Korkut AKIN yazdı: Susanna Tamaro, “Büyük Bir Aşk Hikâyesi”nde, denizlerin, rüzgarların ve yağmurların bir araya getirdiği; zamanın savurduğu ve birleştirdiği iki insanı anlatıyor.
“Suyla birlikte sürüklendiğini anladığın anda ilk yapılacak, tutunacak herhangi bir şey aramaktır:
Akıntı seni götürürken
ya bir dala tutunursun ya gökteki bir yıldıza;
yeniden evin yolunu bulabilmek için
bunlardan birine güvenirsin.”
Şu geçen son beş, on günü bir getirin gözlerinizin önüne… Bundan önce, tek tek olsa bile tümüyle, hepsinin bir arada yaşanmış olması pek görülmüş şey değil. Siyaseten gündem saptırma ve/veya saldırmaları da ekleyin üzerine, insanın ne tadı kalıyor ne tuzu. Tabii ki, salgın da var ve görüşlerine değer verilmeyen bilim insanları… Birileri, sorulara yanıt vermek yerine savunmaya geçiyor, saklamak istedikleri her şey için her biri bir başka mazeret uydurunca ortalık iyiden iyiye toz duman. Yolsuzluklar zaten vardı ve artıyordu her geçen gün… Valilikler aracılığıyla savcılar pankart indirme yarışına girince adalet de aradan sıyrıldı ve artık arayın ki bulasınız. İnsan kaçakçılığı, bilinen ve yaşanan bir durumdu, engellenmesini beklerken devlet eliyle, özel izin ve pasaportlarla yapılmaya başlanmış. Nasıl oluyor demeyin, karşı atak hazır: sizin partiniz de yapmış. Buna, “öp babanın elini” bile az, özrü kabahatinden büyük. İnsan kaçakçılığına izin vermeyen belediyelere kayyım atanırken, bırakın görevden el çektirmeyi, soruşturma açılmaması sizde de kasap çengeli örneği soru işaretleri oluşturmuyor mu?
Bir Bakan, kendi bakanlığına kendisinin şirketinden mal alıyor ve savunuyor. İstifa diye bir şey söz konusu değil, sadece görevden affediliyor. Bunu gören, duyan “nasıl olsa bir şey olmuyor” demez mi? Daha önce yaşanan benzeri bir durum vardı ve büyükelçi yapılmıştı bir yerlere. Sahi, ben de yolsuzluk yapsam büyükelçilikle taltif edilir miyim? Ya da çuval dolusu parayla kaçan (eskinin bankerlerini anımsatan) borsacı gibi dünyanın en güzel köşelerinden birinde hayatımı sürdürebilir miyim? “Döneceğim” demiş, o kadar çok gördük ki…
Yukarıda aktardıklarımda eksik var, varsın olsun. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Bir de üstüne yasaklar geldi hepsinin. 1 Mayıs’ı da yasakladı siyasi iktidar, gerekçesi hazır. Ben olsam, bir yürüyüş düzenlerim, Kayyım Rektör Melih Bulu ile birlikte kol kola çıkarım 1 Mayıs Alanı’na… Görsünler yasak neymiş! Kimse de sesini çıkar(a)maz. Şakası bile garip. Ekonomik durum, enflasyonun ulaştığı zirve, haksız ve hadsiz saldırılar… ne demokrasi kaldı ne adalet.
Bunlar sadece son birkaç günün durumu… Gelin, öncesine gitmeyelim, kendi konumuza dönelim.
Sanat zorlukları da yener!
Fırtınalarla boğuşurken yeni çıkan “popüler” olduğu için çok okunsa da üzerine pek yazılmayan Susanna Tamaro’nun yeni romanı geçti elime… Biraz da rahatlamak, siyasi ve ekonomik ortamın kaosundan sıyrılmak amacıyla okumaya başladım. Tamaro, “Büyük Bir Aşk Hikâyesi”nde, denizlerin, rüzgarların ve yağmurların bir araya getirdiği; zamanın savurduğu ve birleştirdiği iki insanı anlatıyor.
Empatiyle başlıyor roman. Arıların kovanını bile önce tıklayıp “izin var mı” diye açıyor kadın. Bunun bir nezaket olduğunu, karanlıkta yaşayan arıların bir anda ışık seline boğulmasının pek de sevimli bir durum olmadığını söylüyor “gelen “neden” sorusuna karşılık. Ardından örneği sesle güçlendiriyor. Muhakkak ki duyarlı okur, buradan gündelik yaşama yönelik bir çıkarımda bulunacaktır, ama isteriz ki, rahatlayın, geniş bir soluk alın bu bahar gününde…
Umudu üzmeyin, asla
Birinin alabildiğine dağınık diğerinin tertipli, birinin delişmen öbürünün sakin, birinin aradığı huzur diğerinin huzursuzluk üzerine kurulu yaşamı, biri denizsiz yapamazken diğeri delişmen meraklı ve arayış içindeki iki insanın yaşamını okuyoruz. Romanların en büyük özelliğidir imaj yaratması, düş kurdurması… Okurken hissediyorsunuz arzulanan dünyayı.
Kahvaltıyı umut eylemi olarak niteleyen kadın, erkeğin “ne ilgisi var” şaşkınlığına, “gündüzle geceyle ilgisi var. Karanlık karşısında korunmasızız, kesinlikten yoksunuz, sadece gün ışığına bir kez daha kavuşabilmeyi umut edebiliriz. Ertesi sabaha hazırlanmak, onu geri gelmesi için davet etmektir” yanıtını veriyor. Karanlığı, kişiyi yutabilecek bir varlık olarak görmek aydınlığın insanların elleriyle yaşanacağının da göstergesi…
Güçlü betimlemeleriyle kendini sular gibi okutturuyor roman. İncecikten kendinize dönüp bakmanızı, yaşama yönelik duygularınızı güçlendirmeyi, somut ve asla çözül(e)meyecekmiş gibi gözüken ülke sorunlarına yeni bir bakış fırsatı yaratmayı istiyor. Kim bilir, belki sakin kafayla daha bir yaşanabilir olur bu günler.
Büyük Bir Aşk Hikâyesi
Susanna Tamaro (Eren Cendey çevirisiyle)
Roman
Can Yayınları
Nisan 2021, 215 s.