Amerikan polisi, 9 Ağustosta, Ferguson kasabasında, Michael Brown isimli 18 yaşındaki siyah bir genci, ellerini havaya kaldırmış olmasına rağmen sokak ortasında 6 kurşunla infaz etmişti. Tam iki ay sonra, bu kez 20 kilometre uzaklıktaki Shaw semtinde, Vonderrit Myers isimli bir genç daha sokak ortasında katledildi. 18 yaşındaki Myers ve arkadaşlarını koşarken gören ve üstelik izinli olduğu halde gençlere keyfi bir biçimde dur ihtarında bulunan beyaz bir polis, gençler koşmaya devam edince arkalarından 17 el ateş açtı. Açılan ateş sonucu Myers yaşamını yitirirken, St. Louis polisi her zamanki gibi pişkince, siyah gencin silahlı olduğu ve polise üç el ateş ettiği yalanını ileri sürdü. Myers’in yakınları ise gencin elinde sadece sandviç olduğunu ifade ettiler. Polis bir kez daha ırkçı, saldırgan tutumunun üzerini örtecek şekilde yalan söylüyordu. Ancak artık mızrak çuvala sığmıyor; yoksulluk ve sefalet içerisinde kıvranan siyah işçi ve emekçiler kendilerine yönelik ırkçı, saldırgan tutumlara karşı isyan bayrağını yükseltiyorlar.
9 Ekimde gerçekleştirilen bu infazın duyulması üzerine St. Louis şehrinde yoksul siyah emekçiler, protesto gösterileri düzenleyerek meydanlarda “adalet yok, barış da yok!” sloganını haykırdılar. Eylemlere katılanlar bir hafta boyunca “Direnme Haftası” adı altında tepkilerini daha güçlü bir biçimde ortaya koydular. Asıl büyük tepki ise Michael Brown’ın infazının ardından ortaya konulmuştu. Ağustos ayında Ferguson halkı sokaklara dökülmüş ve protesto gösterileri kısa sürede ABD’nin pek çok kentine yayılmıştı. Eylemlerin önüne geçemeyince Demokrat Partili vali, önce sıkıyönetim ilan etmiş, ardından da orduyu göreve çağırmıştı. Ancak ne sıkıyönetim ilanı ne ordunun devreye girmesi ne de polisin göstericilere uyguladığı aşırı şiddet, protestoları durdurabilmişti. Burjuva düzen güçleri 9 Ekimden sonra halkın bir kez daha sokağa dökülmesini de engelleyemedi.
Silahsız olmasına ve herhangi birine zarar verecek durumda olmamasına rağmen siyah bir gencin öldürülmesinin kesinlikle münferit bir olay olmadığı, Vonderrit Myers’in infazıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu. Gerçekleştirilen bu infazlar, ırkçılığın ve özellikle siyahlara yönelik polis şiddetinin ABD’de ne derece yaygın ve köklü olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Irkçı zihniyet her alanda kendini göstermektedir. Trafikte durdurulmaktan işsizlik oranına, yıllık gelir miktarından meslek sahipliğine kadar hemen her alanda siyahlar çok bariz bir ayrımcılığa tâbi tutuluyorlar. Örneğin son polis infazlarının gerçekleştirildiği Missouri eyaletinde işsizlik oranı beyazlarda %6 iken, siyahlarda %20’ye ulaşıyor.
Kapitalist sistemin içine düştüğü tarihsel kriz derinleştikçe, demokrasinin beşiği olarak görülen Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de burjuvazi anti-demokratik yasaları ve polis devleti uygulamalarını hayata geçirmektedir. Tüm dünyada burjuvazi, kapitalist düzeni yıkacak toplumsal patlamalardan ve devrimlerden giderek daha fazla korkmakta ve otoriter yöntemleri devreye sokmaktadır. Michael Brown’ın infazının ardından sokaklara çıkan ve demokratik taleplerini duyurmaya çalışan Ferguson halkına uygulanan polis terörü hafızalardan silinmedi. Büyük bir ikiyüzlülükle demokrasi lafını ağızlarından düşürmeyen ABD’li egemenler, Amerikan emekçilerine karşı Irak ve Afganistan’da uygulanan savaş taktiklerini uygulamaktan geri durmamıştı. Polis yetersiz kalınca askerin devreye sokulması da bunun bir parçasıydı.
Düzenlerinin sarsılmasından korkan Amerikan burjuvazisi, baskı yasalarıyla ve olası bir devrimci işçi ayaklanmasında ne yapacaklarına dair planlarıyla polis devleti uygulamalarını ciddi bir şekilde güçlendiriyor. Önümüzdeki dönemde, kriz ve toplumsal çelişkiler dikkate alındığında ABD’de ırkçılığın ve polis şiddetinin daha da artacağı, otoriter yöntemlere daha sık başvurulacağı açıktır. ABD demokrasisinin de gerçekte burjuva diktatörlüğünden başka bir şey olmadığını, geniş kitleler önümüzdeki dönemde daha fazla görmeye başlayacaklardır.
Derinleşen sistem krizi ve savaş koşullarında, en genişinden en darına tüm burjuva demokrasilerinde olağanüstü rejimlere has baskıcı ve militarist uygulamaların giderek yaygınlaştırıldığı ve olağan hale getirildiği görülüyor. Elbette ne ABD’nin ne de diğer kapitalist devletlerin korkuları boşuna değildir. Toplumsal çelişkiler yoğunlaşmakta, emekçilerin tepkisi ve öfkesi büyümektedir. Bu tepki ve öfke örgütlü bir devrimci güce dönüştürüldüğünde, işte o zaman burjuvazi kaçınılmaz sonu yaşayacak ve kapitalist düzen yerle bir olacaktır.
Bu haber marksist.com adresinden alınmıştır.