13 Mayıs’ta Soma’da gerçekleşen, ülkemiz tarihinin en büyük iş cinayeti Soma Maden Katliamı egemen sınıflar cephesinde büyük bir tedirginliğe yol açtı. Katliam, yine ülkemiz tarihinin en büyük kitlesel ayaklanması Haziran İsyanının yıldönümünün yaklaştığı bir tarihte meydana gelmişti. Bütün ülkede ezilenlerin “bıçak kemikte” diyerek sokağa dökülmeleri an meselesiydi.
Berkin Elvan için “hâlâ buradayız” diyen yüzbinlerin sesleri yükselmeye başlamıştı. Kolay değil, en az 301 can, bütün işyerlerini adeta bir “cinayet mahalli”ne çeviren esnekleştirme ve güvencesizleştirme politikaları sonucunda toprak altında kalmıştı. Hemen komplo teorileri -“Gezi’cilerin parmağı”, “zamanlama manidar”- ve ölü sayısı üzerinden yürüyen spekülatif tartışmalar devreye sokuldu. Katliamın iki suç ortağından birinin -Hükümet diğerini -Soma A.Ş.- gözden çıkarması ve AKP’nin Soma A.Ş.’nin patronunu televizyonda kendi kendisini savunmaya terk etmesi de izlediğimiz tiyatronun benzerlerinde pek rastlamadığımız sahnelerinden biriydi.
16 Mayıs günü ön bilirkişi raporu hazırlandı. Raporda, hükümetin iddiasının aksine 301 değil, 307 ölü olduğu bilgisi vardı. Ön bilirkişi raporuna göre katliamın nedeni, azami sınırın 10 kat üzerine çıkan ölçümler yapıldığı halde üretimin devam etmesi. Ocaktaki yangın bunun sonucunda gerçekleşiyor. Kısaca, katliamın nedenini işçiler üzerinde kurulan üretim baskısı olarak açıklayabiliriz. Göz göre göre gelen katliam “Cinayet mahalli” Eynez’deki sahayı rödovans (taşeronun madencesi) yoluyla Türkiye Kömür İşletmeleri’nden (TKİ) kiralayan şirket Soma A.Ş. son 7-8 aydır, rödovans sözleşmesinde belirtilen üretim tonajını yakalayamıyor. Dolayısıyla gizli taşeron dayıbaşılar eliyle, işin ritminin ve yoğunluğunun arttırılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca bir vardiya ocağı terk etmeden diğer vardiya ocağa iniyor. 30 gün olması gereken ve belirli periyotlarla yenilenmesi gereken İSİG eğitimi işçilere yalnızca 1 gün veriliyor. Gerçekleşen kazalar hasıraltı edilmeye çalışılıyor, çoğu zaman kayıt altına dahi alınmıyor.
Denetim açısından da sorun olduğu aşikar. Yalnız denetim sorununu da sadece denetmenlerle ilgili tartışmak doğru olmaz. Elbette denetim görevini yerine getirmeyenler doğrudan sorumludur. Yalnız işin denetim ayağı, içinde bulunulan siyasal ortamdan, yasal çerçeveden bağımsız değil. Örneğin, 6331 sayılı yasaya göre sermaye sahipleri işçi sağlığı iş güvenliği hizmetlerini ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden (OSGB) satın alabilecektir. Bu esasen, işçi sağlığı iş güvenliği sisteminin taşeronlaştırılmasıdır.
Bütün bunlardan sonra, Soma Maden Katliamının sorumlusunun devletin ve sermayenin el ele uyguladığı esnekleştirme ve güvencesizleştirme politikaları olduğunu söyleyebiliriz. Biz de sorumluyuz: Bu politikaların karşısında işyerlerinde örgütlü bir duruş sergilemediğimiz için! İşte Soma Maden Katliamında işçi sağlığı ve iş güvenliğini hukuka ve teknolojiye havale etmenin ne kadar ağır bedelleri olduğunu görüyoruz. Sensörler alarm verdiğinde gerekirse zorla ocağı boşaltacak bir işçi basıncı örgütlemeliyiz. Tek yol bu: sınıf mücadelesi!
Örgütlenmemek ölümdür!