SEÇTİKLERİMİZ – HDP’nin Denizli 1. sıra milletvekili adayı Şerife Yıldırım, ÖzgürDenizli’ye konuştu: “Tüm ezilenlerin, dışlananların, ötekileştirilenlerin partisi HDP. İşçilerin, halkların, ekolojistlerin, kadınların, LGBTİ’lerin, Alevilerin, her türlü yok sayılanların partisi HDP. Doğadan, emekten, halklardan, kadınlardan yana tek parti HDP.”
Halkların Demokratik Partisi'nin Denizli 1. sıra milletvekili adayı Şerife Yıldırım, Özgür Denizli'den Mehmet Zencir'in sorularını yanıtladı;
Sayın Yıldırım kendinizi tanıtır mısınız?
Sekiz yıldır Denizli’de yaşıyorum. Aslen Malatya’lıyım. İstanbul’da psikoloji bölümünde okuyan bir kızım var. Uzun süre İstanbul’da sınıf öğretmeni olarak çalıştım. Bu arada eğitim fakültesi yanında sosyoloji fakültesini de bitirdim. 25 yıllık sınıf öğretmenliği sonrası 2015 yılı Aralık ayında emekli oldum. KESK-Eğitim Sen üyesiyim. Son üç yıldır HDK-Kadın meclisinde aktif olarak çalışıyorum.
Neden milletvekili aday oldunuz?
Her şeyden önce bir kadınım. Kadınların yok sayıldığı bu ülkede, kadınların siyasete aktif katılımın gerekliliğine hep inandım. Demokrasinin de yoğun saldırı altında olduğu günümüzde her demokrat, her muhalif elini taşın altına koymalı diye düşünüyorum. Adaylığım şahsi değil, yakın çevrem ve kentsel muhalefetin kolektif adayıyım.
Neden HDP?
HDP kadın partisi… Cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi ve özgürlükçü, demokrasiyi tabana yayan tek parti HDP. Tüm ezilenlerin, dışlananların, ötekileştirilenlerin partisi HDP. İşçilerin, halkların, ekolojistlerin, kadınların, LGBTİ’lerin, Alevilerin, her türlü yok sayılanların partisi HDP. Doğadan, emekten, halklardan, kadınlardan yana tek parti HDP. Seçime giren partiler iki ittifak kurmuş durumda. Birincisi Cumhur İttifakı, tamamen faşizmi kurumsallaştırmaya yönelik bir ittifak. İkincisi de HDP’yi dışarıda tutarak demokrasi konusunda baştan yaralanmış Millet İttifakı. Ülkenin gerçek sorunlarını görmezden gelen ya da ciddi programatik öneriler koyamayan partiler ve ittifaklar. Cumhur İttifakı, reformlar adı altında tüm toplumsal kaynakları satan, IMF’nin acı reçetesini uygulayan ve ülkenin her açıdan bağımlı hale gelmesine aracılık etmiş, son üç yıldır da Kürt halkına karşı ciddi şiddet uygulamış, demokrasiyi rafa kaldırmış bir ittifak. Aslında işçiden, halklardan, ötekileştirilenlerden ve demokrasiden yana tek seçenek HDP.
Sizce Türkiye’nin en öncelikli sorunları nelerdir?
Türkiye çok boyutlu bir kriz yaşıyor: İktisadi, siyasal, sosyal. Ekolojik krizi de bunlara ekleyebiliriz. Her anlamda iflasa doğru koşar adım gidiyoruz.
Siyasal kriz, hem içerde hem dışarda kendini gösteriyor. Dış siyasette tamamen iflas etmiş durumdayız. Ortadoğu, Suriye, AB vb. her türlü dış siyasette itibar kaybederek sürekli yanlışlar yapıyoruz. Dostu kalmamış bir ülke konumundayız. İçerde OHAL ve KHK’larla daha da görünür hale gelen yönetme krizi yaşıyoruz. Toplumun her kesiminden yükselen ses, baskı ve şiddet politikaları ile susturulmaya çalışılıyor. Eşit yurttaşlık ve demokratik ulus için ayağa kalkan Kürt halkı; deresine, doğasına sahip çıkan Anadolu’nun tüm halkları; siyasallaşmış İslam ile cendereye alınmaya isyan eden laikler, özgürlükçü laikler; eve hapsedilmeye ve evinin kadını olmaya isyan eden kadınlar; cinsel yönelimlerinin yok sayılmasına itiraz eden, varım diyen LGBTİ’ler… Derin sömürü ve emek yağması nedeniyle her gün 6 arkadaşını iş cinayetlerine kurban veren (veya “cinayetlerinde kaybeden”), isyan eden işçiler… Özetle tekçi zihniyete ve sömürüye itiraz edenler, başka bir dünya mümkün diyenler, bunu Gezi’de, 7 Haziran’da ve 16 Nisan’da hayır diyerek yaşamaya geçiren “BİZ’ler” diyoruz ki; bizi böyle yönetemezsiniz, her türlü pranganıza itiraz ediyoruz.
İktisadi kriz demiştiniz? Bu başlıkta neler söylemek istersiniz?
Pahalılık ve yoksullaşma bunun en önemli belirtisi. 2018 yılı içinde %20 yoksullaştık. Elimizde zaten olmayan para eridi gitti. 15-20 gündür yaptığımız seçim çalışmasında en çok gündeme gelen konu bu. Pazar çalışmalarımızda da gördük ki insanlar pazar arabalarını 50 TL’ye doldururken, şimdi 100-150 TL’ye ancak bunu yapabiliyorlar. Gerçekten de artık “pazar arabalarımızın yarısı boş” deniyor. Pahalılığa çare kimse, o gelsin diyor halk. Marketler, artan pahalılığın göstergesi. Temel besin kaynakları olan peynir, yoğurt, süt, yumurta, et, şeker vb. ürünler el yakıyor. Üstelik yediğimiz yiyeceklerin ne olduğunu da bilmiyoruz. Aldığımız gıdaya güvenemiyoruz diyor halk. İşsizlik de iktisadi krizin bir parçası. Gençlerimizin çoğu işsiz. Üniversite okuyup bitirmek, iş bulmaya yetmiyor. Pazar yerleri, inşaatlar üniversiteli işsizler ile dolu. İşkur’un kapısı da keza… İş bulabilenler de tamamen güvencesiz çalışma koşulları altında çalışıyor. Taşeronluk genel kural haline gelmiş durumda. Şimdi de kiralık işçilik yaygınlaşıyor. Tek bir işte karnımızı doyurduğumuz günler çok uzaklarda kaldı. Bulduğumuz işten bile para kazanan “Özel İstihdam Büroları” devreye girdi. Ücretler çok çok düşük. Asgari ücret olan 1600 TL’yi alabilenler kendini şanslı hissediyor. Uzun çalışma saatleri, tatil günlerinde dahi çalışma. Ekonomik gerekçelerle alınmayan işçi sağlığı ve iş güvenliği nedeniyle yaşamını yitiren işçiler. AKP döneminde 21 bin işçi iş(çi) cinayeti nedeniyle yaşamını yitirmiş. Çalışma rejiminde de bir savaş yaşanıyor… Keza çocuk işçiliği de yaygınlaşıyor. Eğitimine devam etsin diye çabaladığımız çocuklarımız, eve ekonomik katkı sağlamak için çalışmaya başladılar. Birçoğu da çalıştıkları için okulları terk eder haldeler. Çalışma yaşamında yaşanan savaş, kendini intiharlarla da gösteriyor. İşsizlik ve ekonomik nedenlerle olan intiharlar ikiye katlanmış durumda.
İktisadi krizi besleyen iki şey var; savaş ve israf. Savaşa ayrılan bütçe ciddi yekun tutuyor. Demokratik yollarla çözüm arama yerine savaştan medet umma bu ülkenin gençlerini toprağa gömerken, çalışırken güvencesizleştirmenin ve hayat pahalılığının da önemli bir nedeni olmuştur. Savaş bütçesi; artan payı eğitime, sağlığa bütçe ayrılmasını zora sokuyor, imkânsız hale getiriyor. Keza israf. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan, Bakanlar ve AKP’li belediye başkanları tamamen israf içindeler. Ülkenin kaynaklarını çarçur edip, siyasi emelleri için harcıyorlar.
Tabii iktisadi krizin altında yatan neo-liberal politikaları da unutmamak gerek. Krizi bir avuç patron fırsata çevirmiş, AKP döneminin yeni patroncukları da buraya dahil olmuştur. Kriz yeni zenginler türetmiştir. Buna karşılık iktisadi krizin çilesini işçiler ve halklar çekmektedir. Bu iktidarlar, IMF patentli programlar devam ederse çok zorlu bir kemer sıkma dönemi bizleri bekliyor.
Çoklu kriz içinde sosyal bileşenden de bahsetmiştiniz. Krizin sosyal veçheleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Toplumsal kutuplaşmalardan başlayabiliriz. Gelir uçurumu şeklinde ekonomik yönüyle ortaya çıkan iki farklı yaşam şekli. Her gün televizyonda yaşadığımız dizilerde dahi görüyoruz. Bir yanda büyük şatafat ve israf içinde bir yaşam, öte yanda sefalete dönmüş, sadece çalışan ve televizyon dışında sosyal hayatı ortadan kalkmış geniş halk kitleleri. Gelir uçurumu aynı zamanda ciddi bir öfkeye de neden oluyor.
Toplumsal kutuplaşma, birçok sosyal olayda da karşımıza çıkıyor. Suriyeliler-yerli halk… Suriyelileri suçlayan, tüm olumsuzlukları onlara bağlayan, nefrete dönmüş bir öfke var. Politikacıların örnek gösterirken verdikleri örnekler, bu öfkeyi daha da büyütüyor. Dünün “Pis Kürd”ü, bugün “pis Suriyeli”ye dönmüştür. Türban takanlar-mini etek giyenler. Özellikle kadınlar üzerinden eril zihniyet ile yürütülen politikalar erkek egemen toplumda zaten yok sayılan kadınları farklı giyim tarzları ve inançları nedeniyle kutuplaştırmaya zorlamaktadır. Laikler-laik olmayanlar… Sünniler-Aleviler… Son dönem bunlara bir de milli ve yerli olanlar ile diğerleri şeklinde bir kutuplaşma dahil edildi. AKP’li olanlar, AKP’nin politikasını savunanlar toplumda baskın bir üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanından muhtarına, sokaktaki bireyine kadar her AKP’li, sadece kendilerini bu ülkenin has vatandaşları olarak görmeye başladılar. Bu ülkeyi tek onlar düşünüyorlar, milli ve yerli olan onlar, hemen her konuda. Diğerleri ise ülkenin altına dinamit sokmaya çalışan, kökü dışarıda komplocu kişiler, sözde vatandaşlar…Büyük kibirlilik ve küstahlık söz konusu. Bu yaklaşım toplumsal kutuplaşmayı daha da körüklemiş durumda. Seçim çalışmalarımızda toplumun bir kısmı broşürümüzü bile almamakta, yere atmakta, bir kısmı ise değiştirelim diye sorduğumuzda “sadece değiştirmek yetmez, bunlardan hesap sorulmalı, bunları asmalı”ya kadar giden bir duygu halindeler. Toplum içinde nefret duygusu artmış durumda. Biz HDP olarak bununla da baş etmeye çalışıyoruz. Kutuplaşmış, artık bir arada yaşayamaz hale gelmiş, birbirini yok sayan, en ufak güncel olaylarda bile şiddetin ortaya çıktığı bu toplumsal çürüme, mevcut politikalarla daha da körükleniyor. HDP; çoğulcu, çok kültürlü, toplumun siyasete daha fazla katılabildiği, herkesin eşit yurttaş olarak görüldüğü, özgürlüklerin önemli olduğu zemini güçlendiren programıyla, toplumsal kutuplaşmaların panzehiri, tek çaresi…
Sosyal krizin yansıması olaylarına örnek olarak, artan şiddet olaylarını, uyuşturucu kullanımını ve giderek artan intiharları verebiliriz. Gününü yaşayamayan, geleceğini göremeyen insanlar çareyi birçok olumsuz girişimde arıyor. Çocuk istismarı, kadın cinayetleri de sosyal krizin emareleri olarak da okunmalıdır. OHAL dönemi ile haksız, hukuksuz, keyfi birçok işten çıkarmalar, ihraçlar, malına-mülküne el koymalar, damgalamalar, tüm olumsuzlukların müsebbibi olarak gösterilmeler de sosyal krizi daha da derinleştirmiştir.
Eğitimci, Eğitim-Sen üyesisiniz. Eğitimde yaşananlar hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
O kadar açık ki eğitimde yapılanlar. Tamamen yap-boz tahtasına dönmüş durumda. Her Bakan geldiğinde yeni bir programa geçiyoruz, her şey değişiyor. Kitaplar, sınavlar, puanlar vb. değişiyor. Hatta aynı Bakanlık döneminde bile birbiriyle çelişkili programlar devreye sokuluyor. Eğitim, emin ellerde değil. Dershaneler; yeni hali ile temel liselere, etüt merkezlerine, bilmem ne evi vb. sözde eğitim kurumu, özünde işyerine-işletmeye dönmüş kurumlar. Aileler gelirlerinin önemli bir kısmını eğitime yatırır hale geldiler. Anaokulundan üniversiteye, üniversite sonrası master programlarına, sertifika programlarına… Her şey eğitim için, aileler ciddi külfet içinde. Ya elde edilen! Büyük bir hiç! İşsiz kalan geniş bir kitle…
Piyasaya açılan eğitim kurumlarını unutmamalıyız. Denizli’ye bir bakın, her taraf özel okullarla dolmuş durumda. Devlet destekli kurulan bu özel okullar, aileler için umudun yeniden yeşertilmesi olmuş durumda. Zaten her gün eriyen paralarının önemli bir kısmını da bu özel okullara ayırıyorlar. Dışardan umut olan bu özel okullar da ne yazık ki içler acısı durumda. Deneyimsiz, stajyer, yeni mezun öğretmenlerin ucuz emeği ve uzun çalışma süreleri ile bir avuç yeni sermaye gruplarına para kazandırma merkezleri. Çocukları sadece yarış atı olarak gören, aynı konularda sürekli yeni testler ve test kitapları ile düşünemez kılınan öğrenciler…
Eğitimin içeriği ve özellikle imam hatip liselerine de mutlaka yer vermeliyiz. Yeni yerleştirme koşulları ile adı bilinen, iyi okul olarak anılan sınırlı sayıda kamuya ait Fen Lisesi ve Anadolu Lisesi’ne giriş için yarış sürüyor. LGS sınavı bunun için. Ya bu okula giremeyenler ne olacak. Yaşadıkları mahalledeki okullar için tercih yapacaklar. Tercih yapılacak beş okuldan ikisi mantar gibi biten İmam Hatip Liseleri. Veliler için cazip olmayan ve birçok teşvik-bursa rağmen öğrenci kontenjanlarını dolduramayan İmam Hatip Liselerinin her gün yeni birisinin yapılması da bu işin arkasında siyasal İslam politikalarının olduğunu gösteriyor. Dini siyasete alet eden AKP iktidarı dindar ve kindar nesiller-gençlik yetiştirmek üzere tüm olanaklarını seferber ediyor. Eğitimin içeriği de bunu gözler önüne sermeye yeter. Çocuklarımızla kısa süre konuştuğumuzda, öğretmenlerle konuştuğumuzda milliyetçi, şoven, ırkçılaşmaya yönelik eğilimin her geçen gün arttığını söyleyecektir. Değerler eğitimi adı altında din ve AKP’nin ahlak anlayışını dayatan derslerin ağırlığı artarken, temel demokrasi ve insan hakları, dinler felsefesi ve diğer dinler, mezhepler neredeyse yok diyebiliriz. Çocuklarımızı kültür-sanat ve sportif yönden destekleyecek olan derslerin sınırlandığını, sınav dönemleri yaklaştıkça da bu derslerin matematik, fen bilgisi vb. dersler ile doldurulduğunu herkes biliyor.
Önemli bir konu da artık tekçi zihniyetin dayatması olan tek dilli eğitim anlayışıdır. Türkiye’nin bir halklar mozaiği olduğu gerçekliği ile çok kültürlü bir toplumuz. Çok sayıda dil, evlerimizde ve sosyal yaşam ortamlarımızda kullanılmaktadır. Halkların kendi anadilleri ve kültürlerini öğrenmesi ve öğretmesi kolektif haklar kapsamında insan hakları sözleşmelerinde kabul edilmiş durumda. Buna karşın devlet hiç bir zaman bu hakka sıcak bakmamış, halka zorunlu Türkçe eğitimi dayatmıştır. Nerdeyse ilkokula başlayana kadar başka dil duymamış milyonlarca çocuk, büyük bir şok yaşamakta. Kendi dilinin değersiz olduğu yaklaşımı ile militarist okullarda karşı karşıya kalıyor. Tanınmayan bu kolektif hakkın yaşama geçirilmesi için Kürt illerinde kurulan eğitim evleri, kayyum belediye başkanları tarafından kapattırılan ilk yerler olmuştur. Halkın iradesi bir kez daha anadilinde eğitim üzerinden ablukaya alınmıştır.
Benzer durumu din eğitimi ve kültürel değerler için de söyleyebiliriz. Farklı din ve mezhebe sahip Türkiye vatandaşları yok sayılmakta, buna yönelik kültürel değerlerin korunması ve geliştirilmesi için olanaklar sağlanmamakta, bu konulara eğitim programında yer verilmemektedir. Yok sayılan halkların yanında Türkiye’nin halklarının da kültürel değerler konusunda birbirlerini tanımamasına ve zengin bir coğrafyaya da daralmış bir zihniyetin yerleşmesine de yol açıyor.
Çağımızın gereği olması gereken; düşünen, eleştirel bakan, çok dilli, çok kültürlü, anadilinde, temel demokrasi değerlerini ve vicdanı geliştiren, kamusal bir eğitim anlayışı ne yazık ki düşlerde kaldı. AKP ve benzeri iktidarlarda, çağdaş bir eğitim mümkün değil. Eğitimin demokratikleştirilmesi ve piyasadan kurtarılması için çare HDP.
Denizli yereli için ekleyeceğiniz sorunlar var mı?
Denizli’de, özellikle HDP’li seçmenlerin yaşadığı bazı yerleşim yerlerinde (örneğin Hallaçlar ve Kayhan mahallesi 1000 Evler çevresi) alt yapı eksikliklerinin giderilmemesi ve buralara bilinçli olarak hizmet verilmemesi. Ayrıca genel olarak şehrin ana arterlerinde bitmek bilmeyen alt yapı ve yol yapım çalışmalarından kaynaklı trafik sorunları. Ekoloji sorunu olarak Menderes nehrindeki balık ölümleri… Tekstil alanındaki sorunlar, işsizlik…
Milletvekili olduğunuzda nasıl bir çalışma yürüteceksiniz, hangi konulara yoğunlaşacaksınız?
Özellikle önce şunu söyleyeyim. Ankara’da, TBMM salon ve koridorlarında değil halkın içinde siyaset yapacağım. Siyasetçi ile halk arasında açılan makası kapatıp, siyaseti gerçek sahibi olan halka yeniden devretmeye yönelik bir çalışma tarzı sergileyeceğim. Halkla birlikte düşünüp, halkla birlikte karar alacağım. Sadece ben değil HDP’nin tümü, mevcut milletvekilleri ve yöneticileri zaten halkın içinde. Bu tarz siyasete devam edeceğim.
Denizli başta olmak üzere, sorun olan her ilde olacağım. Sorunlar neredeyse “BİZ’ler”, HDP orada olacak.
Tabii ki kadın ve eğitim iki temel çalışma alanım olacak. Bu alanlarda örgütlü biri olarak, dostlarımla, arkadaşlarımla ve yoldaşlarımla birlikte çalışmaya devam edeceğim. HDP olarak gerçekleştirmeye çalışacağımız demokrasi ve sosyal-ekonomik politikalar için yapılacaklara da destek olacağım.
Son olarak Denizli’li seçmenlere mesajınız nedir? Neler söylemek istersiniz?
Türkiye demokrasisinde sınırlı olanaklardan biri de sandık. Oy atma yani. Oy kullanarak ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak. Bu oy ve seçimlere daralan demokrasi anlayışından kurtulmalı ve halkın siyaset yapma olanaklarını geliştirmek için fiili-meşru mücadeleye devam etmeliyiz. Bununla birlikte Türkiye kritik bir eşikte. Yarınlar çok karanlık görülüyor, her açıdan. HDP’siz meclis, tek adama gidişi hızlandıracaktır. HDP’nin önü kesilmeye çalışılıyor. Tutsak edilen, rehin alınan eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, yöneticileri ve kendini sokak sokak mücadeleye adayan kadınları ve gençleri, seçimlerin dışında tutulmaya çalışılıyor. HDP stantlarına faşist saldırılar yapılıyor, HDP’nin yoğun oy aldığı yerlerde sandıklar taşınıyor, eş başkan halkın sevgili Selocan’ı, Demirtaş’ın eşit koşullarda seçim çalışması yapmasına izin verilmiyor. Adil olmayan bu seçim ortamında Türkiye halkları; sağduyulu davranacaklar, tek adam yönetimine evirilen, faşizmin kurumsallaşmasına doğru ilerlemeye dur diyecekler. T A M A M diyecekler. Dur demek yetmez, bu çürümüş düzeni, siyasal anlayışı da değiştirmeliyiz. Değiştirmek elimizde. Demokrasinin kilit partisi HDP… HDP, “SEN’le” değişir diyor. Herkesin bu değişime katkı vereceğine inanıyor, herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini söylüyor. Değiştirmeye yönelik iradeye sahip çıkmak, aynı zamanda onuruna, geleceğine sahip çıkma anlamı da taşıyor. Herkesi değişime oy atmaya çağırıyoruz. Kadınlar, çocuklar, gençler, halklar, ötekileştirilenler, yok sayılanlar için çare; HDP.