Üzerinde yürüdüğümüz zemin, -mevcut sistemin hakim unsurları eliyle tırmandırılmaya çalışılan gerilimin bir sonucu olarak- bir arada yaşama iradesini pekiştirmeye de, ayrı yollarda yürüme tercihini kullanmaya da kapı açıyor. İşte HDP bu ortamda bizi birinci kapıdan geçirmeye yöneltecek yegane yol, irade ve belki de son şans olarak karşımızda duruyo
Türkiye 7 Haziran’dan bu yana açık savaş koşulları içinde. 7 Haziran’da seçim sandığından HDP’nin yüzde 13 oy ve 80 milletvekili ile çıkmasının ardından şekillenen yeni siyasi tablo, Ortadoğu’da değişen siyasi dengelerle de birleştiğinde artık hiçbir şeyin aynı olmayacağını gösteriyordu. Anadolu coğrafyasında on yıllara yayılan her türden ötekileştirmeye bir yanıt niteliği taşıyan ve demokrasi mücadelesinde ötekilerin sesi olan HDP’nin tüm kırmızı çizgileri parçalayarak elde ettiği başarı doğal olarak, geçmişi yüz yıla dayanan mevcut statükonun da sarsılması anlamına geliyordu. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde Kürt hareketinin son yıllarda aldığı yolla bir arada düşünüldüğünde, sistemin alarm zillerinin çalması beklenti dahilindeydi ve yaşanan gelişmeler bu öngörünün gerçeğe dönüştüğünü gösteriyor. Bugünün Türkiye’sinde TC devlet geleneğinin AKP tarafından temsil edildiğini, parti iradesinin cisimleşmiş halinin Tayyip Erdoğan olduğunu düşünürsek 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında geçen 5 aylık sürenin genelde mevcut statüko, özelde Erdoğan açısından bir varlığını sürdürme mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada 7 Haziran’dan bu yana yaşanan gelişmelerin fotoğrafını çekmekte fayda var:
Tekrar seçim
7 Haziran seçimlerinin hem HDP’nin güçlü bir iradeyle Meclis’te temsil edileceğini hem de başkanlık sisteminin bir hayale dönüştüğünü ve geçmiş hesapların faturalarının ortaya döküleceğini ortaya çıkarmasının hemen ertesinde Erdoğan tarafından bu seçimin geçersiz sayılacağının ve “tekrar seçime” gidileceğinin işareti verildi. Bu noktadan sonra hep birlikte Ankara sahnesinde sergilenen “koalisyon görüşmeleri” oyununu izledik. Bu formalite yerine getirildikten sonra amaç hasıl oldu, 1 Kasım’da seçim kararı alındı. Oysa daha bu gösterimin başında, kısa süre sonra sahneye konulacak yeni ve kanlı savaş oyununun hazırlıklarına başlanmıştı bile.
Çok cepheli savaş
Çok cepheli bir savaş başlatıldı. Başta öz yönetim ilan edilen bölgeler olmak üzere Kürt illeri, bir abluka oluşturulup iletişimi kesilerek özel hal uygulamaları ve sokağa çıkma yasakları ile topyekün ateş altına alındı. Batı’dan kaydırılan özel birliklerin, keskin nişancıların, tankların kullanıldığı operasyonlarda ölenlerin sayıları onlarla ifade ediliyor. Ardından bu operasyonlardan bağımsız olarak değerlendiremeyeceğimiz “özel şartlar nedeniyle sandıkların taşınması” talep ve kararları gündeme geldi.
Muhalif basın hedef tahtasında
Bu askeri operasyonlara paralel olarak muhalif basın, baskılar ve sansür uygulamaları ile kontrol altına alınmaya çalışıldı. Bölgede yaşananların geniş kitlelere doğru şekilde ulaşmasının önüne geçmek için internet siteleri engellendi. Öyle ki devlet geleneğinin onlarca yıllık sözcüsü medya grupları bile bu baskılardan tehditlerle payını aldı. Aynı zamanda hükümete yakın medya organlarında 7 gün 24 saat korku pompalandı, bu korkunun kaynağı olarak gösterilen “terörle” mücadele edildiği algısı oluşturulmak amacıyla olağanüstü bir kampanya başlatıldı. Her türden farklı ses, “paralel yapılanma” diye adlandırılan Cemaat’le işbirliği halinde dış mihraklara hizmet olarak yaftalandı, eleştirileri dile getirenler “vatan hainliği” suçlamasıyla hedef gösterilerek sindirilmeye çalışıldı.
HDP’ye topyekün saldırı
Yaratılan çatışma ortamının önemli gerekçelerinden birini de batıda siyasal ortamı keskinleştirerek seçimde önemli bir destek bulan HDP’nin kriminalize edilmesi oluşturuyordu. Bu şekilde, partiye “şartlı olarak geldiği” öne sürülen oyların HDP’den koparılması amaçlandı. Yine bu kapsamda HDP’ye açık ya da örtülü destek veren tüm kişi ve kesimler üzerinde baskı oluşturulmaya çalışıldı, “bedel ödersiniz” dendi. Tabanda da HDP teşkilatlarına ve HDP’lilere yönelik linç kampanyası desteklendi, organize edildi, uygulamaya konuldu. Asker ölümlerinin oluşturduğu psikolojik ortam bu linçlere gerekçe ve zemin olarak kullanıldı. Gözaltı ve tutuklamalarla partililerin seçim çalışması kabiliyetinde zafiyet yaratılması hedeflendi.
Suruç ve Ankara katliamları
HDP’ye ve Kürt hareketine destek veren kitleler katliamlarla cezalandırılmaya ve sindirilmeye çalışıldı. Kobani’nin yeniden inşasına giden gençleri hedef alan bombayı Ankara’da TC tarihinin en büyük katliamı izledi. Suruç aynı zamanda IŞİD’e yönelik olduğu açıklanan ancak gerçekte Kürt hareketini hedef alan savaşın gerekçesi yapıldı. Ankara’daki bombalar ise açık bir şekilde toplumsal infial yaratıp korku salarak “barış ve demokrasi” taleplerinin kitleselleşmesinin, sokağa ve alanlara taşmasının önünü kesmeyi amaçladı. Ankara katliamı Kandil’den “tek taraflı ateşkes ilan edileceği” yönündeki açıklamalardan hemen sonra gerçekleşti. Bombaların bir amacı da, PKK’nin eylemsizlik kararının yaratacağı barışçıl havanın dağıtılmasıydı.
Kuran yerine bayrak, din yerine vatan aşkı
Bu ortamda iktidarın geçen seçim kampanyasında kullandığı Kuran simgesinin yerini bayrak, din söylemlerinin yerini vatan aşkı ilanlarının aldığına şahit olduk. İktidar bugüne kadar kendisini var eden kutuplaştırma zeminini bu sefer milliyetçilik üzerinden kurarken toplumda da milliyete dayalı ayrımları körükledi.
TC’nin Kürt korkusu
Başta da belirttiğimiz üzere iktidarın bu yol haritası motivasyonunu içerdekiler kadar başta Suriye olma üzere güney sınırının ötesindeki gelişmelerden de alıyor. Irak’ta fiili Kürt devletleşmesinin artık tarihsel bir gerçeklik olarak kabulünün ardından Rojava’da Tel Abyad’ın da YPG tarafından IŞİD’den alınmasıyla ortaya çıkan manzara TC’nin Akdeniz’e kadar uzanarak Türkiye’nin Arap dünyası ile bağını kopartacak Kürt bölgesi ve daha da ötesinde kuzeyi de içine alan birleşik Kürdistan paranoyasını hortlattı. Suriye’de IŞİD’le mücadelede planları ve amaçları en net, en dinamik unsur olan ve bugüne kadar karada yegane başarıyı elde etmiş unsur olarak görülen Kürtler’in uluslararası arenada kazandığı meşruiyet ve koalisyonun bir tarafı haline gelmesi, dolayısıyla Suriye’nin geleceğine dair artık geri dönüşü olmayan bir statüko elde etmiş olması Ankara’yı köşeye sıkıştırdı. Bu açıdan içeride yürütülen operasyonları sınırda Suriye’deki kantonlar arasında kalan tek bölge olan Cerablus’a ilişkin Ankara tarafından ortaya atılan tehditlerden ve her uluslararası ortamda gündeme getirilen “güvenli bölge” planlarından da bağımsız düşünmek mümkün değil.
HDP’yi baraj altına sürükleme isteği
Yukarıda ortaya koyduğumuz hamleler ve operasyonların hizmet ettiği amaç artık toplumun önemli bir kesimi tarafından idrak ve kabul edilmiş durumda: HDP’yi 1 Kasım’daki seçimde baraj altına düşürerek Meclis dışında bırakmak, AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağlamak. Ki bunun hem devlet hem de Saray açısından birkaç hayati anlamı var. Mevcut “devlet aklı”, büyük bir yanılsamanın sonucu olarak, askeri anlamda operasyonlar, siyasi anlamda HDP’nin kenara alınması ile Kürtler’i ülkenin geleceğine ilişkin denklemin dışına çıkaracağını, buna paralel, uzunca bir süredir yitirdiği psikolojik üstünlüğü de yeniden tesis edeceğini hesap ediyor. Diğer yandan “Saray” açısından 1 Kasım’da, 7 Haziran’a benzer bir sonuç elde edilmesi yaşam destek ünitesinin fişinin artık çekilmesi anlamına gelecek. HDP’nin seçimden aynı oy oranıyla çıkması başkanlık planının artık tümden rafa kalkması, daha da ötesinde oluşacak denklemin koalisyonu zorunlu kılması nedeniyle kurulacak hükümet üzerindeki kontrolün yitirilmesi ve mali-siyasi işlenen tüm suçların hesap zamanının gelmesi anlamını taşıyacak. Ortaya çıkacak tabloda, şimdiden uç vermeye başlayan ve son kongre ile sonrasında Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi kurucu ekibin önemli isimlerinden açıklamalarla iyice görünür hale gelen AKP içindeki “rahatsızların” da bayrak açması sürpriz olmayacak. İşte tam da bu nedenle 1 Kasım’a ilişkin mücadele artık var olma ya da yok olma savaşıdır. Ve yine tam da bu nedenle zaman daralıp korku dağları sardıkça hiddetin ve şiddetin dozu artıyor.
Sarayın oyunu tutmuyor
Ancak sosyal medyada son dönemde sıkça kullanılan metaforu kullanarak söylersek “Hayaller Paris, gerçekler Ankara…” Öncelikle iktidar tarafından adeta akılla dalga geçerek ortaya konulan argümanların kamuoyu oluşturma gücüne sahip olmadığını, bu propagandanın altında yatan niyetin yeminli AKP militanları ile iktidarın nimetlerine, varlığına mahkum olanlar dışındaki geniş toplum kesimleri tarafından açıkça görüldüğünü söyleyebiliriz. Asker cenazelerindeki tepkiler ve doğrudan Saray’ı hedef alan isyan bunun en somut kanıtı olarak karşımızda duruyor.
HDP barış talebinde ısrarlı
HDP’nin tüm saldırılara rağmen soğukkanlılığını yitirmemesi, “İnadına Barış” şeklindeki seçim sloganında da kendisini gösteren barış ısrarı ve barış dilini kullanması kara propagandanın ifşasında, boşa düşürülmesinde en büyük etken oldu, olacak. İktidarın uygulamaya koyduğu savaş konseptine ve bir hedef saptırma argümanı olarak dayattığı “terörle mücadele” söylemine karşı toplumun tüm kesimlerinden gelen “barış” çağrıları meselenin gerçekten oturması gerektiği zeminde tartışılmasına da olanak tanıyor. Barış, seçim sürecinde toplumsal muhalefetin öncelikli ve en hayati talebi olacak.
Halk için tek seçenek HDP’dir
Emekçilerin, ezilenlerin, azınlıkların, ötekileştirilenlerin HDP’den başka şansı yok. Türkiye’nin batısının HDP’den başka şansı yok. CHP’nin savaş tezkeresine yol verdiği, koalisyon görüşmelerinde ön koşul olarak “Saray eşrafını koruma” maddesinin önüne konulmasını ancak aylar sonra ifşa ettiği, katliamlara karşı açık tavır alamadığı, emekçinin değil sermayenin dümen suyundan gittiği bir ortamda kitlelerin demokratik mücadele zemininde HDP’den başka şansı yok. Faşizmin yüzünü gösterdiği ve zifiri karanlığın bir adım ötede olduğu, 1 Kasım’dan sonrasını dört gözle beklediği bu tarihsel dönemeçte karanlığı yırtma adına HDP’den başka alternatif yok. İnşaat, rant ve para uğruna doğada geri dönülemez tahribatlar yaratanların alaşağı edilmesi için başka bir fırsat yok.
Bölge denkleminde umut HDP’dir
En önemlisi de, emperyalist savaşın açık cephesi haline gelen ve adeta bir gayya kuyusuna dönen Ortadoğu’da geleceği bir arada göğüslemeyi vaat eden HDP’den başka bir zemin yok. Siyaset’in sayfalarında daha önce çok kez Ukrayna’dan Yemen’e, Uzakdoğu’dan Afrika’ya yaşanan pek çok çatışma ve gerilimin, ABD önderliğindeki Batı kampı ile Rusya-Çin bloku arasındaki hegemonya mücadelesi ve soğuk savaş durumunun görünümleri olduğu dile getirilmişti. Genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye vekalet savaşının en sıcak cephesini oluşturuyordu. İran’ın etkin bir aktör olarak kendisini Batı’ya kabul ettirmesi ile bölgesel anlamda Şiiler’in eli güçlenirken, Rusya’nın “teoride” IŞİD’le savaş adı altında ancak pratikte ABD ve uzantılarının tam da karşısında konuşlanarak Suriye’deki savaşa artık fiilen dahil olmasıyla birlikte savaşın çok farklı bir seyre gireceği konusunda artık herkes hemfikir. Ortaya çıkan tablonun, büyük beklentilerle Suriye iç savaşına dahil olan Ankara’yı gittikçe köşeye sıkıştırdığı da genel kabul görüyor. Ankara, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” noktasına gelmiş durumda.
Emperyalistler bölgeden elini çekmeli
Sosyalistler açısından durum nettir. Tıpkı ABD’nin, AB’nin, Suudiler’in, Türkiye’nin Suriye’deki müdahaleleri gibi Rusya’nın operasyonları da “emperyalizm” çerçevesinde görülmek ve öyle adlandırılmak zorunda. Bizce de öyle olduğu kabul edilen mevcut tehdit unsurunu hedef alması ya da aldığının söylenmesi bu gerçeği değiştirmez. Cihatçı çeteleri Ortadoğu’nun başına bela eden emperyalizmdir, emperyalistlerin alan açma mücadelesidir ve bu belayla mücadele adı altında atılacak her adımın faturasının da yine bölge halklarına çıkması kaçınılmaz. Ortadoğu’ya barış ancak, ister batıdan ister doğudan olsun hegemonların bölgeden elini çekmesiyle ve halkların kendi aralarında kardeşlik hukukunu tesis etmesiyle gelir.
Bir arada yaşama iradesinin adresi HDP’dir
Anadolu halkları da kendi kardeşlik hukukunu tesis gibi bir görevle mükellef ve bu anlamda tarihsel bir dönemden geçtiğimiz söylenebilir. Üzerinde yürüdüğümüz zemin, -mevcut sistemin hakim unsurları eliyle tırmandırılmaya çalışılan gerilimin bir sonucu olarak- bir arada yaşama iradesini pekiştirmeye de, ayrı yollarda yürüme tercihini kullanmaya da kapı açıyor. İşte HDP bu ortamda bizi birinci kapıdan geçirmeye yöneltecek yegane yol, irade ve belki de son şans olarak karşımızda duruyor.
Seçimlerde şiarımız: “İnadına Barış”
Başta da belirttiğimiz gibi siyasetin mevcut gerilimleri, seçim çalışmalarının öncelikli ve ağırlıklı gündemi olarak “barış” başlığını dayatıyor. Seçimlere kadar önümüzdeki kısa süreçte kaçınılmaz olarak edeceğimiz her söze, yazacağımız her yazıya barış talebi, daha doğrusu vaadi damga vuracaktır. Ancak HDP’nin emekçilerin ve ezilenlerin partisi olduğu ve öyle kaldığı sürece anlamlı ve işlevli olacağını da unutmamak, unutturmamak, her fırsatta dile getirmek gerekiyor.