İklim Sözleşmesi’ne taraf olan ülkeler bu yıl Varşova’da toplanan Taraflar Konferansı’nda bir araya geldiler. Görüşmelerin nihai hedefi, 2100 yılına gelindiğinde dünyada küresel ısınmayı endüstri öncesi döneme göre iki derecelik bir artışın altında tutmak için gerekli önlemler konusunda uluslararası bir anlaşmaya varabilmek. Dünyanın neredeyse bir dereceye yakın ısındığını ve iklimin zaten değişmeye başladığını biliyoruz. Bu bakımdan, görüşmeler yüzyıl sonuna ilişkin bir iklim fantazisi olarak görülemez. Ama Türkiye de dahil, ülkelerin çoğunun soruna ciddiyetsiz yaklaşımı, iklim görüşmelerini, kötü bir tiyatro oyunundan farksız kılıyor.
Değişen iklim, kapitalist üretim ve tüketim örüntülerinin doğrudan sonucu olduğu halde uluslararası iklim rejimi, ısınma sorununu, sera etkisine yol açan gazların emisyon düzeylerindeki artışa indirgediği için, çözümü, emisyon miktarını azaltacak önlemlerde aramaktadır. Emisyon artışının altında yatan asıl neden olan toplumsal ilişkiler göz ardı edildiği için indirgemecidir.
Uluslararası görüşmeler birkaç yıldır, 2015’te imzaya açılıp, 2020’de yürürlüğe girmesi istenen bir anlaşmanın öncelikle emisyon azaltımı olmak üzere hangi unsurları içereceği konusuna yoğunlaşmıştır. 2009 Kopenhag Taraflar Konferansı’nda bazı ülkeler, Kyoto Protokolü’nün sona erdiği 2012 sonrası için kendi açıkladıkları bir oranda emisyonlarını gönüllü olarak azaltmayı vaat etmişlerdi. O zaman hukuki bir bağlayıcılıktan uzak durulmuştu. İklim endişesi olanların yüreğine su serpecekse, 2015’te ortaya yeni bir metin çıkartılabilirse ve 2020’de uygulamaya konabilirse, tarafların, bu yeni anlaşmanın, az çok hukuki bağlayıcılığının bulunması gerektiğini kabul ettiklerini belirtelim. Ancak unutmamak gerekir ki, Kyoto Protokolü’ne taraf olan Kanada, azaltım yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini anlayınca Protokolden çekildiğini bildirmişti. Demek ki, bağlayıcı yükümlülük önemli, ama kaçış yolu her zaman bulunur.
Kyoto Protokolü gelişmiş ülkeler için emisyon azaltım yükümlülükleri içeriyordu. Varşova’da ise, ülkelerin “yükümlülükleri” yerine emisyonlarını azaltacak “katkılarından” söz eden esnek bir ifade benimsendi. Öyle bir tiyatroyla karşı karşıyayız ki, Kyoto Protokolü’nü yetersiz bulanlar, şimdi onu arar hale geldiler. Varşova’da taraf ülkeler azaltım sağlayacak her türden katkılarını belirleyecek bir hazırlık yapmaya çağrıldı. Bu çağrı, gelişmiş olsun az gelişmiş olsun tüm ülkelere yapılmaktadır. Bir başka deyişle, Kyoto Protokolü’nde kabul edilenden farklı olarak Kopenhag’dan bu yana az gelişmiş ülkelerin de gelişmiş ülkeler gibi emisyon azaltım hedefleri belirlemeleri yönünde güçlü bir arayış var. Varşova’da Çin, Hindistan ve Venezuela gibi gelişmekte olan ülkeler azaltım hedefi belirleme konusunda bir takvim ya da yol haritası oluşturmaya karşı çıktılar. Böyle olunca, 2015 yılında Paris’te müzakere edilecek bir taslak anlaşma öncesinde azaltım hedeflerinin netleşmesi engellenmiş oldu.
Karbon emisyonları atmosferde yüzlerce yıl kalacak
Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelerin de emisyon azaltımı konusunda katkısını gerekli görürken, kendileri üzerine düşeni yapıyor sanılmasın. 18. yüzyıldan bu yana oluşturdukları karbon emisyonlarının en az dörtte biri atmosferde ve daha yüzlerce yıl orada kalacak. Ama bu ülkeler tarihsel olarak ve birikimli biçimde yol açtıkları iklim değişikliğinin sorumluluğunu radikal emisyon azaltım hedefleri ilan ederek üstlenmeye hiçbir zaman yanaşmadılar. ABD, Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığı gibi, 2020 anlaşmasının içeriğini de sulandırmaktadır. Öte yandan, geçen yıl yapılan Doha Taraflar Konferansı’nda Kyoto Protokolü’nün 2020’ye kadar uzatılması kararlaştırılmıştı. Oysa Japonya ve Rusya, sekiz yıllık bu dönem için herhangi bir azaltım yükümlülüğü üstlenmeyeceklerini yine Doha’da açıkladılar. Hatta Varşova’da anlaşıldı ki, Japonya, bu dönemde emisyonlarını azaltmayacağı gibi, tersine artıracaktır.
Varşova’nın belki de en somut çıktısı, “Kayıp ve Zarara İlişkin Uluslararası Mekanizma”nın kurulmasıdır. Mekanizma, iklim değişikliğinin sel, kuraklık gibi aşırı hava olaylarını da içeren etkilerinin yol açtığı kayıp ve zararlarla ilgili olarak bilgi, uzmanlık, teknolojik destek, işbirliği, diyalog ve eşgüdüm sağlamayı öngörmektedir. Taraflar Konferansı’nın mekanizmayı kuran kararında, bazı kayıp ve zararların iklim değişikliğine uyum sağlayarak azaltılabileceği vurgulanmıştır. Böylece kayıp ve zarar, iklim değişikliğine uyum süreçleriyle ilişkilendirilmiştir. Az gelişmiş ülkelerin beklentisi ise, uyumla ilgili mali destekten ayrı olarak, kayıp ve zararlarını mali olarak karşılayan bir mekanizma olması yönündeydi. Bu beklentiyi iyice boşa çıkaran biçimde, yeni kurulan mekanizma herhangi bir bütçe ya da fona sahip değildir. Bu bakımdan Varşova’nın en somut görünen unsuru bile, belirginleştirilme ve geliştirilme gereksinmesi sergiliyor.
Ortada hala taslak bir anlaşma metni yok, pek çok belirsizlik var. İklimin değişmekte olduğu kesin, ama ülkeler iklim oyununu sürdürmeye kararlılar. Seneye Lima’da, sonra Paris…