İşçi sınıfı yeni bir proleterleşme dalgası eşliğinde olağanüstü büyümekte ve yeni bir bileşime kavuşmakta. Sermayenin yürürlüğe koyduğu yeni birikim tarzı, izlediği yeni mekânsal stratejiler başvurduğu teknolojik ve örgütsel saldırılar işçi sınıfının eski varoluş biçimlerini ciddi biçimde sarsmış durumda. Sermayenin ve devletin topyekün saldırısı karşısında emeğin haklarını savunması gereken kurumlar işlevsizleşmiş, örgütlü işçi sayısı olabildiğine azalan bir noktada.
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutladıkları 1 Mayıs’ın öncesinde, işçi sınıfının değişen karakteri ve sınıf mücadelesine etkileri, bu değişimin yeni mücadele ve örgütlenme biçimleriyle kendisini henüz yeterince ifade edememe halinin aşılmasına yönelik çözüm önerileri, sendikal örgütlenmenin engellenmesi, sermaye ve devletin topyekün saldırısına karşı nelerin yapılabileceği ve enternasyonalist dayanışma için geliştirilmesi gerekenler üzerine tartışıyoruz.
Bu doğrultuda Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen’e yönelttiğimiz sorulara verdiği cevap şu şekildedir:
İşçi sınıfı yeni bir proleterleşme dalgası eşliğinde olağanüstü büyümekte ve yeni bir bileşime kavuşmaktadır. Türkiye gibi ülkelerde bu dalga, kırsal emek rezervlerinden, kafa emeğinin ayrıcalıklarını yitiren kesimlerinden, işgücüne daha fazla katılım gösteren kadınlardan ve konumları sarsılan kentli orta sınıflardan beslenmektedir. Proletaryanın dokusunu değiştiren bu akış eksenlerinden ikisi, kafa emeğinin işçileşen kesimleri ve kadınlar, işçi hareketinin gelecekteki şekillenişini derinden etkilemeye özellikle adaydırlar. Bu yeni işçi kitlesinin kapasitesinin açığa çıkarılabilmesi açısından 1 Mayıs nasıl işlev görebilir?
İşçi sınıfına yeni katılan kesimler ve katmanlar var. Bu süreç uzun zamandır devam ediyor. Önceden kendini işçi sınıfından saymayan, hatta bir kısmı hala böyle düşünen beyaz yakalılar, kendini orta sınıfa ait gören bazı beyin işçileri ve fikir emekçileri gibi gruplar, ve yeni sektörler de ekleniyor. Kentli emekçi sınıflar, koşullar, yaşam standartları ve çalışma koşulları açısından artık işçi sınıfının bir parçası haline geldi. Ancak burada önemli bir kafa karışıklığı var.
Bu kesimlerin içinde olduğu gibi, bu yeni işçileşme süreçlerini izleyen, yazan, çizen kesimlerde de bir kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum. Bu yeni genç, eğitimli çalışan kesimlerin işçi sınıfının bir parçası olmak yerine aslında yeni bir sınıf olarak tanımlanması tartışmaları da var. Ancak ben bunun çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Hala işçi sınıfının ana gövdesini ağır sanayi işçileri, fabrika işçileri doğrudan üretim içinde yer alan işçiler oluştursa da, kabul etmeliyiz ki bu yeni sektörlerdeki genç, eğitimli fikir emekçileri, masabaşı çalışanlar, mühendisler, yazılımcılar gibi daha önce gelir düzeyi ve çalışma koşulları bakımından ayrıcalıklı olan kesimler hızla işçileşiyorlar. Bu da şunu gösteriyor ki, bu kesim işçileştikçe hem koşulları hem gelir düzeyleri hem de sömürü ilişkileri bakımından işçileşiyorlar ve çıkarları, kaderleri ve kurtuluşları da işçi sınıfının çıkarıyla birleşiyor.
Ancak ne yazık ki, henüz bu kesimin içindeki örgütlenme eğilimleri ve mücadele eğilimleri klasik anlamdaki işçi sınıfının mücadelesiyle, hareketiyle ve ortak örgütlüğüyle birleşmiş değil. Kemer sıkma olarak adlandırılsa da, aslında bu bir boğaz sıkma programına dönüşmüş durumda.Belki de bu 1 Mayıs, özellikle son birkaç yıldır Türkiye’de ortaya çıkan ve saray iktidarının dayattığı yoksulluk ve sefalet programına karşı direnişler, grevler, iş bırakmalar, ek zam talepleri ve diğer çalışma koşullarıyla ilgili taleplerle ilgili örgütlenme ve mücadele örneklerini ortaya koyması bakımından önemli bir gün olacak.
Bu 1 Mayıs’ın, yeni işçileşen kesimlerin ve işçi sınıfının birleşik mücadelesinin işaretlerini vereceğini düşünüyorum. Bu 1 Mayıs, yeni proleterleşen kesimlerin işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak yerine aldığı bir sürecin başlangıcı olacak.
Sermayenin yürürlüğe koyduğu yeni birikim tarzı, izlediği yeni mekânsal stratejiler, başvurduğu teknolojik ve örgütsel saldırılar işçi sınıfının eski var oluş biçimlerini ciddi biçimde sarsmış bulunuyor. Bir başka ifadeyle, oluşmakta olan bileşimin kendisini yeni mücadele ve örgütlenme biçimleriyle henüz yeterince ifade edememesi, işçi hareketinin yaşadığı krizin temel nedenlerinden biridir. Diğer bir deyişle, koşullar işçi hareketini yaratıcılığını sınamaya, kolektif hafızasını yoklamaya, sermayeye karşı onu birçok yönden kuşatacak mücadele stratejileri geliştirmeye, bugünkü dezavantajları avantaja çevirmeye ve sınıf kapasitesinin daha çoğunu açığa çıkarmaya davet ediyor. Olgular, dünyada ve Türkiye’de işçi hareketinin, bu davetin gereklerine yerine getirmeye dönük ciddi bir çabalama içinde olduğuna işaret ediyor. Bu çabaların ortaklaştırılması ve birleşik bir mücadele hattının oluşturulamamasının nedenleri neler olabilir?
Sermaye sınıfının yeni birikim süreçleri, mekansal stratejileri ve teknolojik üretim ve örgütlenme biçimleri, işçi sınıfının eski varoluş koşullarını ortadan kaldırdığını, en azından üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi içindeki pozisyonu bakımından, düşünmüyorum. Tabii ki ortaya çıkan yeni üretim biçimleri, teknolojik değişimler, üretimin parçalanması ve mekansal değişimler işçi sınıfı üzerindeki kontrol mekanizmalarını etkiliyor ve yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerine ihtiyaç duyulduğu kesin. Buna itirazım yok. Ancak bu değişimler işçi sınıfının eğilimleri, davranışları ve örgütlenme biçimlerini etkiliyor ve genç ve eğitimli kuşaklarda yeni kültürel ve davranış biçimleri ortaya çıkıyor. Bu nedenle, sınıf içindeki mücadelede yenilenmeye, daha modern, etkili ve genç işçilere hitap eden örgütlenme ve mücadele yöntemlerine ihtiyaç var.
Ancak bununla birlikte, mevcut sınıf örgütlerinin, en azından işçi sınıfının mücadele örgütü olarak 150 yıldır en temel ve etkili örgütleri olan sendikaların tahrip edilmesi veya geçersiz hale getirilmesi doğru değil. Eski araçlar ve sendika biçimleriyle mücadele etmek mümkün olmayabilir, ancak yeni mücadele biçimleri ve örgütlenme biçimleri de sendikal camiada izler bırakabilir. Sendikaların sınıf örgütü olma niteliğini bozan ve sınıf mücadelesini ilerletmeyecek tartışmaların sorun olduğunu düşünüyorum.
Asıl problemimiz, farklı mücadele dinamikleri ve toplumsal kesimlerin birleşik bir mücadele olmadan kurtuluşun mümkün olmadığı gerçeği. Ancak bu, sendikal mücadelenin örgütsel bağımsızlığını koruması gerektiğine inanıyorum. Sendikalar, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik mücadelesini örgütlemek için önemlidir; ancak tek başına kapitalist sistemi değiştirmeye yetmezler. İşçi sınıfının politik olarak örgütlenmesi ve diğer toplumsal kesimlerle birlikte hareket etmesi gerekiyor.
Bugün Türkiye’de ve dünyada yaşanan sendikal kriz, sendikaların sınıfın ihtiyaçlarından uzaklaşması ve bürokratikleşmesi nedeniyledir. Bu durumu çözmek için sendikaların işçilerin yönettiği, demokratik ve mücadeleci örgütler haline gelmesi gerekiyor. Ancak bu rolü oynamamalarının nedeni, sendikaların gerçek sınıf örgütleri olma niteliğini yitirmesi ve sermayeye hizmet etmesidir. Bu sorunun çözümü, işçi sınıfının gerçek mücadele örgütleri olan sendikaları yeniden örgütlemek ve bürokrasiyi alaşağı etmektir. Bu şekilde, işçi sınıfının gerçek ihtiyaçlarına ve mücadelesine odaklanan güçlü bir mücadele cephesi oluşturulabilir.
Sendikalaşma imkanlarının giderek imkansızlaştığı bu koşullarda kayıt içi veya kayıt dışı ayırımı yapmaksızın işçi hakları mücadelesi için örgütlü bulunduğu her yerde sınıfın yeniden kuruluşuna hizmet edecek faaliyet alanları neler olabilir? Sendikalar ve sosyalistler bu örgütlenmelerin yaratılmasında hangi rolleri oynamalıdırlar?
Kayıt dışı işçiler, özellikle son yıllarda mülteci işçilerin ana gövdesini oluşturduğu düşünüldüğünde, en zor, ağır ve güvencesiz koşullarda ve düşük ücretlerle çalışan kesimlerdir. Mülteci işçilerin çalışma izinleri olmadığı için sigortalı çalışma imkanları da zayıftır ve Türkiye’de kayıtlı ve sigortalı çalışan Suriyeli işçi sayısı çok azdır. Bu nedenle, mülteci işçilerin yerli işçi sınıfıyla ortak örgütlenmelerinin önündeki en büyük engellerden biri, Türkiye’nin göçmenlere yönelik politikaları ve mülteci düşmanlığıdır.
Mülteci düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık, işçi sınıfının ortak mücadelesini bölen unsurlardır. Ancak, mülteci işçilerin örgütlenmesi yasal olarak zor olsa da, dernekler aracılığıyla örgütlenme ve çalışma koşullarını iyileştirmek için mücadele etme imkanı bulabilirler. Bu, sigorta ve kayıtlı çalışma taleplerini içeren bir mücadeleyle başlayabilir ve ilerleyen süreçte sendikal örgütlenmeye dönüşebilir.
Türkiye’de bu tür örnekler vardır. Ben kendi hikayemden örnek vereyim. Antep’te eski bir halı dokuma işçisiyim ve doksanlı yılların başlarında bir dernek etrafında örgütlendik. Derneğin öncülüğünde yirmi bin işçinin katıldığı ve bir ay süren ve Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin en önemli mücadele örneklerinden biri olan bir grev oldu ve o grev sonucunda işçilerin büyük çoğunluğu sigorta hakkını kazandı.
Ayrıca, son yıllarda İzmir, Adana, Konya, Antep gibi illerde özellikle ayakkabı sektöründe Suriyeli ve yerli işçilerin ortak örgütlenme girişimleri yaşanmıştır.
Bu örnekler, kayıt dışı ve kayıtlı işçilerin ortak mücadelelerinin nasıl ilerleyebileceğine dair ipuçları sunmaktadır.
Sermayenin ve devletin topyekün saldırısına karşı hiçbir konferedasyon, dernek ,platform ayrımı gözetmeksizin emeğin hakları uğruna daha önce çeşitli deneyimleri bulunan (şubeler platformu gibi) yerel ve ya ulusal ölçekte birlik ve platformlar kurulması ile ilgili neler yapılabilir?
Mevcut ana akım sendikalar, mücadeleci sendikalar ve bağımsız sendikaların birlikte hareket etmesi konusunda yeterince çaba göstermediğini düşünüyorum. Bu durum, ortak bir mücadele platformu oluşturma ihtiyacının farkında olmamalarından kaynaklanıyor. Özellikle mücadeleci sendikaların bu konuda daha fazla sorumluluk alması gerektiğini düşünüyorum. Bu çaba, yerel platformlardan başlayarak geniş bir birlik oluşturacak adımların atılması gerektiğini gösteriyor.
BİRTEK-SEN olarak bu konuda bir çaba içerisindeyiz şüphesiz ama bulunduğumuz bölgede ne yazık ki böyle bu türden geniş ve büyük birlikleri oluşturacak düzeyde karşılık bulacak mücadeleci sendika ve dinamikler çok yetersiz, çok zayıf ya da hiç yok. Ancak ülke genelinde bu potansiyelin artacağını düşünüyorum. Bu nedenle, mücadeleci sendikaların ve emek örgütlerinin bir araya gelerek ortak bir platform oluşturma adımlarını atması gerektiğini düşünüyoruz.
Enternasyonal dayanışmayı bir temeni olmaktan çıkartıp somut hale getirmek için başta Ortadoğu ve Avrupa’daki dost parti ve kurumlarla temaslar geliştirip her yıl işçi sınıfının sorunları ve ortak mücadele stratejileri geliştirmesine hizmet edecek hangi faaliyetler planlanabilir?
Şu anda, uluslararası düzeyde güçlü bir dayanışma ve ortak mücadele için büyük bir ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Dünyada savaşlar, göç sorunu gibi büyük sorunlarla birlikte, işçi sınıfının ve emekçilerin kazanımlarının gasp edildiği yoksulluk ve sefaletin arttığı bir dönemdeyiz. Kapitalist emperyalist güçler daha fazla saldırıya hazırlanıyor gibi görünüyor. Bu nedenle, uluslararası düzeyde ortak mücadele araçlarını güçlendirmeye ihtiyaç var.
Mücadeleci sendikaların ve emek örgütlerinin uluslararası platformlarda bir araya gelerek ortak sorunları tartıştığı konferanslar ve birlikler kurması gerekiyor. Bu, dünya genelindeki işçi sınıflarının ortak mücadelesini güçlendirebilir. Biz yeni bir sendika olarak, sınırlı olanaklarımızla bile uluslararası etki yaratabilecek direnişlere katılıyoruz, örneğin “Özak direnişi” gibi. Gelecekte, Türkiye ve Avrupa’da işçi temsilcilerinin ve sendikacıların uluslararası mücadeleyi ve bugünkü sorunlarını tartışabilecekleri etkinlikler düzenlemeyi planlıyoruz.
Ancak, bu sadece bizim değil, Türkiye’deki tüm emek örgütlerinin gündemine alması gereken bir konudur.
(Siyasi Haber – Yeşim Dokur)