Sonuçlar ve sakıncalar
Önceki yazımızda yaptığımız analizden şu sonuçları çıkarmak mümkündür.
1-Yolsuzluk ve savaş suçuyla yargılanma tehdidi altında bunalan AKP, saflaştırma siyasetini derinleştirerek sürdürecektir/sürdürmeye mahkumdur. AKP kurmay heyeti açısından, bu siyaseti uzun erimli sürdürebilmenin en rasyonel biçimi bir başkanlık rejimi inşa ederek, İslami totalitarizmi Erdoğan halesinin etrafında kurulan bir diktatörlük yolunda ilerletmektir.
2- Başkanlık rejimi AKP’nin 2002 yılından beri üstü örtük, Gezi Ayaklanması’yla birlikte alenen tesis etmeye giriştiği yeni rejimin inşası sürecine sıçramalı bir hız kazandıracak, yetkinin Erdoğan’ın elinde merkezileşmesiyle birlikte yeni rejimin inşası tamamlanacak, İslami totaliterizm diktatörlük yolunda ivme kazanacaktır.
3- Mahir Çayan’ın belirttiği gibi emperyalizm Türkiye’de bir iç olgudur. AKP, pazarlığı yüksekte tutmak için ABD-AB eksenine kafa tutan bir görünüm içinde olsa da, Türkiye’nin askeri ve ekonomik bağlantıları ABD-AB ekseninden koparak başka bir kampa zıplamayı çok zayıf bir olasılık haline getirmektedir. Olağan şartlarda Türkiye tekrar ABD-AB’yle uyumlu politikalar izleme yoluna girmek zorunda kalacaktır. Bu eksenden koparak başka bir kampa sıçrama yeltenişi, Türkiye’nin bağımlılık ilişkilerinin rasyonalitesiyle örtüşmez. Böylesi bir yelteniş, bir diktatörlük rejiminin altında, çılgınca bir girişim olarak gündeme gelebilir.
4- Son dönem yaşanan gelişmeler Kürdistan’ın dört parçasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni mevziler elde etmesini olanaklı kılmıştır. Ancak bu, Şengal ve Kobane’de elde edilen askeri başarılar nedeniyle ABD’nin YPG’yle kurmak zorunda kaldığı temasın ve bu dolayımın da etkisiyle PKK’nin uluslararası arenada ciddi bir meşruiyet kazanmış olmasının kalıcı bir durum olduğu yanılgısına bizleri sürüklememelidir. Bu konjonktürel bir durumdur. Bu duruma yaslanarak uzun hatta orta vadeli çıkarımlarda bulunmaya çalışmak yanılgılar doğurur. Aralarında çelişkiler olsa da, ABD, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve KDP’nin Rojava’yı ezmek istediğine kuşku yoktur. Çelişkilerin silikleştiği bir momentte, bu güçlerden birkaçı ya da bütünü Rojava’yı ortadan kaldırma girişimde bulunmaktan imtina etmeyecektir.
5- Yakın gelecekte Türkiye’de bir darbe olasılığı yoktur. TSK, NATO ordusudur ve ABD’nin izni olmadan darbe yapamaz. Daha da ötesi, ABD’nin AKP’ye yaptıramadığı, askere havale edebileceği bir görev tanımı da bulunmamaktadır. Söz konusu olan Rojava ise, asker ABD’nin bu konudaki isterlerine uyum sağlayacak pozisyonda değildir. AKP ne kadar Kürt ve Rojava düşmanı ise asker daha fazla böyle bir zihniyete sahiptir. Bu gerçek askeri bir darbenin nesnel temelini ortadan kaldırır. AKP-Asker dalaşmasından emek, barış, demokrasi güçlerinin yararına bir sonuç çıkma olasılığı yoktur. Tersine her zaman olduğu gibi en büyük fatura bu kesimlere çıkar.
6- Bütün göstergeler AKP’nin savaş hazırlığı yaptığını ortaya koymaktadır. AKP bu doğrultuda fırsat kollayacak, koşulların kendisinin lehine, Kürt Özgürlük Hareketi’nin aleyhine olduğunu gördüğü an savaş siyasetini yürürlüğe sokmaktan kaçınmayacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi bu gerçeğin farkındadır ve böylesi bir yönelime karşı tedbirlerini almaya çalışmaktadır.
7- Öcalan Kürt sorununun çözümü yolunda kilit bir rol oynamaktadır ve uzak vade için kesin öngörülerde bulunmak mümkün olmasa da orta vadede bu pozisyonunda bir değişiklik olmayacaktır. Öcalan’ın Kürt Hareketi’nin bütünlüğünü muhafaza etmekte belirleyici bir rol oynadığını da tespit etmek gerekmektedir.
Yukarıdaki sonuçları olası seçim taktiğiyle ilişkilendirerek değerlendirmekte yarar var.
HDP yüzde on barajını aşarak parlamentoda konumlanma başarısını gösterirse, Kürt Özgürlük hareketi ile emek, barış ve demokrasi güçlerinin aleyhine olan faktörlerin etkisinin kısmen de olsa zayıflayacağını söyleyebiliriz. Zayıflar ama ortadan kalkmaz. Sonrası HDP’nin performansına bağlıdır. Yükselen bir grafik çizdiği taktirde, olumsuzluk faktörlerinin etki alanı gittikçe daralacaktır. Nedir bunlar? Başkanlık rejimi yoluyla diktatörlüğe gidiş frenlenecektir. Olası ABD-AKP uzlaşmasının Rojava üzerindeki basıncı azalır. Rojava’yı tasfiye planının uygulanması güçleşir. AKP’nin savaş siyasetini gündeme getirmesinin önündeki bariyerler gittikçe güçlenir. Öcalan’ın kilit önemdeki rolü daha da pekişmekle kalmaz, Kürdistan’ın dört parçasındaki etki alanı artar.
HDP çatısı altında parti olarak seçimlere girilip barajın aşılamaması durumunda gelişmeler hangi doğrultuda ilerler?
Başkanlık rejimi[1] olasılığı güç kazanır. Baraj altında kalındığında, AKP’nin Referandum’a gitmeyi mümkün kılacak sayıda milletvekili kazanacağı kesindir. 367 milletvekilli kazanma olasılığı da mümkün olabilir[2]. Bağımsız adaylarla seçime girildiği takdirde, kamuoyu yoklamalarındaki oy oranına göre AKP’nin 330 milletvekili kazanamayacağı neredeyse kesin. Böylece Erdoğan’ın başkanlık rejimi hayali ilelebet tarihe karışacaktır. Fiili olarak başkanlık yapmaya uğraştıkça da gerilimi artıracak, yıpranması hızlanacaktır. Bu durum mücadelenin yükselmesi açısından son derece olumlu imkanlar sunacak bir çerçeve oluşturur[3].
Olası bir ABD-AKP uzlaşmasının Rojava üzerindeki basıncı artar, Rojava’ya tasfiye planı güç kazanır[4]. Parlamenter alanın ve bu alanın sağladığı olanaklarla ulusal ve uluslararası arenada elde edilen mevzilerin sağladığı imkanlarla yürütülen mücadele ciddi sorunlarla yüz yüze gelir.
AKP’nin savaş siyasetini gündeme koyma olasılığı sıçramalı bir biçimde güçlenir. Savaş siyasetinin gündeme gelmesinin sonuçları, geçmişe göre daha farklı olacak gibi görünmektedir. 6-8 Ekim bunu ipuçlarını vermiştir. Türkiye’nin Batısı kısa erimde bir iç savaş manzarasına sahip olacaktır. Erdoğan’ın tutumuna baktığımızda, bırakalım bu yöne gidişi frenlemeyi, tam tersine kışkırtacağı, Türkiye’yi bir iç savaş ortamına sürükleyerek iktidarını sürdürmeye çalışacağı görülmektedir. Esnafa yapılan çağrılar bunun çarpıcı göstergelerinden biridir. Muhtemelen Kürt Özgürlük Hareketi gerillanın devreye girmesine paralel olarak savaş siyasetine Serhildan’la karşılık verecektir. Burada sorulması gereken soru şudur: Böyle bir ortam emek, barış ve demokrasi güçlerinin lehine sonuçlar üretebilir mi? Bu soruya ikna edici cevaplar verilmeden ilerlemek mümkün değildir. Zamanı gelince düşünürüz denilemez.
Bizin düşüncemize göre, emek, barış ve demokrasi güçlerinin Batı Cephesi’nin böyle bir muharebeden başarıyla çıkma şansı yoktur. Ne hazırlık derecesi, ne örgütlülük düzeyi, ne de kitle mobilizasyonu kabiliyeti buna uygun değildir. 6-8 Ekim bunu çok açık biçimde göstermiştir. Örneğin İstanbul’da, HDP’nin en yüksek oy aldığı ilçe olan Sultanbeyli’de bile HDP büyük zorluklar yaşamış, partililer parti binalarına gitme olanağını bulamamıştır.
Erdoğan’ın iç savaş siyasetine Kürdistan’ın yanıtı Serhildan olacaktır. Burada da sorulması gereken soru bunun sürdürülebilir olup olmadığıdır. Serhildan kronik hale getirilebilir, bu mümkündür. Ancak Batı Cephesi’nden destek alma olanağını bütünüyle yitiren Serhildan’lar sürecinin bastırılma olanağı da göz ardı edilmemelidir. Türk Devleti’nin gaddarlığının hangi noktalara varabileceğini tarihsel deneyim göstermektedir.
Öcalan’ın rolünü sürdürebilmesinin olanakları neredeyse sıfır noktasına kadar sürüklenir. Büyük olasılıkla Öcalan ile irtibat kesilecek, yeni bir tecrit süreci gündeme gelecektir. Bunun doğuracağı sonuçları ise kestirmek kolaydır.
Bu faktörleri göz önünde bulundurduğumuzda, baraj aşılamayacaksa seçim taktiğini değiştirmenin gerekliliğini ortaya çıkmaktadır.
[1] Son aylarda yapılan kamuoyu araştırmalarındaki başkanlık rejimine düşük destek yanıltıcı olmamalıdır. Bu durum şartlara göre değişir. Savaş siyasete gündeme sokulup, 6-8 Ekim’inde gösterdiği gibi bu Türkiye’nin Batısında bir “iç savaş” manzarası aldığında, başkanlık rejimine olan destek beklenmediği ölçülerde artabilir.
[2] AKP geçen seçimde yüzde 49’le 327 milletvekilliği kazandı. Kamuoyu araştırmaları oranın düşeceğini, yaklaşık 300 vekil kazanacağını gösteriyor. HDP barajın hemen altında kalırsa, HDP’nin kazanacağı milletvekillerinin nerede ise tümünü AKP alacaktır. Bu rakamın 50 civarında olacağı söylenebilir. HDP’ye kayacak oylar ağırlıkla CHP’den gelen oylar olacaktır ve HDP baraj altında kaldığı takdirde, AKP-CHP çekişmesinin olduğu büyük illerde CHP’nin oyları düştüğü için AKP milletvekili sayısını arttıracaktır. Eğer HDP parti olarak girer ve barajın altında kalacağı kesin olursa AKP politikasını MHP oylarını avlamaya yönlendirecektir. Bunda başarılı olursa 367 olanaklı hale gelir. Ayrıca tam 367 olmasa bile bu kadar büyük bir sayıya ulaşan partinin toplumda yaratacağı hava referandumun kazanılmasını da sağlayabilir.
[3] Baraj altında kalındığında, Kürtlerin parlamentoda temsil edilmemesi nedeniyle AKP’nin zorda kalacağı, parlamentonun meşruiyetinin tartışılacağı düşüncesi ne kadar doğru? 2002 yılından beri AKP’nin izlediği çizgi bunun tam tersini kanıtlıyor. İdeolojik olarak AKP’nin çizgisi zaten böyle. Erdoğan başta olmak üzere AKP kurmaylarına göre, sandıkta halktan yetki alan her istediğini yapma hakkına sahiptir. AKP’nin kuvvetler ayrılığını tarumar etmesinin, yargı ve yasamayı dolaysız bir biçimde kendisine bağlamaya yönelmesinin altında bu ideolojik bakış açısı yatıyor. Halk istiyorsa (ki, sandıktan yetki aldıkları için AKP’nin yaptığı halkın istediği olmaktadır) insanlığın tarihsel kazanımları olarak elde edilmiş demokratik haklar bile kaldırılabilir. Özcesi AKP açısından sandık kuvvetler ayrılığının üstündedir. Sandık eliyle kuvvetler ayrılığı ilga edilebilir. Erdoğan her kürsüye çıktığında, mikrofonu eline her aldığında bunu anlatmaktadır. AKP’nin en önemli ideolojik silahlarından biridir bu ve Türkiye gibi demokrasi, çoğulculuk bilinci gelişmemiş toplumlarda alıcı bulması inanılmaz derecede kolaydır. Halkın büyük çoğunluğu da bu argümantasyonu ikna edici bulmaktadır. Bu Mussolini, Hitler’in düşünce biçiminin aynısıdır. Zaten totalitarizmin tipik propaganda silahıdır bu ve Erdoğan bunu ustalıkla kullanmaktadır. Diğer yandan AKP’nin geçmiş tutumları da, AKP’nin meşruiyet meselesini iplemeyeceğini kanıtlıyor. BDP milletvekillerinin Meclis boykotu hepimizin hafızalarındadır. Açmaza düşeceği düşünülen AKP’nin kılı kıpırdamamış, hatta tam tersine bunu bir avantaj olarak görmüş, deyim yerindeyse bu tutumun üstüne yatmıştır. Açmaza düşen, Meclis’e geri dönebilmek için yol bulmaya çalışan BDP olmuş, takındığı tutumu değiştirmeye mecbur olmuştur. BDP bu tutumun bonusu olarak da, Erdoğan’ın, “tükürdüklerini yaladılar” lafına katlanmak zorunda kalmıştır.
[4] Erdoğan umudunu ABD seçimlerine bağlamış durumda. Her ikisi de saldırgan politikalardan yana olan ABD başkanlık adayları Ortadoğu’da Erdoğan’ın bir önceki dönemde kaçırdığı bölgesel hegemonya hesaplarının yeniden gündeme gelebilmesine olanak sağlayacak bir durum yaratabilirler. Obama gidene kadar bölgedeki çatışmalı durumu ortadan kaldıramazsa, ki dünyanın en zor işlerinden biri de budur, Erdoğan’ın beklentisinin bir kısmının boş olmadığını söyleyebiliriz.
ERDAL KARA – HDP’nin seçim taktiği üzerine (1)