GÜLFER AKKAYA yazdı: “Kendilerini tüm akrabaları ile beraber zengin edenler (ne zengini, bunları anlatmaya zengin kelimesi kifayetsiz kalıyor) halkı her gün daha yoksullaştırdılar. Üst kadrolar başta olmak üzere AKP’li nice kişi belli ki Zarrab’ın parası deniz, yemeyen keriz felsefesiyle davranmış ama yolsuzlukları bunlarla sınırlı değil”
GÜLFER AKKAYA
Bugün sabah (30 Kasım) TRT Haber’de Erdoğan yatırımcılar toplantısında konuşuyor. “Beni bırakmayın, bırakmazsanız birlikte kazanmaya devam edeceğiz” minvalinde cümleler kuruyor. Onlardan destek istiyor.
Çünkü Amerika’da Rıza Zarrab konuşmaya başladı. Anlattıklarının nerelere ve kimlere dek gideceği sır değil. Yıllardır bu yolsuzlukları biliyoruz ama bu kez önemli olan bilgilerin olayın odağında olan temel kişi tarafından organize ediliş şeklinden isimlere, tarihlere ve rakamlara dek açıklanması.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz salı günü grup toplantısındaki konuşmasında Man Adası’ndaki hesaplardan bahsetti elinde belgelerle.
Daha belgelerin açıklanmasını beklemeden sahte diyen yandaşlar, bakanlar, AKP vekilleri, kalemşorları Rıza Zarrab konuştukça o da kim, tanımıyoruz dahi diyebilirler.
Suç o kadar büyük ve geniş alana sahip ki, bırak kendisini, gölgesi düşeni yakacak kadar kızgın.
İnsan düşünmeden edemiyor eski Bakan Zafer Çağlayan’ın yarısını isteyip aldığı, bizlerin de hesabını dahi yapamadığı paralardan fazlasını alan başkaları da olabilir mi? Zarrab ile ortak kazançta başka kimler var? Sürekli olarak duyduğumuz kayınçolar, amcalar, dayılar, kardeşler, oğullar, kızlar, eşler bu işin neresinde, onlara düşen pay ne, ne kadar?
Kendilerini tüm akrabaları ile beraber zengin edenler (ne zengini, bunları anlatmaya zengin kelimesi kifayetsiz kalıyor) halkı her gün daha yoksullaştırdılar.
Üst kadrolar başta olmak üzere AKP’li nice kişi belli ki Zarrab’ın parası deniz, yemeyen keriz felsefesiyle davranmış ama yolsuzlukları bunlarla sınırlı değil. Tıpkı Zarrab gibi daha nice “iş insanına” devletin iş olanaklarını açarak yedirtmiş, palazlandırmış kendileri de bu “iş insanlarını” haraca bağlayarak yağlandıkça yağlanmışlar.
Halkı üst üste yapılan zamlarla iyice yolup, dolaylı dolaysız vergilerle soyup soğana çeviren iktidar hala parasızlıktan yakınmakta.
Vergilerle savaşı yükselttiğini övünerek söyleyen AKP daha çok vergi demeye devam ediyor. Bir itiraf olarak Avrupa’dan Suriyeli sığınmacılar için gönderilen paralarla “Yol yaptık, Suriyeliler o yollardan geçmiyor mu?” diyebiliyorlar.
Halktan bin 404 liralık maaşla geçinmesini bekleyenler, emekçiye 100 liralık zammı vermemek için bin dereden su getirenler, para yok diyenler kendilerini, çocuklarını, yakın uzak tüm akrabalarını, parti üyelerini hayal edilemeyecek oranlarda zenginleştirirken, muhalefet edenleri, emekçileri, işsizleri, düşünenleri açlıkla terbiye etmeye çalıştılar yıllarca. Sadece onları değil, çocuklarını, akrabalarını, yakınlarını yoksullaştırıp hatta işsizleşirdiler. Onları çıkardıkları işlere yandaşlarını koydular. Kimilerini hapislere attılar terörist diye, kimilerini KHK’larla sadece işten atmadılar fişlediler. Çalışmalarını engellediler. Bir de devletten maaş alacaksınız ha! diyerek açlığa mahkum etmeye çalıştılar.
İşinden edildiği için haksızlığa susmayıp direnenlerin üzerine polisi gönderdiler. İşine geri dönüp alın teriyle yaşamak için eylem yapan, kolunu cezaevindeyken devletin koparttığı Veli Saçılık ve ailesine yapmadık zulüm bırakmadılar. Hala yapıyorlar.
Yine KHK ile işinden edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça nerdeyse bir yıl olacak açlık grevindeler. Yakınlarının da destek verdiği açlık grevinin sonlandırılması ve bu insanların hakları olan işlerine geri dönmeleri sağlanmadığı gibi uğradıkları devlet şiddetinin hadi hesabı yok.
35 kiloya dek düşmüş Nuriye Gülmen hala tutuklu. Semih Özakça evinde ve kaçma şüphesi ile elektronik kelepçe ile kontrol altında. Ayakta durmakta güçlük çeken bir kişiye kaçma şüphesi ile kelepçe takmak işkence değilse, psikolojik harp değilse, herkese korku salmak değilse nedir?
Hırsızın, tecavüzcünün, arsızın, yüzsüzün, yolsuzun elini kolunu salladığı, iş insanı diye değer gördüğü, kollandığı, halkın paralarıyla semirtilip büyütüldüğü canım ülkede halk yalnızca yoksulluk ve açlıkla terbiye edilmiyor.
Vatan, millet, Sakarya nidalarıyla milliyetçi duyguları yükseltilerek savaşa gönderilip her iki taraftan gencecik insanların öldürülmesine neden oluyor. E tabii yürütülen o kadar paranın, el konulan vatan arsa ve arazilerinin üstü büyük bir oyunla kapatılabilir. Bu büyük oyunun adı savaş.
Afrin hemen dibimizde. Sarraf, Amerika’da öterken bize yeni bir gündem lazım. Ver mehteri.
Son terörist öldürülene dek savaşacağız.
Ama unutmak yok. Yoksul daha birkaç ay evvel elini tuttuğu oğlunun cenazesini kaldırırken şehitliği öven birileri mecliste oğullarının hesaplanamaz miktarlardaki paralarını gizlemek için araştırma komisyonları kurulsun talebini reddedecek. Gözlerimizin içine bakarak gülecek ve hayır oyu kullanacaklar hep beraber.
Savaş istemeyenler, yoksulluğa karşı olanlar, iş isteyenler, huzur ve güvenli bir toplum isteyenler, taciz ve tecavüze karşı olanlar, çocukların evlendirilmesine karşı olanlar artık bu gidişata dur demeli.
Tek ve ortak zeminimiz bu olmalı. Aksi durumda Zarrab konuşur anlatır, bizler de birkaç küçük refleksle durum hakkında konuşuruz. Ve tüm tepkiler söner, gider.
Bugün her zamankinden çok HDP ve CHP’ye iş düşüyor. Sadece belge göstermek yetmez, yol kurup direnmenin zamanı.