SEÇTİKLERİMİZ – ERTUĞRUL KÜRKÇÜ’nün Yeni Yaşam’daki yazısı: “’Sinei millet’ retoriği, milletvekillerinin istifasını çoğunluğun onayına bağlayarak, muhalefetin meydan okuma ihtimalini diktatörlüğün vesayeti altına sokan Anayasa’nın 84. Maddesi karşısında boş edebiyattan ibarettir ve halkı yanıltmaktan başka bir işe yaramaz.”
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
HDP, 20 Kasım’da “bütün seçilmişleri” ile bir araya gelerek “kayyım darbesi”ne karşı bir “tutum belgesi” açıklayacağını duyurmuştu. Ancak, medyayı dalgalandıran HDP’nin yapacakları değil, hiç yapmayacakları oldu.
Örneğin, Habertürk yorumcusu Muharrem Sarıkaya’nın, “HDP’nin yerel yönetimlerden ve TBMM’den çekilerek erken seçimin yolunu açması” olasılığı üzerine kurduğu “haber”i şu cümleyle son buluyordu: “HDP’nin yarınki toplantısında nasıl bir karar çıkacağını öngörmek zor olmakla birlikte, şu aşamada Ankara’daki hava ‘istifa yanlış olur’ diyenlerin tarafından esiyor.” Ya, altı milyon HDP’li ve on milyonlarca demokratik muhalefet seçmeninin asıl merak ettiği, ”HDP kayyım darbesi karşısında ne yapacak?” sorusunun yanıtı nerede? Yok! Gazeteci, her şeyi “araştırmış”, bu hariç…
Gazetecilerin ve HDP’ye parti zeminleri dışından istikamet tayini derdindeki “yüksek siyaset” erbabının ne doğru soruya ne doğru yanıta ulaşabilmelerinin ortak nedeni, siyasete gayri siyasi yaklaşımları. Onlar, siyaseti sınıf mücadelesinin “cebri âla”sı değil, bir çeşit hokkabazlık, şapkadan tavşan çıkartma olarak görüyorlar. Bugün Türkiye siyasetine yüz yıllık bir hesaplaşmanın orta yerinde bir olağanüstü rejim -bir diktatörlük- inşası çabası ile buna karşı demokratik direniş arasındaki çatışma yön veriyor. Beş yıldır hiçbir yasayla sınırlanmamış bir zor ile bütün siyasi kurum ve toplumsal ilişkileri bozunmaya uğrata gelen stratejinin -“çöktürme harekatı”- asıl hedefi HDP. Bunun nedeni, HDP’nin kurulu düzenin bütün değerlerini sorgularken kısmîlik ve marjinalliğe sürüklenmekten sakınmayı ve diktatörlüğün hükmetmeyi öngördüğü bütün alan ve zeminlerde -”cumhur” ve “millet” ittifaklarının çekişme ve uzlaşmalarını aşan üçüncü kutbun -Türkiye ve Kürdistan ezilenlerinin toplumsal-tarihsel blokunun- temsilini başarabilmiş olmasıydı.
“Kayyım rejimi” bu çatışmadan doğuyor. Seçim sonuçlarını beğenmediğinde “sopa”yı eline almak 7 Haziran 2015’ten bu yana, rejimin karinesi oldu. HDP’nin paradoksu bu “sopa”yla karşılaşması değil, “bir yanda esasen kendisinin sevk ve idare etmediği, Kürdistan kentlerini yerle bir ederek ilerleyen iç çatışmadan zarar gören Kürt halkının hak ve hukukunu koruma sorumluluğu; öte yanda bu sorumluluğun hakkını vermeyi durmaksızın zorlaştıran bir siyaset şekline ve hukuki sınırlara hapsolma mecburiyeti”(*) arasına fiilen sıkışmış olmasıydı. Bu paradoks, başkanlık rejiminin ayakları altında bir canlı cesede dönüşmüş olan parlamentonun ötesinde hakiki bir güç merkezine dayanmaksızın aşılabilir miydi?
“HDP’nin kurucu paradigması bu paradoksu öngörmüş ve toplumsal hareketin dinamizm ve çeşitliliğine denk düşen paralel bir mekanizmanın, parti ile el ele, eşzamanlı ve birbirini bütünleyen bir biçimde yürüyecek bir Kongre hareketinin (HDK) inşasını öncelemişti. Ne yazık ki, HDP’nin en önemli siyasi kısıtı […] kendisini kendi eliyle içine soktuğu siyasi biçim ve mecburiyetler nedeniyle bu önceliği biteviye ihmale sürüklenmesinden kaynaklanıyor: HDP, kuruluş paradigmasını günübirlik siyasetin göreli avantajları uğruna ihmal etmenin, ülke ölçeğinde siyaset zemini iktidar eliyle bütünüyle parlamento dışına taşınırken mesaisinin çoğunu parlamenter alana hasretmenin sonuçlarıyla ister istemez yüzleşiyor.”(**)
Bu paradoks, parlamenter ezber dışında bir siyaset pratiğinden bihaber siyaset esnafını çaresiz kaldığında hokkabazlıktan, egemenin hukukuna takla attırma cambazlığından medet ummaya sevkediyor. Oysa, “sinei millet” retoriği, milletvekillerinin istifasını çoğunluğun onayına bağlayarak, muhalefetin meydan okuma ihtimalini diktatörlüğün vesayeti altına sokan Anayasa’nın 84. Maddesi karşısında boş edebiyattan ibarettir ve halkı yanıltmaktan başka bir işe yaramaz.
HDP, toplumsal mücadeleleri siyasallaştırmaya yönelik somut stratejiler öneren “20 Kasım Deklarasyonu”yla, siyasi yolculuğunu Odysseia misali, kulaklarını kötülük perilerinin hoş sedalarına tıkayarak sürdürme ve önünü kesen açmazları kurucu paradigmasına tutunarak aşma kararlılığını ilan ediyor.
(*), (**) Ertuğrul Kürkçü, “31 Mart: Rejimin kırılgan dengesini çatlatmak için istisnai bir fırsat”