Deprem Dayanışması Derneği 6 Şubat depremlerinden sonra “Deprem Dayanışma İnisiyatifleri” ile koordinasyon ve dayanışma içinde faaliyete başladı, depremin ikinci ayından beri Adana merkezli olmak üzere dört farklı bölgede de temsilcilikler aracılığı ile çalışmalarına devam ediyor. Hülya Kavuk “Bu devlet kentin yeniden inşasını ve halkın sağlığını gerçekten önemsiyorsa, afete dayanıklı, deprem dirençli evler yapacaksa önce bu süreci tartıştırmalıydı. Bizim talebimiz bir yılda evlerimizi teslim etmesi değildi. Bizim talebimiz sağlıklı geçici barınma alanlarını oluşturup şehrin yeniden inşa edilme sürecine dahil edilmekti, maalesef iktidar dahil etmedi. Halkın içerisinde olmadığı bir yeniden inşa sürecini hiçbir şekilde kabul etmemeliyiz” diyor.
Hatay Deprem Dayanışması Derneği olarak deprem sonrasında, akut süreçte ve devamında neler yaptınız?
İlk zamanlar tamamen temel gereksinimlerimizi karşılamak üzerine bir çalışma yürüttük; barınma bir problemdi, ısınma bir problemdi, insanların büyük bir kısmı ilk bir ay çadır bile bulmakta zorlandı. Her birimiz genel olarak mümkün olduğunca gelen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilmekle uğraştık. İlk zamanlar gerçekten çok büyük bir karmaşanın içinde bulduk kendimizi, ne yaptığımızı bilemez halde bir yerden bir yere koşturmacayla geçiyordu. Yaklaşık beş ay böyle sürdü ama bu arada da, ikinci ayın sonuydu yanlış hatırlamıyorsam, dedik ki aslında artık hiçbirimizin ihtiyacı tek başına gıda, çadır veya ısınma değildi, bunun yanında birbirimize iyi gelmeliydik, bir şeyler yapmalıydık.
Defne’de 12 mahalleye çocuk çadırları kurduk, aynı şeyi Serinyol’da, Samandağ’da da yaptık. Çocuk çadırlarında çocuk etkinlikleri yapmaya başladık, kadınlarla bir araya gelişler örgütlemeye başladık. Psikososyal destek ekipleri de o dönem çok sık gelmeye başladılar ve düzenli olarak mahallelerde bir araya gelişleri planladık, çalıştık. Mümkün olduğunca grup terapiler yapmaya çalıştık; çünkü her birimizin çok ihtiyacı vardı, çok ağır bir dönemdi hepimiz için.
Fırınların çoğu yıkılmıştı ve burada ekmek bulmakta ciddi sorunlar yaşıyorduk. Buraya biz mutfak kurmuştuk, mahalleliye günde üç öğün yemekte veriyorduk ama ekmek çok ciddi bir problemdi. Bu sorunu aşmak için bir çağrı yaptık ve tandır talep ettik, destek istedik, un talebinde bulunduk. Mahallelere tandır kurduk ve mahalleli kadınlılarla birlikte ekmek üretmeye başladık, mutfağımıza da o ekmekten geldi. Mahalleli ile uzunca bir süre birlikte pişirip birlikte yedik.
Depremzede fide üreticisinden 100 bin fide alıp dağıttık
Mart sonu nisan başı dedik ki, bir şeyler üretmeliyiz, bize iyi gelecek bir şeylere ihtiyacımız var. O zaman, tamamen tesadüf, Harbiye’de bir tanıdığımıza bir şey götürüyorduk, baktık ki yanda fideci var. “Nasıl gidiyor satışlarınız, satabiliyor musunuz fidelerinizi?” dedim. “Yok bacım kimse almıyor şimdi” dedi. Oradan aklımıza geldi, dedik ki bir askıda fide kampanyası başlatalım, depremzede fide üreticisinden fideleri alıp halka dağıtalım. Herkes kendi evinin önüne küçük de olsa bir bostan eksin. Hem psikolojik olarak iyi gelecekti, hem de bütçelerine bir katkısı olacaktı ve sebzelerini kendileri üretmiş olacaklardı. Çağrıya Türkiye’nin her yerinden çok büyük bir yanıt aldık. Yaklaşık yüz bin tane sebze fidesi dağıttık. Onlar ekildi, birlikte yendi, bence bunlar çok anlamlı şeylerdi, umarım devamı gelir diye düşündük ama akut dönemi atlattıktan sonra herkes maalesef biraz daha içe döndü.
Şu anda kentin yeniden inşa sürecini ve uygulanan politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hatay yavaş yavaş TOKİ çöplüğüne çevriliyor. Mesele bir kent inşası değil, tamamen rant olarak görülüyor. Bunu rezerv alan uygulamasından biliyoruz. Rezerv alan ilanı ilk yapıldığında evlerin yoğunlukla sağlam olduğu bölgeler de vardı. Rezerv alan dışında mesela bu bölgede, Çekmece Mahallesi 72. Sokak çevresinde sadece iki ev yıkıldı ama burayı komple rezerv alan ilan ettiler. Halk ciddi bir tepki gösterdi, bayağı bir eylem de gelişti. O dönem bakanlıkla görüşme talep ettik ve bize “Buna mecburuz” dediler. Neden mecbur olduklarını sorduğumuzda bütüncül bir projelerinin olduğunu ve projeyi hayata geçirebilmek için yıkmak zorunda olduklarını söylediler. Ancak sonrasında gördük ki aslında bütüncül bir proje ortada yoktu ve tamamen kandırmacaydı. Hangi bölgenin rezerv alanda olup hangi bölgenin rezerv alanda olmayacağı Murat Kurum’un iki dudağı arasındaymış. Buraya geldi, halkın tepkisini gördü ve “Tamam rezerv alanı kalırdım” diyerek bölge rezerv alandan çıkarıldı. Aslında bu iktidarın buraya nasıl baktığına dair çok net bir örnek.
Rezerv alan üzerinden kutuplaşma yarattılar
Bizler dernek olarak Barınma Hakkı Platformu’nun da kurucularındanız, biz ve Depremzede Derneği, Barınma Hakkı Platformu’nu birlikte oluşturduk. Neden oluşturduk? Aslında kentin yeniden inşasını önemseyen herkesle yan yana durabilmek ve barınmaya dair yaşadığımız bütün sorunları bütüncül olarak tartışabilmek için kurduk. Çünkü rezerv alan ilanıyla birlikte halk arasında bir kutuplaşma başlamıştı. Evi sağlam olan insanlar “rezerve hayır!” derken evi yıkılmış olan insanlar çaresizlikten “rezerve evet!” diyordu; çünkü “Evimi devlet yapacak” diye bakıyordu ve bu durum toplum içerisinde ciddi bir çatışmaya sebep oluyordu. Bunu gören bir şey yapmalıyız diyerek harekete geçtik.
Aslında yoksul halkın bir arada durması gereken bir meselede birbirine düşmanlaşması ve birbiriyle tartışması tamamen devletin bir politikasıydı. Vali, kaymakam konteynır kentlere ziyarete gidip “Evlerimizi ne zaman teslim edeceksiniz?” sorusuyla karşılaştığında “rezerve hayır” diyen aileleri hedef gösteriyordu. “Onlar hayır dediği için ben sizin evinizi yapamıyorum, ben evinizi nereye yapayım” gibi cevaplar veriyordu. Dolayısıyla bir kutuplaşmaya sebep oluyorlardı.
Bir araya gelelim dedik, meslek odalarıyla görüştük, baro ile görüştük, Rezerve Hayır Platformlarıyla görüştük, rezerv mağduru ailelerle bir araya geldik ve bu süreci böyle götüremeyiz dedik. Böyle tartışamayız, evi olan herkes evi yıkılmış olanı da anlayan yerden hareket etmek zorunda. Evet bu kentin yeniden inşası devlet eliyle olmalı ama bunun tek çaresi rezerv alan ilanı mı? Hayır. Kamulaştırma yapabilirdi, başka bir şey yapabilirdi şu an bu kadar hızlı bir inşaatlaşmaya girişilmesi zaten başka bir problem. Çünkü hâlâ küçük küçük de olsa depremler devam ediyor. Şu an TOKİ’lerin hiçbirinin sağlıklı olmadığı iddiaları var. Her gün bir yerden bir video geliyor TOKİ’ler bu durumda diye, dolayısıyla biz depreme dayanıklı ve bedelsiz ev talebimizi aslında güçlü kılmalıydık.
Barınma Hakkı Platformu da bunun üzerinden yürüdü ve 3 Ağustos’ta burada bir miting gerçekleştirdik. Aslında çok anlamlı bir mitingdi çünkü uzun süredir 1 Mayıslarda bile olmayan kalabalık vardı ve ilk defa Arap Alevi ile Türk Sünni yoksullar bir aradaydı. Barınma hakkı üzerinden birlikte yürüdüler. Bu çok anlamlı bir mitingdi. Sonrasında mahallelerde toplantılar almaya başladık, mahalle komisyonlarını kurmaya başladık çünkü kentin yeniden inşası halksız olmaz diye düşünüyoruz, iktidara da sürekli buradan seslendik. Hiçbirimiz halkın içerisinde olmadığı bir yeniden inşa sürecini hiçbir şekilde kabul etmemeliyiz.
Sizce Hatay nasıl yeniden inşa edilmeli?
“Nasıl inşa edilmemeli?”nin portresi şu an Hatay. Depremin üzerinden 20 ay geçti, 20 ayda sağlıklı geçici barınma koşullarını bile oluşturamadı devlet. Konteynır kent çöplüğüne çevirdi ortalığı ve konteynır kentlerde yaşam gerçekten çok zor. Konteynır kentler çok daha sağlıklı koşullarda inşa edilebilirdi. Geçici barınma olanakları daha sağlıklı bir halde sürdürülebilirdi, o zaman bir anda inşaya başlanmayabilirdi. Nasıl başlardı? Bütün projesini çizerdi, zemin etütlerini yapardı, nereye kaç kat yapılacağı ortaya çıkardı, mimar-mühendis odalarıyla, bilim insanlarıyla bir arada çalışma yürütürdü, bunu halka sunardı. Bu arada burası apartman kültürüyle yaşayan bir yer değil; insanlar burada sokakta oturup birbiriyle kahve içiyor, birbiriyle sohbet ediyor, gerekirse birlikte mangal yakıp akşam yemekleri yapıyor, bizim böyle bir gerçekliğimiz var. Ancak şu anki durumda bütün bu geleneklerimiz, bir arada yaşamımızın tamamını yok eden bir inşaatlaşma biçimi geliştirdiler. Bizim avlularımız vardı, şu an hiçbir yerde yok. Her yer apartman doldu.
Talebimiz bir yılda evlerimizin teslim edilmesi değil, sağlıklı geçici barınma alanlarının oluşturulmasıydı
Bu devlet kentin yeniden inşasını ve halkın sağlığını gerçekten önemsiyorsa, afete dayanıklı deprem dirençli evler yapacaksa önce bu süreci tartıştırmalıydı. Bilim insanlarına tartıştırmalıydı, meslek odalarına tartıştırmalıydı, halkla bir araya gelmeliydi “Nasıl bir kent istiyorsunuz?” diye tartıştırmalıydı. Sonuç itibariyle depremden önce de problemli bir kentte yaşıyorduk; yollarımız çok dardı, ciddi bir trafik problemimiz vardı, parklarımız, nefes alacağımız alanlarımız neredeyse hiç yoktu, hastane ve okullara ulaşım sorunları vardı. O zaman da sorun vardı, şimdi çok daha fazla var. Bütün bunların çözümü için aslında toplumun, her mahallenin ihtiyacını belirleyip ona göre bir inşa süreci başlatılmalıydı. Çok erken başladı, “Bir yılda evlerinizi teslim edeceğiz” dedi ancak yine her zamanki gibi sözünde duramadı. Bizim talebimiz bir yılda evlerimizi teslim etmesi değildi. Bizim talebimiz sağlıklı geçici barınma alanlarını oluşturup şehrin yeniden inşa edilme sürecine dahil edilmekti, maalesef iktidar dahil etmedi. Şu saatten sonra da dahil edebileceğini çok düşünmüyorum açıkçası ama tabii ki doğru yeniden inşa az önce tarif ettiğim gibi olmalıydı.
Barınma Hakkı Platformu’nu biraz daha açar mısınız?
Miting sonrası her mahalleden belirli temsilcilerin katıldığı, bir araya geldiği, birlikte barınma sorunlarını tartıştığı, birlikte adım attığı bir sürece evriltmeye çalıştık. Aslında ilk defa bunu yapmaya çalıştık. Şimdi düzenli olarak 12 mahalleden halkın katıldığı toplantılar almaya başladık. 15 günde bir, bir araya geliyoruz. İlk defa az önce de bahsettiğim Türk-Sünni mahallelerde insanlarla mahalle toplantıları yapmaya başladık. Ben 28 yıldır mücadelenin içerisinde olan biri olarak diyebilirim ki, ilk defa Saraykent, Akevler, Aksaray, Ürgenpaşa’da halkla bir araya geldik, oradaki mahallelinin sorunlarını dinledik. Mesela şunu öğrendik: Oradaki insanlar aslında depremden önce de mahallelerinde bir sürü sorun yaşıyormuş. Korkunç bir dere kokusu var, biz otururken boğulduk resmen ve o koku 10-15 yıldır varmış, o kokuyla yaşıyormuş insanlar ve buna karşı yetkililerle defalarca görüşmelerine rağmen hiçbir sonuç alamamışlar. Birlikte gittiğimizde onlar da kendisini güçlü hissetti, biz de kendimizi daha güçlü hissettik ve ona dair birlikte refleks gösterme kararı çıktı. Bir eylemsellik, DSİ’nin önüne gidip burayı yapmak zorundasınız diye diretme kararı çıktı. O anlamda çok değerli bence Barınma Hakkı Platformu. Ancak çalışmamız hem akut problemlerden hem de bire bir insanların kendi kişisel sorunlarından kaynaklı çok da istediğimiz gibi yolunda gitmiyor. Buna rağmen mahallelerden bir ses oldu, devlete karşı bir ses oldu.
Şunu görüyoruz mesela: Barınma Hakkı Platformu olarak kurduğumuz her cümleyi basının her yerinde görebiliyoruz artık, büyük televizyonlar da dahil olmak üzere her yerde yayımlanıyor. Bu bence Hatay halkının sesini duyurmak açısından çok anlamlı, devamının gelmesi gereken de bir çalışma. Meslek odalarıyla çalışmak istedik, ilk başlarda yoğunluklarından kaynaklı çok ciddi emek edemediler bizlerle ama aradığımız zaman, talepte bulunduğumuz zaman halkla bir araya gelişlerle ilgili o zamanları örgütleyebildik. Belki de bütüncül plan dediğimiz yeniden inşa için yapılması gereken şeyin, Barınma Hakkı Platformu’nda Hatay’daki bütün kurumların bir araya gelmesi, bu mücadeleyi birlikte sürdürmesi gerekiyor. Tek başına halk olursa bir ayağı eksik kalacak çünkü, bizim bilim insanlarına da ihtiyacımız var, mimarlara-mühendislere de ihtiyacımız var, avukatlarımıza da ihtiyacımız var, dolayısıyla meslek odalarının bu konuya dair daha çok söz kurmasını bekliyoruz açıkçası.
Rezerv alan ilanı Hatay’ın Kırıkhan, Samandağ, Defne, Antakya gibi çeşitli bölgelerinde karşımıza çıktı, Barınma Hakkı Platformu genel olarak Hatay’ı ve ilçeleri mi kapsayan bir çalışma yoksa daha lokal bir çalışma mı?
Samandağ’da “Rezerve hayır!” çalışması olarak yürüdü hep, Kırıkhan’da da öyle. Çok uğraştık oralardan arkadaşlarla, tartışmalar da yürüttük; “Rezerve hayır”ı bir kenara bırakıp barınma hakkı temelinde bir araya gelişleri örgütlemeyi tartıştık, maalesef örgütleyemedik. Bu yüzden Defne ve Antakya sınırları içinde kaldık ama şöyle oldu, mesela düzenlediğimiz mitinge Kırıkhan’dan da gelindi, Samandağ’dan da gelindi. Sonrasında yaptığımız eylemlerde bireysel olarak da olsa oralardan destek olan arkadaşlarımız oldu ama genel olarak Defne ve Antakya’da çalışma yürütüyoruz. Keşke bütün Hatay açısından bu platform önemsenen yerde durabilseydi ama biz başladığımızda Rezerve Hayır Platformu çok ilerlemişti ve birçoğu da o alanı terk etmek istemedi. “Rezerve hayır” başından beri yanlıştı; çünkü devlet bizim malımıza çökmesin, biz kendi evimizi kendimiz yaparız diyorlardı. Yerinde dönüşüm isteniyordu ama yerinde dönüşüme gücü olmayan onlarca da aile vardı. Onları gören bir yerden söz kurulmuyordu “Rezerve hayır!” derken.
Asıl sorun aslında iktidara güvensizlikti, güvenilir bir iktidar olsa rezerv alan bütün olarak kentin yeniden inşası için doğru bir uygulama. Bunun dışında bir alternatifin yok ama iktidara güvenmiyor halk, biz de güvenmiyoruz. Dolayısıyla bunun mücadelesini vermek zorundaydık, ama bu mücadeleyi verirken “benim malıma çökme, özel mülkiyetime dokunma” demek yerine “biz depremzedeyiz, mağduruz ve yasal temelinde bedelsiz konutumuzu istiyoruz” demek daha doğruydu. Yani “Bana bırakın, ben kendi evimi kendim inşa ederim”, kaç kişi inşa edebilecekti ki? Belki Samandağ’da inşa edilebilirdi çünkü birikmiş bir sermayesi var çoğunun, ama Defne günübirlik yaşayan bir alan, insanlar çalışıp kazandığını yiyor ve büyük bir kısmı kiracı ve yoksul. Depremden sonra işini kaybetti, evini kaybetti, kimisi çocuğunu kaybetti, dostunu kaybetti, dolayısıyla yeniden evini inşa edecek duruma sahip olmayan onlarca hatta yüzlerce aile var. Sözü kurarken o ortak iradeyi gören yerden, ortak mağduriyeti gören yerden kurmak zorundaydık.