Geçen hafta cuma gecesi.
Para için bebekleri ölüme gönderen, bebekleri ölüme gönderirken devleti dolandıran yenidoğan çetesine ilişkin iddianame önümüzdeydi. İnsanlık düşmanlarının bebekleri nasıl ölüme gönderdiğine dair teknik takip tapelerini okur, onlarca sayfa süren telefon görüşmeleri deşifrelerine bakarken aklıma geldi.
Bu takip kaç gün, kaç hafta sürmüştü?
Takibin deşifresi, iddianameye aktarılması ve bütün bunların tamamlanması bir zaman aldıysa, bu sürede kurtarılması mümkün olabilecek bebekler de yaşamını yitirmiş olabilir miydi?
İşte bu kritik soruyu, geçen Cuma (18 Ekim) Now TV’de yayımlanan Orta Sayfa programının hemen başında dile getirdik ve yayında tartıştık:
Maddi delile ulaşabilmek amacıyla, şüphelilere teknik takip yapılma sürecinde kurtarılması mümkün olan bebekler ölmüş olabilir mi? Yoksa bir gecikme oldu mu?
Sorunun cevabını halen bilmiyoruz. Ama o gece program arkadaşlarımızla konuştuğumuz bu konuyu, son üç gündür farklı medya kuruluşlarında çalışan giderek daha fazla sayıda meslektaşımız dile getiriyor. İyi ediyor.
Tablonun sorumlusu
Kamunun sunması ve her vatandaşın eşit yararlanması gereken sağlık hizmetlerinin, “beş yıldızlı otel konforu” sloganıyla özelleştirilmesi, bugünkü tablonun en önemli sebeplerinden birini oluşturuyor. Her yıl bütçeden, bir grup şirkete şehir hastaneleri için kira ve hizmet bedeli altında ödenen milyarlarca lira yetmezmiş gibi, bu şirketlerin bütçeden para kazanabilmesi için Türkiye’nin dört bir yanında kapatılan onlarca kamu hastanesinin boşluğu doldurulamıyor.
Metropollerin her semtinde ve ülkenin her bir şehrinde yaygınlaşan özel hastanelerin denetimleri hakkıyla yapılmadığı için de neresinden tutsanız elinizde kalacak ve devleti sülük gibi sömüren çeteleşen, yargıya meydan okuyan yapılara vatandaşın sağlığını emanet ediyorsunuz.
Bütün bunların, yazının başlığı “IMF raporundan öğrendiklerimiz” ile ne ilgisi var derseniz de hemen söyleyeyim: IMF’nin 4. Madde Konsültasyon Raporu’nda araya sıkışan bir not ile ilgisi var. Şehir hastanelerinin, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) ile yapıldığı malum. Bu modelin şeffaf olmadığı, denetimlerinin doğru düzgün yapılmadığı, sonuçların kamuoyuyla paylaşılmadığı da.
IMF, yıllardır Türkiye’ye KÖİ konusunda bir çerçeve yasa çıkarmasını; yükümlülükleri, borçları, hesabı kitabı izlemesini, bu izleme için ayrı bir birim kurmasını, sonuçları kamuoyuyla paylaşmasını öneriyor. Türkiye’deki ekonomi yönetimi de bu öneriye deyim yerindeyse “tamam tamam” deyip savuşturuyor. Çünkü bu önerileri yerine getirmemesinin hiçbir olumsuz sonucu yok. Ne Türkiye’deki kamuoyu ve kamu kuruluşları açısından, ne de IMF açısından.
KÖİ yükümlülüklerinin, uluslararası piyasalar açısından bir faiz kadar, bir rezerv kadar önemi bulunmuyor. KÖİ yükümlülükleri biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından önem taşıyor.
Son IMF Konsültasyon raporunda bu konu yeniden kayda geçirilmiş ve denilmiş ki:
IMF’ye “raporlamayı iyileştireceğiz” demişler
“Yetkililer, risklerin yönetilebilir olduğunu düşünmektedir. Toplam yatırım rakamlarına bakmak veya borç üstlenme taahhütlerini ve garantilerini toplamak, riskleri abartıyor. Yetkililer, KÖİ yatırımlarının mali pozisyonunu koruma ihtiyacı ile yatırımların yararlarını dengelemeyi amaçlamaktadır. Ancak yetkililer, KÖİ’lerin denetimini ve yönetimini güçlendirme ve düzenli raporlamayı iyileştirme ihtiyacı konusunda hemfikirdir ve genel KÖİ çerçevesini güçlendirmek için yeni bir KÖİ yasası üzerinde çalışmaktadır.”
Anlaşılan o ki Şimşek ve beraberindeki Türk ekonomi bürokrat heyeti ile görüşen IMF heyetine, KÖİ yükümlülüklerini aslında idare edebildiklerini, rakamların üst üste konulunca abartılmış göründüğü söylenmiş. Gerisi de her zaman duyduğumuz ezber. Yani raporlama yapılacak, denetim yapılacak falan filan. IMF heyeti bir kez daha savuşturulmuş.
Ama en azından Türkiye’deki kamuoyuna söylenmeyen IMF heyetine söylenmiş. Bir KÖİ yasası üzerinde çalışılıyormuş. Ha bu arada çıkarılacak bir diğer “yapısal reform”da Kamu İhale Kanunu olacakmış. Yeni yasa “dijitalleşmeyi, inovasyonu ve sürdürülebilirliği destekleyen ve önceliklendiren bir tedarik yaklaşımıyla” hazırlanacakmış.
Ücret ve maaş artışları risk matrisinde
IMF 4. Madde raporunda bir de Risk Matrisi var. Burada en önemli risklerden biri “Politikadaki normalleşmenin tersine çevrilmesi” olarak anılıyor. Bakın orada milyonlarca memuru ve emekliyi ilgilendiren bölüm şöyle:
“Politikalar çok sıkı çıkarsa ve büyüme çok fazla düşerse, siyasi destek azalarak popülist politikalara dönüşe yol açabilir. Bu politikalar daha gevşek para politikası, daha fazla ücret artışı ve potansiyel olarak vergi kesintileri ve memurlar için ad hoc maaş artışı içerecektir.”
Bu paragrafta geçen “ad hoc” geçici, belli bir amaca yönelik anlamına geliyor. Yani IMF açısından bakıldığında, ücret artışları ile memurlara yapılacak zamlar, “rasyonel ekonomi” için risk oluşturuyor.
Evet, bu raporun Türkiye için yaptırıma bağlı bir bağlayıcılığı bulunmuyor. Ancak IMF’nin Türkiye konsültasyonu sonrasında hazırladığı 4. Madde’deki anlatımlar Şimşek’in Haziran 2023’ten bu yana uyguladığı ekonomi politikasının, uluslararası piyasalardan “aferin” almak için ücretlere daha fazla baskıda kararlı olduğunu teyit ediyor.
Ücret ve maaş artışlarının “risk matrisi”nde yer alışını başka nasıl izah edeceğiz?
Siyasetin akışını ters yüz eden çıkışlara bu pencereden bakılmasında da yarar bulunuyor.