İşçi sınıfını devrimci bir özne yapan nedir? Hegelci mistisizmin dediği gibi evrensel sınıf ya da Mutlak Tin’in kötü bir kopyası olması değil şüphesiz. Fiziksel lokasyonu, yani sanayinin çarklarını durdurabilecek stratejik konumu da değildir ona bu özelliği veren.
En rafinesinden en kabasına kadar bu tip açıklamaların çok az kişiyi ikna edebilmesine şaşmamalı. Elbette, isçi sınıfının neden bir zamanlar devrimci olduğuna ama artık zamanının geçtiğine dair daha iyi açıklamaları olanlar da var. Örneğin bazıları eskiden sermayenin isçileri bir merkezde topladığını, bir araya gelmelerini, örgütlenmelerini ve mücadele etmelerini sağladığını, ama bugün aynı sermayenin isçileri birbirinden uzaklaştırdığını ve ortak mücadele etmelerini önleyecek şekilde birbirine düşürdüğünü öne sürüyorlar. Yani bir zamanlar isçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktu, ama bugün kapitalizmin içine çekilmiş, tüketim kültürünün tutsağı olmuş durumda; asıl kendisi tükettiği maddeler tarafından ele geçiriliyor ve tüketiliyor.
Kapitalizm işçi sınıfını değiştirdiği için artık isçi sınıfının devrimci bir özne olmadığı sonucuna varanlar, Marksizm’in alfabesini dahi anlamadıklarını ifşa etmiş oluyorlar. İsçi sınıfı mücadelesiyle kendisini devrimci bir özne kılar – bizzat kendi kendini dönüştürür. Marx hep bunu savundu: koşulların ve öznenin kendisinin birlikte değişimi olarak “devrimci pratik”. İsçi sınıfı verdiği mücadelelerle kendisini değiştirir. Yeni bir dünya yaratmaya uygun hale getirir.
Peki, işçiler niye mücadele eder? Tüm isçi mücadelelerinin altında yatan Marx’ın deyimiyle “işçilerin kendi gelişim ihtiyaçlarıdır”. Marx’ın ücret artışı için verilen mücadeleleri tek başına yetersiz gördüğünü biliyoruz. Ama sunu da kavramıştı: bu mücadelelere hiç girmemek, isçileri ” duygusuz, düşüncesiz az veya çok beslenmiş birer üretim aracı” haline getiriyordu. Mücadele olmazsa Marx’a göre isçiler “küskün, iradesiz, bitkin ve dirençsiz bir kitleye” dönüşüyorlardı. Mücadeleler bizatihi birer üretim sürecidirler: yepyeni tipte bir işçi çıkartırlar ortaya; kendisini kapasitesi müthiş gelişmiş, özgüveni sağlam, örgütlenme ve birleşme yeteneği çok artmış olarak yeniden üreten bir işçi. Peki bunu niye ücret artışı mücadelesiyle sınırlayalım ki ? İnsanların kendini ortaya koyabildiği her mücadele, toplumsal adaletin sınırlarını zorladıkları her mücadele, kendi potansiyellerinin ve gelişme ihtiyaçlarının farkına vardıkları her mücadele katılanların kapasitelerini artıracaktır.
Ve bu mücadeleler bizi hep sermayenin karşısına dikecektir. Neden? Çünkü bizle kendi gelişimimizin arasında duran engel sermayedir de ondan. Öyledir çünkü medeniyetin tüm meyvelerine el koyan, toplumsal beynin ve toplumsal kolun tüm ürününü kendi mülkü yapan, kendi üretimimizi ve bizden önceki işçilerin üretimini tek bir amaç uğruna, kendi çıkarı, kâr uğruna bize karşı çeviren hep sermayedir. İhtiyaçlarımızı karşılamak istiyorsak, potansiyelimizi geliştirmek istiyorsak, sermayeye karşı mücadele vermeliyiz, ancak bu şekilde biz çalışanlar kendimizi devrimci birer özne kılabiliriz.
İyi ama biz kimiz? Devrimci özne olan bu işçi sınıfı neyin nes ? Bunun cevabını Kapital’de bulamazsınız. Marx’ın Kapital’i, nesne olduğu durumlar hariç işçi sınıfından bahsetmez. Kapital’in ortaya serdiği, sermayenin doğası, hedefleri ve dinamikleridir. İşçi sınıfından bahsi sadece, sermayenin işçi sınıfına ettiklerini anlatırken açar. İşte işçi sınıfını özne olarak ele almadığı içindir ki, sermayenin bu özneyle ne şekilde mücadele ettiğine de odaklanmaz. O yüzden, Marx’ın kapitalist sınıfın işçileri (bilhassa İrlandalı ve İngiliz işçileri) ayırıp bölerek iktidarını nasıl koruduğu hakkındaki yorumlarını başka eserlerinde aramalıyız. Ve “sermayenin bugünkü iktidarının temelinde” işçiler için yeni yeni ihtiyaçlar yaratabilmesinin yattığını açıkça belirttiği halde, bu meseleyi hiçbir yazısında ele almamıştır.
Yani günümüz işçi sınıfının doğası nedir sorusu, cevabı kitaplarda bulunamayacak bir sorudur. Cevapları kendimiz oluşturmalıyız. Bugün sermaye-dışı olan kimdir? Üretim araçlarından ayrı düşmüş ve hayatta kalabilmek için sermayeden ricacı olmak durumunda kalanlar kimlerdir? Tabii ki sadece işgücünü sermayeye satanlar değil, aynı zamanda satamayanlar da, yani hem sömürülenler, hem de dışarıda bırakılanlar. Ve şüphesiz, devasa yedek işsizler ordusu bağlamında, sermayenin dolaşım sahasında çalışıp üstelik riski kendileri üstlenenler de – yani kayıtdışı ekonomide ekmeğinin peşine düşenler de – tanıma dâhildir. Klasik işçi sınıfı şablonuna – erkek fabrika işçisi – uymuyorlar belki, ama o şablon zaten hep yanlıştı.
Kesinlikle ilk adımımız işçi sınıfının heterojen doğasını kabul etmek olmalıdır. Marx’ın farkında olduğu üzere, işçi sınıfı içerisindeki farklılıklar sermayenin egemenliğini devam ettirmesini mümkün kılar. Ama yine Marx’ın farkında olduğu üzere, biz mücadele ettikçe birlik sağlarız. Ve bu birliği kendi gelişim ihtiyaçlarımızı ortak hedef olarak önümüze koyarak ve “hepimizin özgürce gelişmesinin her birimizin özgürce gelişmesine bağlı olduğunu” kabul ederek sağlarız. Sermaye fikir savaşını bugüne kadar bizi alternatifi olmadığına ikna ederek kazandı; işçi sınıfını devrimci özne olarak görmekten vazgeçenler de bu mesajı pekiştiriyorlar. Fikir savaşını kazanmak için, kendi gelişim hakkımıza vurgu yapmalıyız. Marx ve Engels’in bildiği gibi, işçilerin “bu haklarını kullanmaları ‘kendileri’ olabilmelerinin devrimci kaynaşmış bir kitle haline gelmelerinin aracıdır sadece”. Kazanacağımız bir dünya var, her gün kendi ellerimizle inşa ettiğimiz dünya.
http://monthlyreview.org/2012/12/01/what-makes-the-working-class-a-revolutionary-subject/
Çeviri: Sol Defter