Kadir Akın yazdı
30 Mart seçimlerine iki aydan az bir zaman kaldı. Seçimlerin yerel seçim olmasının ötesinde rejim krizine kapının aralandığı bir momentte yapılıyor olması nedeniyle önemi büyük ve herkes bunun farkında. Türkiye’nin gelecek yıllarının nasıl şekilleneceği; sermayenin hem uluslararası ilişki ve çelişkilerine, hem de kendi içindeki hegemonya mücadelesine bağlı olduğu kadar, toplumsal muhalefetin gücü nispetinde bu oyunda aldığı yere de bağlı olarak belirlenecek.
AKP, bir rejim krizi sonrası yeni gelişen sermaye sınıfının partisi olarak kendinden önce gelen DP, AP, ANAP gibi konjonktürün ihtiyaçlarına göre kurulurken, aynı zamanda Ortadoğu’da siyasal İslam’ı seçenek kılan bir anlayışın ürünü olarak da siyaset sahnesinde yerini almıştı. Şimdi konjonktürün değişmesiyle birlikte AKP’nin de bu haliyle selefleri gibi miyadını doldurduğunu görmekteyiz. R.T. Erdoğan’ın başta dış politika olmak üzere yaptığı bir dizi hata, Haziran İsyanını bastırmada kullandığı şiddet, bölgede çıkarları olan güçlerin çıkarlarını riske soktuğu için “örnek lider” unvanının da elinden gitmesine neden oldu. Dolayısıyla AKP’nin de, T. Erdoğan’ın da işi çok zor.
İki halkın mücadele birliğinden de öte bir kuvveti arkasına biriktiren HDK-HDP, sistem dışına çıkma imkânlarını içinde taşıyan bir seçeneğin yaratılması görevi ile karşı karşıya. AKP koalisyonunun çatırdaması; Milli Görüş ve Cemaat sermayesi dahil kavganın her düzlemde bütün hızıyla sürüyor olması, kendisini AKP ve CHP dışında üçüncü bir seçenek olarak tarifleyen HDP’ye tarihi bir fırsat sunuyor.
Kendisini CHP’ye yedekleyenleri ve bu birliktelik dışında kalan az sayıda kimi sol çevreleri saymazsak, geniş bir cephenin HDP adıyla sahaya çıktığını söyleyebiliriz. HDK bütün zaaflarına karşın şu anda ezilenlerin, emekçilerin, demokrasi güçlerinin yegâne örgütü olma özelliğini korumaktadır. Hitap alanının genişliği ve iki yılı aşkındır yan yana durarak geliştirdiği kültür ile HDP sadece yerel seçimlere değil, Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve arkasından gelecek -ya da Cumhurbaşkanlığı seçimi ile birleştirilecek-parlamento seçimlerini de hesaba katan bir perspektifle hazırlığını sürdürmektedir. Özellikle İstanbul’da Taksim İsyanının rüzgarını arkasına alması da önemli olacaktır.
HDK-HDP iki yılı aşkındır sürdürdüğü yürüyüşünü koşuya dönüştürebilecek mi? Bunun cevabını tümüyle olmasa da bir kısmıyla 30 Mart gecesi alacağız. Yaşanan alt üst oluşla bereber, AKP’nin “çözüm süreci”nde muhatap olmaktan çıkması ihtimali karşısında “muhtemel” muhataplarla yapılan kimi görüşmelerin ve Sırrı Süreyya Önder’in kesin adaylığının geç açıklanmasının ciddi bir zaman kaybı yarattığı biliniyor. Dolayısıyla iki aylık zaman dilimi ve sonrasına ilişkin HDP’nin performansına, HDK’nin oluşumundaki gibi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin aktüaliteye ilişkin açıklamalarının önemli etkide bulunacağını da söylemeliyiz. HDK-HDP, AKP’ye ve onun neo-liberal politikalarına karşı başından beri etkili bir mücadele içinde olurken, Kürt sorununun çözümündeki samimiyetsiz ve niyetsiz tutumunu deşifre etmekten de asla vazgeçmedi.
Bugün gelinen noktada; devletin bütün kurumlarının güvenirliliğinin kitleler nezdinde yitip gitmesine tanık olurken, bu durumun yarattığı imkânları görmezden gelemeyiz. HDP için siyasi gerçekleri açıklama kampanyası için bundan daha uygun koşullar bulunamaz her halde! Bir koalisyon olarak bütün uygulamaları Cemaat’le birlikte kotaran AKP önderliği, şimdi ortalığa saçılanı halının altına süpürmek ve tüm günahları Cemaat’in boynuna takarak kendisini aklama çabası içindedir.
Balyoz davasına temel teşkil eden hard diskin, dün buna onay veren kurum tarafından bugün “sahte” olarak nitelenmesi, işin geldiği noktayı göstermesi bakımından çarpıcı olduğu kadar, Özel Yetkili Mahkemeler tarafından açılmış, KCK dahil bütün davaların masa başında kurgulanmış olduğunun da bir kanıtıdır. Dolayısıyla AKP’nin bu kadar sıkıştığı noktada, bugüne kadarki oyalamalarına ve sahtekarlıklarına karşın; Hükümet’ten demokratikleşme paketlerinin içini doldurulmasını, yani seçim yasasının düzenlenmesini, barajın ortadan kaldırılmasını, Kürt sorununu çözümünde adım atmasını istemek ve bunu derhal yapmasını talep etmek doğru olanıdır. HDP seçim süreci boyunca bu taleplerin takipçisi olmalıdır.
Ortalığa saçılan yolsuzluk ve rüşvet davalarının üstünü örtmeye çalışan AKP’nin “paralel devlet” ya da darbe söylemine asla itibar edilmemeli, bir yandan “çözüm-müzakere” söylemiyle oyalama içindeyken, bugün artık MİT tarafından işlendiği tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilen Paris suikastlerinin hesabı sorulmalıdır. Yine Ocak başında Genel Kurmay Askeri Mahkemesi tarafından “kaçınılmaz katliam” diye geçiştirilmeye çalışılan Roboski katliamının faillerinin yargı önüne çıkartılması da HDP’nin temel taleplerinden olmalıdır.
Kürt illerinde BDP kazanımlarını korur ve büyütürken batıda HDP üçüncü seçenek olma iddisıyla ve “Batı”ya ait diliyle geleceği kazanma yürüyüşünü koşuya çevirebilir ve ezilenlerin, emekçilerin, yok sayılanların umudu haline gelebilir. Şimdi hemen her yerde HDP faaliyetleri içine girme ve sorumluluk yüklenme zamanıdır. Şimdi HDP zamanıdır.