Bugün dünya, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik ve sosyal krizlerle de karşı karşıya. COVID-19 pandemisi, enerji ve gıda krizleri, artan jeopolitik gerginlikler ve bölgesel savaşlar, ekonomik rekabetin yoğunlaşması, iklim değişikliği ve artan eşitsizlikler gibi sorunlar, küresel ekonomiyi derinden etkiliyor. Bu çoklu kriz ortamı, mevcut sistemin kırılganlıklarını ve yetersizliklerini gözler önüne seriyor.
Çoklu kriz konjonktürü giderek derinleşirken, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Ekim 2024 tarihli “Mali İzleme: Kamu Borcunu Kontrol Altına Almak” raporu geçtiğimiz hafta yayınlandı. Rapor, dünya genelinde kamu borcunun 100 trilyon doları aşacağını ve bu durumun özellikle Küresel Güney için ciddi sorunlar yaratabileceğini belirtiyor.
IMF’nin bu borç birikimi sorunu için önerisi basit: Kamu harcamalarının kısılması ve kamu gelirlerinin yani vergilerin artırılması. Bu ikisini birleştirdiğimizde karşımıza kemer sıkma programının üzerinde yükseldiği iki temel çıkıyor. Bu ikiliye ek olarak, yapısal reformlarla, özellikle de emek piyasalarının esnekleştirilmesiyle ekonomik büyümenin sürebileceğine vurgu yapılmış. Yani IMF’nin eski politika önerilerinde bir değişiklik yok.
Ancak burada temel bir sorun var: IMF’nin önerileri, sanki çoklu kriz konjonktüründe değilmişiz gibi yapılmış. Çarpıcı bir şekilde, IMF iklim krizinin ortaya çıkardığı aciliyetleri dikkate almıyor. Bu nedenle karşımızda, bir yandan sosyal adaletsizlikleri ve yoksulluğu azaltmak ve iklim krizi ile başa çıkmak için gereken acil yatırımların yapılması zorunluluğu var. Diğer yandan da bu girişimlerin önüne set çeken bir IMF var. Bu yazıda sözkonusu temel çelişkiye biraz daha yakından bakacağım.
Kemer sıkma ve yatırım ikilemi
IMF, Mali İzleme raporunda mali disipline vurgu yaparak, ülkelerin bütçe açıklarını kontrol altına almalarını ve kamu harcamalarını kısıtlamalarını öneriyor. Bu yaklaşım, geçmişte birçok ülkenin, özellikle de Küresel Güney ülkelerinin yaşadığı mali krizin üstesinden gelinmesi için benimsenmişti. Ancak pek çok ülke deneyimi, bu politikaların sadece gelir dağılımı adaletini bozmakla kalmayıp, aynı zamanda yatırımları kısıtlayarak üretim kapasitesinin aşınmasına neden olduğunu gösteriyor.
Ancak bu mevcut ve eski sorunlara yakın zamanda yenileri eklendi. Küresel Güney ülkeleri sadece yoksulluk, barınma, eğitim ve sağlığa erişim gibi temel alanlardaki sorunlarla değil, aynı zamanda iklim değişikliğinin getirdiği acil sorunlarla da karşı karşıya. Dahası, iklim kriziyle mücadele ve bunun getirdiği karbon salımının sınırlanması amaçları ile IMF’nin sahip olduğu ekonomi politikası çerçevesi taban tabana zıt. Bir başka ifadeyle bu mali disiplin anlayışı, iklim değişikliği ile mücadele ve sosyal altyapının güçlendirilmesi için gerekli yatırımların önünde bir engel teşkil eder nitelikte.
Sosyal, ekonomik ve siyasal sorunların çözülmesi için gerekli yatırımlar, mali disiplinin sıkı bir şekilde uygulanması halinde yapılamayabilir. Örneğin, dekarbonizasyon hedeflerine ulaşmak için yenilenebilir enerjiye ve altyapıya yatırım yapmak elzemdir. Ancak, IMF’nin önerdiği tasarruf tedbirleri, bu tür stratejik yatırımların yapılmasını engeller nitelikte.
IMF’nin iklim stratejisi
IMF geçtiğimiz yıllarda, iklim krizi ile ilgili kendi pozisyonunu açıklayan bazı metinler yayınlamıştı. Bunlara temel çerçevesini veren IMF Strateji Belgesi, iklim değişikliğinin üretkenliği ve büyümeyi olumsuz etkileyebileceğini, borç yönetimini zorlaştırabileceğini ve finansal istikrarı tehdit edebileceğini belirterek, ülkelerin iklim değişikliği ile ilgili makroekonomik zorluklarıyla başa çıkmalarını sağlamak için sürekli bir destek sunmayı vaat ediyor.
Ancak bu desteğin içeriği net değil. Dahası, bu stratejilerin uygulanabilmesi için, önceki yıllarda benimsediği kemer sıkma programlarının, ülkelerin iklim hedeflerine ulaşmalarında önemli bir engel oluşturabileceği ortada. Dolayısıyla IMF’nin iklim krizi ışığında kendi pozisyonunu yeniden gözden geçirmesi beklenebilirdi. Ancak geçtiğimiz hafta yayınlanan Mali İzleme raporunda, bu tür bir gözden geçirmenin izine rastlayamıyoruz.
Yeşil borç kapanı
IMF iklim stratejisi ile iklim krizi ile mücadele için finansman sağlamayı vaat ederken, bu desteklerin çoğu yeni borçlar şeklinde olacak. Bu durum, Küresel Güney ülkelerinin dekarbonizasyon hedeflerine ulaşmasını zorlaştırabilir. Dahası, yeni borçlar bu ülkeleri yeni bir borç döngüsüne hapsederken, bu ülkelerin borçlarını ödemek için gerekli kaynakları sağlama kapasitesini de kısıtlayabilir.
IMF’nin borç yapılandırma süreçlerindeki olumsuz tutumunu düşündüğümüzde bu tutumun iklimle ilgili politikalara etkisinin, Küresel Güney ülkelerinin sosyal altyapı ve iklim kriziyle mücadele için gerekli yatırımları yapmalarını sınırlayıcı nitelikte olduğunu görebiliriz. IMF’nin bu tutumu, sadece ekonomik ve sosyal refahın önünde bir engel oluşturmuyor, aynı zamanda iklim kriziyle mücadelenin de etkisiz hale gelmesine yol açıyor.
Piyasa temelli yeşil dönüşümün sınırları
Başa dönersek, IMF’nin Mali İzleme raporunda kamu borcunu kontrol altına almak adına önerdiği mali disiplin stratejileri, iklim krizi ve sosyal eşitsizliklerle mücadele için gerekli olan yatırımların önünde bir engel teşkil ediyor. Bu esasında yeni bir bilgi değil, ana akım yeşil dönüşüm önerilerinde tipik olarak görülen bir çelişki.
Temel mesele şu: Güncel güç ilişkilerinin devamını savunan bir ekonomi politikası çerçevesi mi, yoksa çoklu kriz konjonktüründen toplumsal refahı önceleyerek çıkmayı amaçlayan bir politika çerçevesi mi etkili olacak? Son Mali İzleme raporundan da anlaşılacağı gibi IMF’nin pozisyonu, halen mevcut güç ilişkilerinin bekçiliğini üstlenmekle sınırlı.