ÇEVİRİ – Serge Halimi’nin* Le Monde Diplomatiq’teki yazısını Delphine Azaak çevirdi: Fransa Cumhurbaşkanı’nın önerdiğinin aksine bu artık “dünyamızın giriştiği kalkınma modelini sorgulama” meselesi değildir. Cevap çok basit: Değiştirilmelidir. Hemen şimdi.
Bu trajedi aşıldığında, her şey yeniden eskisi gibi mi olacak? Otuz yıldır, her kriz, bir farkındalık, bir duraklama, bir dönüş veya mantıksız bir umut besledi. Bir izolasyona, sonra da sosyo-politik dinamiklerin ters döneceğine inandık. 1987'deki borsa çöküşü özelleştirmelerdeki dalgalanmaları kontrol altına alacaktı; 1997 ve 2007-08 mali krizleri, mutlu küreselleşmeye neden olacaktı. Fakat durum pek de böyle olmadı…
11 Eylül 2001 saldırıları da kibirli Amerika ve "Neden bizden nefret ediyorlar?" gibi ıssız sorular üzerinde eleştirel düşüncelere yol açmıştı. Ama o da uzun sürmedi. Çünkü, doğru yöne olsa bile, fikirlerin hareket ettiği yön, şeytani makineleri bozmak için asla yeterli değildi. Her zaman başka eller bu duruma burnunu soktu. Ve böyle bir durumda, değiştiğini söyleyen, felaketten sorumlu olan hükümdarlara muhtaç olmamak önemlidir. Özellikle de bizimki gibi hayatları tehlikedeyse.
Çoğumuz hayatında doğrudan savaş, askeri darbe veya sokağa çıkma yasağını deneyimlemedi. Fakat Mart ayı başında, yaklaşık üç milyar insan sert koşullarda evlerine hapsedildi. Bu insanların çoğu yazlığının etrafında bulunan kamelya çiçeklerini izlerken yazı yazan yazarlar değildi. Sonraki haftalarda ise koronavirüs krizi hayatlarımızın ilk küresel anksiyetesini yaşamamıza sebep oldu: bu unutulmayacak bir şey.
Politikacılar, kısmen de olsa bu durumu göz önünde bulundurmak zorundaydı. Bu nedenle Avrupa Birliği bütçe kurallarının "genel askıya alındığını" duyurdu; Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hastane personelini kötü etkileyecek bir emeklilik reformunu erteledi; ABD Kongresi Amerikalıların çoğuna 1200 dolarlık bir çek gönderiyor.
Ama daha on yıl önce, zor durumda olan sistemlerini kurtarmak için liberaller, dramatik bir borç artışını, mali teşvik, bankaların kamulaştırılması ve sermayelerin kısmi olarak kontrol edilmesinin restore edilmesini sağlamıştı. Sonra, bu tasarruf onlara, o genel save-who-can sırasında bıraktıklarını geri almak için fırsat verdi. Ve hatta bazı "ilerlemeler" kaydetmek için de: çalışanlar daha fazla, daha uzun ve daha zor koşullarda çalışacaktı; "yatırımcılar" ve rantçılar daha az vergi ödeyecekti.
Bu geri dönüşten sonra, Yunanlılar en ağır bedeli; mali sıkıntı ve yetersiz ilaç sıkıntısı çeken kamu hastanelerinde ortadan kaybolduğu düşünülen hastalıkların geri dönüşünü gözlemlediklerinde ödediler.
Bu nedenle, başlangıçta Şam'a giden bir yol bir "şok stratejisine" dönüşebilir. 2001 yılında, Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırıdan bir saat sonra, bir İngiliz bakanın danışmanı, departmanındaki üst düzey yetkililere şu mesajı göndermişti: "Bu, atmamız gereken tüm adımları gizlice atmak için çok uygun bir gün."
Tabi ki de bu kararı verirken, terörle mücadele adına temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması veya Irak Savaşı gibi pek çok sonuca yol açacağını tahmin etmemişti. Ama yaklaşık yirmi yıl sonra, ortaya çıkan "şok stratejisini" hayal etmek için şair veya peygamber olmaya gerek yok.
"Evde kal" ve "sosyal mesafe" çağrılarının doğal sonucunda, toplumumuzun tüm sosyallikleri hızlandırılmış dijitalleşme tarafından kesintiye uğrama riski altındadır. Bu sağlık krizi, internet olmadan yaşamanın mümkün olup olmadığı sorusunu daha acil, ya da tamamen geçersiz hale getirecektir. Zaten herkesin kendi üzerinde kimlik belgesi taşıması zorunlu; yakında, bir cep telefonu sadece yararlı olmayacak, aynı zamanda kontrol amaçlı gerekli olacaktır. Madeni paralar ve banknotlar potansiyel bir kontaminasyon kaynağı olduğundan, halk sağlığı garantisi haline gelen banka kartları her satın alınan ürünün listelenmesine, kaydedilmesine, arşivlenmesine sebep olacaktır.
Koronavirus öncesi, zaten nüfus kaydını açık etmeden bir trene binmek imkansızdı; internet bankacılığını kullanmak için zorunlu olarak cep telefonu numaranızı vermeniz gerekiyordu; yürüyüşe çıkmak, kameraya kaydedilmeyi garanti ediyordu. Sağlık kriziyle birlikte yeni bir dönem başladı. Paris'te insansız hava araçları, girişin yasak olduğu bölgeleri gözlemliyor; Güney Kore'de, bir sakinin vücut sıcaklığı toplum için tehlike oluşturduğunda sensörler yetkilileri uyarıyor; Polonya'da, insanlar cep telefonlarına bir eve kapanma uygulaması yükleme veya evlerine habersiz polis ziyaretleri arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor. Felaket zamanlarında, bu tür gözetleme cihazları popülerdir. Ama yine de onların devreye girmesine sebep olan o zaruri dönemden sağ kurtuluyorlar.
Ortaya çıkan ekonomik çalkantılar, özgürlüklerin sıkılaştırıldığı bir evreni de pekiştiriyor. Bulaşmayı önlemek için, milyonlarca gıda dükkanı, kafeler, sinemalar ve kitapçılar tüm dünyada kapandı. Bunların ev teslimat hizmeti yok ve sanal içerik satmak gibi bir şansları da yok. Kriz geçtikten sonra, acaba kaç tanesi yeniden açılacak ve hangi durumda olacaklar? Ancak, yüz binlerce işçi almaya hazırlanan Amazon, ya da 150.000 ek işçiye ihtiyaç duyduğunu açıklayan Walmart gibi perakende devleri için, durum pek de kötü görünmüyor.
Zevklerimizi ve seçimlerimizi onlardan daha iyi kim bilir? Bu anlamda, koronavirüs krizi dijital kapitalizme karşı direnişin son yuvalarının dağılmasını ve temassız bir toplumun gelişini haberdar eden bir prova oluşturabilir.
Eğer ki… Eğer ki sesler, hareketler, partiler, halklar ve devletler önceden yazılmış bu senaryoyu bozmazsa. "Politika beni ilgilendirmez" lafını duymak çok yaygın. Ta ki herkes, bazı hastaları kurtarmak için, bazılarını feda etmek zorunda kalan doktorların bulunduğu bu zor pozisyonunun politik seçimlerin yol açtığını anlayana kadar. Bu durum, Orta Avrupa, Balkanlar veya Afrika ülkelerindeki sağlık çalışanlarının daha az tehdit altındaki veya daha yüksek maaş alabilecekleri ülkelere göç etmesi ile ortaya çıktı. Doğa kanunlarının onlara dikte ettiği seçimler değildi bunlar. Bugün, hiç şüphesiz, bunu daha iyi anlıyoruz. Eve kapanma, aynı zamanda herkesin durup düşündüğü bir zamandır…
Harekete geçme endişesiyle. Fransa Cumhurbaşkanı'nın önerdiğinin aksine, bu artık "dünyamızın giriştiği kalkınma modelini sorgulama" meselesi değildir.
Cevap çok basit: Değiştirilmelidir. Hemen şimdi.
Ve "korumamızı başkalarına devretmek delilik" olduğuna göre, o zaman "serbest ve bozulmamış bir piyasayı" korumak için olan stratejik bağımlılıklara bir son verelim. Macron bey, "bozma kararları" açıkladı. Ama asla alması gereken kararları almayacak. Sadece geçici olarak askıya almak değil, ulusal egemenliğini feda eden ve rekabeti mutlak bir değer haline getiren Avrupa anlaşmalarının ve serbest ticaret anlaşmalarının kesin olarak bozulması gerekmektedir. Hemen şimdi.
Artık herkes, zorda olan ülkelerin ve hastaların, hastane personelinin, teslimatçıların, kasiyerlerin hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu milyonlarca maskenin ve tıbbi malzemenin dünyanın dört bir yanına yayılan ve stoku olmayan tedarik zincirlerine emanet etmenin ne demek olduğunu biliyor. Herkes dünyanın çoraklaştırılma, yersizleştirilme, atık birikimi, durmayan hareketlilik yüzünden ne bedeller ödediğini bilir. Paris her yıl otuz sekiz milyon turist ağırlıyor yani nüfusunun on yedi katından fazla ve belediye bu durumdan son derece memnun…
Korumacılık, ekoloji, sosyal adalet ve sağlık artık birbirine bağlanmıştır. Bunlar, şu anda bir bozma programı dayatacak kadar güçlü olan anti-kapitalist bir siyasi koalisyonun temel unsurlarıdır.
*Serge Halimi: Le Monde Diplomatiq Yayın Yönetmeni