Özgür Gündem Gazetesi yazarı Hüda Kaya’nın köşesinde yazdığı “Başbağlar’ın ağıtları da Kürtçe’ydi” başlıklı yazıda Başbağlar katliamını “Alevi ve sol refleks ile yaşatılan dram” olarak nitelediği sorunlu (tartışmalı) ilk yazısının toplumsal aidiyetiyetlerim (inanç-siyasal) üzerinden ben de yarattığı rahatsızlığa ilişkin yazmaktan çok kendisiyle konuşmayı tercih etmiştim. Ancak ilk yazısını pekiştiren Hür Bakıştaki” Başbağlar yazım doğru anlaşıldı mı” ikinci yazısını aynı zemine oturtması ve “” Özgür Gündemdeki yazımı “Alevilere iftira ve suçlama’ olduğunu iddia edebilmek acaba bir başörtülü ve dindar kadının yazmış olmasında ki önyargılı yaklaşımdan kaynaklanıyor olabilir mi? Sorusu bu yazıyı kalema almama neden oldu.
Kaya’nın ilk yazısında Başbağlar’da “Alevi ve solcu refleksle yaşatılan dram” sözleriyle Alevileri ve solcuları Başbağlar Katliamı ile yüzleşmeye çağırmaya kalkışması, 2 Temmuz 1993’te Sivas merkezinde Buruciye Medresesi’nde başlatılan, 15-20 bin kişinin iştiraki ile Madımak Oteli’nde insan yakmaya kadar giden 8-9 saatlik cehennemi tekrar yaşamamıza neden oldu. Hatta 95 yıldır periyodik aralıklarla yapılan Alevi katliamlarındaki gibi katledilmenin peşi sıra suçlanmalarımızı ve ithamlarımı yeniden yaşattı.
Artık lanet olsun! Bu ceberrut devletin kendisini aklamak üzere bilinçlere kazıyarak yerleştirdiği tekçilik, redcilik mikrobundan arının!
Bu ceberrut devletin esaretindeki aklınızı kurtarın!
Bilincinize kazıdığı, dilinize döküp söylettiği bu zehirli sözlerden kurtulun!
Bunun için kendinizle yüzleşin!
Bütün bunları haykırasım geliyor.
Bu yazıyı haykırış olarak alın, açın gözlerinizi görün, açın kulaklarınızı duyun ve içinizdeki vicdanın sesini dilinize dökün lütfen…
Sivas katliamı; geçenlerde Ankara’da tesadüfen bir kafede yan masada oturduğunu farkettiğim ve suratına “eli kanlı katil toplum arasında böyle rahat oturamazsın” diye haykırdığım, “Madımak’taki, Gazi’deki, Ümraniye’deki, Maraş’taki canların katili sensin, sizsiniz” diye tartıştığım eli kanlı katil Veli Küçük’ ün Teröristlerin o otelde ne işi vardı” diye savunduğu, “Türk ulusunun bölünmez bütünlüğü ve varlığını korumak” safsatasıyla yutturulan tekleştirme katliamıydı..
Bu safsatayla katletmek için 15-20 bin kişi sokaklara dökülmüş ama izleyerek ama taş atarak ama darp ederek ama kibrit çakarak katliamın bir figuranı olmuştu!
Yüzleşme mi! Evet, bunları çağıralım hep beraber ama önce bu ceberrut devleti! Katliamı organize eden, sanıkları koruyan ve kollayan bu ceberrut devlet hakikati ortaya döksün. Döksün ki insanlar nerelerde ne için, kimlerin saltanatları için kullanıldıklarını görsünler ki vicdanları dara çeksinler, kendileriyle yüzleşebilsinler.
Tekçilik üzerine kurulmuş devlet ve devletin aklına göre Sivas’a, Pir Sultan’o anmaya gelenler teröristti. Çünkü bu ceberrut devletin tekçi anlayışının tariflediği inançsal, etnik, düşünsel kimliğin dışındaydılar ve katledilmeli hızaya çekilmeliydi!
Katliam sonrası ülkenin bir kısmını kavuran acı, yakılan ağıtlar, oluşan tepkileri öfkeyi bastırmak üzere aynı karanlık akıl, aynı kanlı el Başbağlar’da köylüleri katlederek “Alevilerin, solcuların” kısasa kısas “Başbağlar katliamını” yaptığı algısını oluşturmaya çalıştı ki, bugün hala birileri tarafından “Yüzleşmeye” davet edildiğimize göre derin devlet aklı, oyunu kısmen başarılı da olmuş !
21 yıldır her “Madımak” deyişimizde lafı ağzımıza, acıyı yüreğimize tıkırcasına “Ama Başbağlar” diyenler, devletin bu karanlık zihniyetinden beslenenler ve besleyenler, karanlık katliamcı zihniyetinin yaşamasına neden olan, devlet aklına tartışmasız teslim olmuş ve bu tekçi egemen üstün ırk aklının dışında aklı kabul etmeyenlerdir.
Hüda Kaya, kastını aşarak ele aldığı yazısının son iki paragrafında Alevileri ve solcuları suçlamaktadır. Yanlış kullandığı kelimeler ya da o yanlışlıkla kurduğu cümlelerin neden olduğunu, devlet aklının sarmalının içinden çıkmak için çabaladığını ama henüz başaramadığını düşünmek istiyorum. Niyeti ne olursa olsun niyetinden bagımsız bu yazılardaki yaklaşımıyla, bu haliyle son derece sorunludur.
Çünkü bu yazılarıyla katliamları gerçekleştiren, tetiği çeken karanlık elin silahı bizim önümüze atılmış durumdadır. Yani devletin işlediği suç Alevi ve solculara mal edilen bir anlam yüklenmiştir.
Devletin karanlık aklının gölgesinde acıları anlamaya çalışmak ve destek olmaya çalışırken acıları kıyaslamak, acıları yarıştırmak “Sizin acınız var, haklısınız büyük acı ama…. Başbağlar’da var. Madımak’a çok ağladınız, Başbağlar’a ağlamadınız. Hadi yüzleşin!” demek, devletin pis işlerinin, kanlı ellerinin işlediği suçun Alevilere, solculara havale edilmesi anlamını taşımaktadır.
Kaldı ki Aleviler de, solcular da Başbağlar katliamını da lanetlemiştir. Başbağlar için yapılan hiç bir anmayı sabote etme girişiminde bulunmamıştır. Sadece acıların ortak zeminde mücadelesi verilememiştir. Bunun da baş müssebbibi yine halkları kutuplaştıran düşmanlaştırmaya çalışan devletin kendisiyken katliamı yapan devleti yüzleşmeye çağırmak, gerçeği açığa çıkarmasında ısrarcı olmak gerekirdi. Benzer acıyı diğer kıyıda yaşamış, tum unutun baskılarına rağmen unutmayıp peşinden gidenlerden değil !
Haksızlıkta ısrar etmek de hak gasbıdır.
Günlerdir “Hüda Kaya’ya incindik” diyoruz. “İtham ediyorsun, haksızlık ediyorsun!” diyoruz. Gösterdiğimiz tepkilerin başörtüsünden dolayı yapıldığını öne sürerek burada da haksızlık yapmaya devam etmektedir. Bunu düşünmek bile Alevilere, solculara haksızlıktır…
Başörtüsünü çözümsüz sorun haline getiren ve bu sorunludan beslenen mütedeyn insanların desteklediği Kemalist zeminden beslenen partiler ve hükümetler olmuştur sadece.
Ne Aleviler ne solcular bu zeminden siyaset üretip beslenme alanı açmamıştır çünkü.. Aleviler de, solcularda Hüda Kaya’nın o yazıları başörtüsüyle değil, aklıyla yazdığını bilecek kadar zeki ve şekilci değildir. Bizleri itham ediyorken yapılan haksızlığı , suçlamayı reddetme hakkına sahibiz.
Herkesin yazı yazma hakkı vardır. Beğenmediğimiz katılmadığımız onlarca yazı okuyoruz hergün. Ama kimsenin bir toplumu suçlama, zan altında bırakma, itham etme hakkı da yoktur. İtirazın kendisi tam da bunadır.
Başörtüsüne sarılarak bir suçlamayı dayatmak, o fikirde ısrarcı olmayı egemen aklın kendini dayatması olarak karşımıza yine çıkıyor maalesef ki!
Ötekini anlamak için içimizde uzun keşiflere, yolculuklara çıkmalıyız. Ötekinin aklıyla düşünmeyi, ötekinin gözüyle bakmayı, ötekinin duygusunu gönül gözümüzle gördüğümüz gün kurduğumuz cümleler kimsenin canını acıtmayacak, kanatmayacaktır..