CAN ÇAĞLAYAN yazdı: “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı diyor ki ‘Türkiye ciddi tehdit altında’; ama bu noktaya neden geldiğimize ilişkin bir değerlendirme yok. İklim değişikliği konulu bir planda somutlanan tek şeyin ‘yeni inşaatlar’ olmasına şaşırdık mı, elbette hayır!”
CAN ÇAĞLAYAN
Sıklığı ve şiddeti giderek artan seller, fırtınalar, kuraklık, nesli tükenen canlılar, su kaynaklarının tükenmesi gibi doğrudan gezegendeki yaşama dokunan etkileriyle iklim değişikliği sadece endişelerimizi artırmakla kalmıyor, hızlı bir şekilde iklim değişikliğine müdahale edilmesi gerektiğini, kaybedecek zaman olmadığını da gösteriyor bizlere. İklim değişikliği, kâr hırsı dizginlenmemiş kapitalistler ile kapitalizme hizmet edenler bir yana, insanlığın karşılaştığı en büyük ve karmaşık tehdit olmaya devam etmektedir.
Türkiye, konumu itibari ile iklim değişikliğinden önemli ölçüde etkilenecek bir bölgede, Akdeniz havzasında yer alıyor. Ancak henüz ülkemizde iklim değişikliğine karşı akılcı ve gerçekçi politikalarla mücadele edildiğine/edileceğine dair bir işaret alamadık. Bolca Avrupa Birliği (AB) destekli proje yürütülmesine ve strateji belgeleri üretilmesine karşın şimdiye kadar süreci doğru tanımlayan, sorunun nedenine yönelmiş ve “mış gibi davranmanın” ötesine geçen bir yaklaşımla karşılaşamadık daha. İşte bunun son örneği de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca kamuoyuna açıklanan “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı”1. Bakanlık “önceliği Karadeniz Bölgesine vererek” “başta Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun ve Artvin illerini kapsayan 15 maddelik” bu eylem planını hazırlamış.
Bahse konu 15 eylem önerisine yakından bakacak olursak bu önermelerin bir eylem planında olması gerektiği gibi hedef tarihleriyle birlikte açık bir şekilde tanımlanmış, somut eylemler niteliğinde olmadığı; ya “mekânsal strateji planı ve bütün ölçeklerdeki mekânsal planlar iklim değişikliği parametreleri dikkate alınarak hazırlanacaktır”, “dere yataklarının doğal yapısının bozulmaması için bölgede faaliyet gösteren tesislerde denetimler sıklaştırılacak” gibi kim tarafından, hangi prosedürler takip edilerek ve hangi tarihler arasında yapılacağı meçhul bırakılmış ya da “yüksek heyelan riski bulunan bölgelerde yer alan binalar tespit edilerek uygun alanlara taşınacak ve bu bölgelerde inşa faaliyetlerine izin verilmeyecek” gibi bölgede yaşanan her sel, taşkın vb. sonrasında yetkililerce hep tekrarlanan ama nedense bir türlü adım da atılamayan ucu açık nitelikte önermeler olduğu görülecektir. Hangi araştırma sonuçlarına dayandığını bilemediğimiz bu 15 eylem önerisi arasında somut hiçbir madde yok mu? Elbette var:
-2000 aile, kentsel dönüşüm kapsamında yapılacak konutlara taşınacak,
-2023 yılına kadar 15 bin konut inşa edilecek.
Öğreniyoruz ki TOKİ bölgede (Trabzon Araklı merkezde) şimdiden 200 yeni konutun inşaatına başlamış bile.1
İklim değişikliğinin en önemli nedenlerinden biri olan fosil yakıt kullanımına ilişkin bir eylem önerisi yok; yerleşim birimlerinde yenilenebilir enerji kullanımının artırılmasına, yapılı çevrenin yeniden planlanarak kentsel yeşil alanların artırılmasına, ulaşımın karbon salınımı düşük araç ve sistemler olarak yeniden yapılandırılmasına, ormanlar üzerindeki baskının azaltılmasına, HES’lerin iptal edilmesine, biyo-çeşitliliğin, eko-sistemlerin, mera ve yaylaların korunmasına vb. ilişkin somut bir eylem önerisi yok; ama “yeni inşaat” anlamına gelecek betonu ve asfaltı daha da artıracak çok şey var bu Eylem Planı’nda…
Bölgede iklim değişikliğinin en önemli etkisinin heyelan ve su baskını olaylarında yaşanacak artışlar olacağı biliniyor. Plan’da bu risklerin araştırılmasına ve elde edilecek verilere göre kapsayıcı risk azaltma eylemlerinin uygulanmasına dair de bir şey yok. Ancak “afetzedenin afete maruz alandan nakil yoluyla taşınması” uygulaması var; çünkü bu yeni kalıcı konut inşaatı demek.
Plan diyor ki “Türkiye ciddi tehdit altında”; ama bu noktaya neden geldiğimize ilişkin bir değerlendirme yok.
İklim değişikliği konulu bir planda somutlanan tek şeyin “yeni inşaatlar” olmasına şaşırdık mı, elbette hayır!
Eylem Planının girişinde belirtildiği üzere iklim değişikliği ile mücadelede “2030 yılında, sera gazı emisyonlarında %21’e kadar artıştan azaltım” taahhüt etmiş bir ülkeyiz. Peki “artıştan azaltım” ne demek? Merak ediyorsanız eğer lütfen aşağıdaki grafiğe (Şekil 1) bakın. Aslında bu grafik sıradan bir grafik değil, ülkemizin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na sunduğu “İklim Değişikliğiyle Mücadeleye Ulusal Katkı Niyet Beyanı”nın bir özeti olmasının yanı sıra ülkemizde 2030 yılına kadar iklim değişikliği ile ilgili olarak uygulanacak her şeyin, bölgesel eylem planları dahil, özüdür.
Şekil 1:Türkiye’nin Toplam Seragazı emisyonu (Resmi INDC Raporundan alınmıştır, Mavi: Referans Senaryo, Yeşil: Azaltım senaryosu) 2
Grafiğin anlamı şu: Türkiye olarak normal koşullarda (referans senaryoya göre) 2030’da 1 milyar 175 milyon tona çıkacak emisyonu ülke olarak 929 milyon tonda tutmayı (azaltım senaryosu) hedefliyorum. Evet, Türkiye 2030’da emisyonlarını referans senaryoya göre %21 azaltmayı hedeflemiştir ancak ortada anlatılmayan bir hikaye daha vardır: Türkiye sera gazı salınımını 2015 yılında 449 milyon tondan 2030 yılında 929 milyon tona, iki katından fazlasına, çıkacaktır. Yani sera gazı emisyonunda bir düşüş eğilimi olmadığı gibi hatta 2030’dan sonra da emisyonlar artmaya devam edecektir.
İşte asıl gerçekliğimiz budur: Türkiye’nin net bir sera gazı azaltım politikası yoktur. Uygulanan politikalar sonucu ülkemizde sera gazı emisyonlarının hızlı bir şekilde artışına devam ettiği yıllık bazdaki istatistiklerde de görülüyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Sera Gazı Emisyon Envanteri sonuçlarına göre “2017 yılı toplam sera gazı emisyonu 1990 yılına göre %140,1 artış” göstermiş ve “1990 yılında kişi başı CO2 eşdeğer emisyonu 4 ton/kişi olarak hesaplanırken, bu değer 2017 yılında 6,6 ton/kişi” olmuş. “2017 yılında toplam sera gazı emisyonu CO2 eşdeğeri olarak 526,3 milyon ton (Mt) olarak” hesaplanmış3. TÜİK 2016 yılındaki toplam sera gazı emisyonunu ise “CO2 eşdeğeri olarak 496,1 milyon ton (Mt) olarak” hesaplamıştı4.
Şimdi “artıştan azaltım”ın anlamı daha anlaşılır bir hale gelmiştir sanırım. “Artıştan azaltım” ulusal ve uluslararası kamuoyuna karşı yapılmış göstermelik bir açıklama; açıkçası hem kandırmaca hem de sorumluluklardan kaçma!
Siyasi iktidar “Sonuç ne olursa olsun, ister sel, ister heyelan olsun, isterse deniz yükselsin, yol, bina, termik santral, nükleer santral yapmaya devam edeceğim, inşaattan vazgeçmiyorum, iklim değişikliği umurumda değil” demektedir aslında.
Hal böyle olunca, “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı”ndan da somut olarak çıka çıka sadece yeni inşaatların çıkması elbette kimseyi şaşırtmadı.
Siyasi iktidar iklim değişikliği ile ilgili tavrını ve niyetini bu denli açık bir şekilde ortaya koyarken ülkemizde insanlar iklim değişikliği konusunda ne düşünüyor? Bu soruya İklim Haber ve KONDA Araştırma tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019”5 başlıklı araştırmada yanıt aranmaya çalışılmış. Araştırmaya göre “Türkiye’de her 10 kişiden en az altısı iklim değişikliğinden endişeleniyor” ve “toplumun yüzde 55’i iklim değişikliği konusunda merkezi hükümetin hiç çaba göstermediğini” düşünüyor. Aynı şekilde yerel yönetimlerin de…
Dünyada insanlar hızlı bir şekilde gerçekleşen iklim değişikliğinin etkilerini hissediyorlar ve artık sorumluların gereğini yapmadıklarının, iklim değişikliği gibi bir sorunun çözümünün siyasi iktidarların inisiyatifine bırakılamayacağının farkındalar (İklim boykotu vb. örneklerde görüldüğü gibi). Kapitalistler işlerini daha kârlı hale getirmek adına iklim değişikliği ile Rus ruleti oynamaya devam ediyorlar. Ancak kitleler “Sizin ticaretiniz, bizim iklimimiz” diye bağırıyorlar ve mücadeleye sahip çıkıyorlar.
Ülkemizde de iklim değişikliği farkındalığı hızla artıyor ve toplumun yüzde 50’sinden fazlasının, mevcut siyasi iktidarın aksine, iklim endişesi taşıyor olması iklim değişikliği ile mücadele etmek isteyenler için de güçlü bir zemin oluşturuyor. Ancak güçlü bir zemine sahip olmak yetmiyor, afet yönetimi, madencilik, tarım, enerji ve kentleşme süreçlerini sınıf mücadelesi ile bütünleyen bilimsel ve kamusal politikalara da ihtiyaç var.
3TÜİK Haber Bülteni, Sayı 30627, 11.04.2019.
4TÜİK Haber Bülteni, Sayı 27675, 13.04.2018.
5Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019. KONDA Araştırma Danışmanlık ve İKLİM HABER