimi desteklerse işçi oraya gidebilirdi. O yüzden hükümetle arayı iyi tutmak lazımdı! Ancak 2018 sonrasında önce döviz krizi, ardından pandemi ve ardından yüksek enflasyonla devam eden zor günlerde hükümet tavrını net biçimde ortaya koydu. Son 45 yılın en ağır bölüşüm krizi ortaya çıktı. Emek gelirleri baskılandı ve gelir dağılımı bozuldu. Hükümet çok net sınıfsal bir tercih yaptı. Böyle bir tablodan kamu işçileri de payını aldı.
Birleşik mücadele şart!
İşçiler, emekçiler, emekliler 31 Mart 2024 seçimlerinde siyasi iktidara kırmızı kart gösterdi. Siyasi iktidar bu kırmızı kartın mesajını anlamak yerine “nasılsa seçim yok, kemer sıkmaya devam” dedi. Artan pahalılık karşısında geçim zorlaştı. Kamu işçisinin “parlak” sözleşmeleri ile elde edilen haklar enflasyon karşısında eridi.
Hükümetten geçim şartlarını iyileştirmek yönünde bir adım gelmeyeceği anlaşıldı. Türk-İş Genel Başkanı “ben ömrü hayatımda böyle geçim sıkıntısı görmedim” mealinde sözler söyledi. Ve sonunda rica ile sonuç alınamayacağı ortaya çıkınca ve tabandan gelen baskılar da artınca Türk-İş ve Hak-İş 1 Mayıslardaki sembolik törenleri saymazsak Tekel direnişinden sonra ilk kez sokağa çıktı.
Kuşkusuz önceki tutumlarından bağımsız olarak Türk-İş ve Hak-İş’in işçilerin hak mücadelesi için sokağa çıkması önemsenmesi, desteklenmesi gereken bir tutumdur. Samimiler mi değiller mi tartışması abesle iştigaldir. Eylemlerdeki konuşmaların içeriği, eylemlerdeki taleplerin yetersizliği tali bir meseledir. Uzun süredir sokağın, hak aramanın siyasi iktidar tarafından marjinalize edilmeye çalışıldığı, toplu hak aramanın, sivil itaatsizliğin kriminalize edilmeye çalışıldığı koşullarda sendikaların sokakta olması ve “sendikacılık, hak aramak suç değildir” demesi önemlidir.
Grevin, eylemin, mitingin, itirazın yerini yasak ve itaatin almaya başladığı zamanlarda sokağa çıkan işçi kıymetlidir. Paranın padişahlığına ve paranın bekçiliğine karşı girişilen her itiraz kıymetlidir.
Zor bir kış geliyor. İşçilerin, emeklilerin yaşama ve çalışma koşulları daha da zorlaşacak. Arabayı atların önüne koymadan, eylemleri birbirinin karşısına dikmeden, öznel sorunları genel sınıf çıkarının önüne çıkarmadan işçi direnişlerini, sendikal eylemleri büyük bir duvarın tuğlaları ve büyük bir zincirin halkaları haline getirmek lazım. Defalarca doğrulanmış bir düsturu yenileyerek bitireyim: Örgütlü birleşik güç yenilmez!
23.09.2024