Halit elçi yazdı
Yerel seçimler sonrasında, önceden planlandığı gibi “HDK/HDP’yi nasıl daha geniş toplumsal dinamiklerle ve Gezi İsyanında açığa çıkan özgürlükçü enerjiyle buluşturabiliriz?” sorusunu hiç tartışamadan, başka bir konuyu tartışmaya başladık. BDP’nin Fırat’ın batısındaki örgütlülüğünü dağıtarak HDP’ye katılma kararı verdiğini öğrendik ve şimdi yüzbinlerce kişilik BDP kitlesini, “sadece bir seçim partisi” olarak kurulan HDP kabuğuna nasıl sığdıracağımızı düşünüyoruz kara kara.
Şu sorunun üzerinden atlanamaz: “HDK’nin ve HDP’nin yapısını toptan ve köklü biçimde değiştirecek olan bu ‘katılma’ kararı alınırken, HDK/HDP’deki (bileşen örgüt ve birey) ortaklara usulen de olsa sormak gerekmez miydi?”
Bazı dostlarımız “gerekmez” diyor. Eğer meseleye “salt hukuk” açısından bakarsak elhak doğru! Ama meseleye siyasetten, güç ilişkileri açısından, hayatın gerçeklerinin penceresinden baktığımızda durum bambaşkadır. Unutmayalım ki, BDP diğer tüm bileşenlerin toplamından kat be kat büyük bir güçtür. Dolayısıyla “herhangi bir bileşen” değildir. Herhangi bir bileşenin böyle bir karar vermesi halinde HDK/HDP üzerinde yaratacağı etkiden yüz kat fazla bir etki yaratır.
BDP’nin aldığı HDP’ye katılma kararı, gerçekte son derece cesurca atılmış iyi niyetli bir adım. Batıdaki demokrasi güçlerini tek bir “organik” örgütte toplamak, Kürt halk hareketi kitlesiyle sosyalist ve demokratik güçlerin karşılıklı etkileşimini en üst düzeye çıkarmak gibi niyetler bu kararın alınmasında rol oynamış görünüyor.
Öyle de yapsak, böyle de yapsak her halükarda HDK/HDP’ye saldıracak olan ulusalcılar ve ulusalcılığın etkisindeki solcuların eleştirilerini kategori dışı bırakırsak, itirazların büyük bölümü, Kürt ulusal hareketi içinde yer alan liberaller ve “ilkel” milliyetçilerden geliyor. Büyük ölçüde örtüşen bu iki kesim Türkiyeli solcular/sosyalistlerle, “Türklerle” yakın ilişki kurulmasını istemiyor. Bu, anlaşılır bir şeydir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bu itirazları ve doğan/doğacak olan iç gerilimleri göğüsleyerek bu adımı atması, takdire şayandır.
Her şeyden önce bir eylemin iyi niyetle yapılmış olması, onun her zaman doğru olacağı anlamına gelmez. Daha önemlisi, Kürt siyasi hareketinin “iyi niyet”inin de kendi toplumsal ve programatik zemini çerçevesinde düşünülmesi gerektiğini göz ardı edemeyiz.
Kürt halkı, çok büyük bedeller ödeyerek yürüttükleri bir mücadeleyle “ulusal” taleplerini elde etmeye göre kendisini konumlandırmıştır. Her ne kadar emekçi tabanlı bir hareket olsa da, her ne kadar kendisini sosyalizm zemininde tanımlasa da, toplumsal ilişkilerde güçlü devrimci ve özgürlükçü dönüşümleri gerçekleştirmekte olsa da, Kürt Halk Hareketi son tahlilde “ulusal” karakterlidir; tüm ulusal güçleri kapsayan bir ittifaklar zeminine dayanır. Ve bu gerçeklik ister istemez Kürt siyasi hareketinin güncel politikalarına yansımaktadır.
Nitekim, Kürt hareketinin en büyük bileşenini ve açıkçası sürükleyici gücünü oluşturduğu HDK/HDP’nin, örneğin Suriye’ye dış/emperyalist müdahaleye ve oradaki Alevi katliamlarına karşı somut bir adım atamamasında, örneğin Gezi İsyanının ilk 15 gününde kararsız kalmasında, örneğin AKP’nin yolsuzlukları ortalığa saçıldığında aktif bir teşhir ve istifaya zorlama politikası yürütememesinde, işte Kürt hareketinin o ulusal hedefleri gözetme kaygısının büyük etkisi olduğunu görüyoruz.
Keza Kürt Özgürlük Hareketi’nin Marksizmle kurduğu eleştirel ilişkide ve post-Marksist ideologların geliştirdiği “radikal demokrasi” anlayışını savunmasında da Kürt halk hareketinin toplumsal (ulusal ittifaklar) zemininin ve mücadele hedeflerinin etkisi, belirleyici önemdedir.
Kuşkusuz bu durum, enternasyonalist sosyalistler olarak Kürt hareketinin meşruiyetinden kuşku duymamıza, onun – örnek aldığımız ve dersler çıkardığımız- devrimci dönüşümlerini göz ardı etmemize, dayanışma ve ortak mücadele çizgimizde tereddüt etmemize asla yol açmaz.
Ama aynı zamanda ortak demokrasi mücadelesi zemininde radikal demokrasi yerine, devrimci-demokrasi çizgisini savunmak, komünizm hedefli programımız doğrultusunda bağımsız örgütlenme ve mücadele yürütmek konusunda ikircimsiz tutumumuzu sürdüreceğiz.
Kürt halkının mücadelesiyle işçi ve emekçilerin, kadınların, doğa ve yaşam savunucuların, gençlerin, tüm ezilenlerin lgbti bireylerin mücadelesini meclisler temelinde birleştirmeyi hedefleyen, egemenlerin iki kanadı karşısında üçüncü cepheyi yaratmaya çalışan HDK ve HDP büyük bir kazanımdır. HDK/HDP’nin, Gezi İsyanının özgürlükçü enerjisini içerecek şekilde yeniden yapılandırılması öncelikli görevimiz olmalıdır.
BDP’nin tüm vekilleriyle ve (batıda) bağımsız örgütlülüğüne son vererek HDP’ye katılması, niyetten bağımsız olarak, HDK/HDP’de kurulan dengelerin ve hukukun dağılmasına yol açacak, Gezi İsyanı kitlesine doğru yapılması gereken açılımı da zora sokacaktır. Yapılması gereken, HDP’yi, bileşen örgütlerin -BDP dahil- bağımsız örgütlenme ve siyaset yapma hakkını korudukları ama genişleyen ve derinleşen bir demokrasi mücadelesini birlikte yürüttükleri konfederatif bir parti olarak tanımlayıp o temelde yeniden kurmaktır.