Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 29 Ocak’ta “Faşizme ve sömürüye karşı demokratik meclislerde birleşelim. Örgütlü ve özgür toplumla yeni yaşamı kuralım” şiarıyla 12’nci Genel Kurul’unu gerçekleştirecek. Genel Kurul, İstanbul Kültür Merkezi’nde yapılacak.
HDK kurucularından olan Eş Sözcü Cengiz Çiçek’le 12. Genel Kurula giderken yürütülen hazırlıklar ve çalışmalar hakkında konuştuk.
2023 seçimlerine giderken yaşanan siyasal süreci HDK çalışmaları ve örgütlenmesi açısından değerlendiren Çiçek, “Aradaki güç dengeleri ne olursa olsun, siyasal oyun kuruculuğu iyi yapan; bunun taktiksel ve stratejik hamlelerini yaratıcı kılan ve toplumsal tahkimatını şimdiden gündemine alan yapılar hem seçim gününe hem de seçim sonrasına en avantajlı girecek olanlardır. İşte bu yüzden tek bir hattan değil çoklu hattan örgütlendirilmesi gereken bir döneme girdik” dedi.
28-29 Ocak tarihinde HDK 12. Genel Kurulunu gerçekleştireceksiniz. 12. Genel Kurula giderken yürüttüğünüz hazırlıklar ve çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
12. Genel Kurul sürecini “Faşizme ve Sömürüye Karşı Demokratik Meclislerde Birleşelim. Örgütlü ve Özgür Toplumla Yeni Yaşamı Kuralım” şiarıyla örgütlüyoruz. Şiarımızdan da anlaşılacağı üzere içinde bulunduğumuz bu ağır baskı koşullarından çıkışın en temel yollarından birisinin de taban ittifaklarını büyütmek olduğunu biliyoruz. Bunun için bu dönem bizler açısından ezilen tüm kolektiflerin birleşik mücadelesini zorunlu kılıyor. Örgütlü yaşamı bugünden kurabilmenin kendisi, sadece faşizme karşı başarı şartı değil aynı zamanda toplumsal özgürleşme dönüşümünün de dinamiklerini oluşturmak demektir. Bu bağlamda uzunca bir süredir hem bileşenlerimizle hem de partimizle bir dizi tartışma süreci yaşadık. Bu tartışmaların ana odağına Kongreyle ilgili bütün tartışmaların, partisi ve bileşenleriyle ittifakın yol arayışına ve toplumun geleceğine dair olduğu gerçeğini yerleştirdik.
Kongreye kuruluşundan bugüne belirli süreçlerde önemli emekleri olan ve bir nevi hafızayı temsil eden kimi yoldaşlarımızla istişareler ettik. Kolektif emeğin hafızasını biriktirmeden sağlıklı bir güncellemenin de olmayacağından hareketle bu çalışmalarımıza devam edeceğiz. Genel Meclis, Yürütme Kurulu ve Alan Meclislerine dair çalışmalarımız da aynı minvalde devam ediyor. HDK’nin önümüzdeki mücadele döneminde rolünü daha iyi oynamasının önemli oranda bir örgütsel gövdenin açığa çıkarılmasına bağlı olduğunun bilincindeyiz. Bu da birey ve bileşenlerin Genel Kurul sürecindeki temel ideolojik ve örgütsel sorumluluk alanlarından birisi olarak tarif edildi.
Düşünsel ve pratik olarak Kongre zemininden uzunca süredir kopan anlayışın özeleştirisinin, bu Genel Kurulda örgütsel kuruculuğu birlikte başararak verebileceğimizin farkındayız. O nedenle güçlü bir Kongre örgütünü kurmak için kollarımızı sıvayalım diyoruz. Bütün tartışmalar ve tespitler, son tahlilde “iyi de bunu kim ya da kimler yapacak?” sorusunda gizli olan öznenin somutlaştırılmasının kaçınılmazlığına götürüyor bizleri. Bu örgütsel kuruculuğun bile yeterince iradeye kavuşturulmadığı bir durumda kısmi düzeyde de olsa salt siyasetlerin temsilcilerinden ibaret olanın, meclis olamayacağını bilerek hareket ediyoruz. Başlangıç noktası için kabul edilebilir bu durumun bir tarza, anlayışa dönüştüğünün bilinciyle çalışmalarımızı yürüttük. Ne kadar başarılı olabiliriz sorusu bir yana bu Genel Kurul süreci, yeniyi kurmanın yanlışı yıkmakla mümkün olabileceği perspektifiyle ele alındı.
AKP-MHP iktidarı faşizmin kurumsallaşması için attığı adımların hızlandığı ve 2023 seçimlerine giderken yaşanan siyasal süreci HDK çalışmaları ve örgütlenmesi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Artık “ya faşizme teslim olma ya da faşizmi yıkma” sürecindeyiz. 2023 seçimleri bu açıdan önemli mücadele başlıklarımızdan birisi olacak. Seçim dönemleri yurttaşların politikaya ilgisinin ve dahiliyetinin arttığı dönemler. Bu karakteri itibariyle toplumsal politika zemininin güçlendirilmesi için en elverişli dönem olarak da görülmeli.
İktidar bloğunun bu seçimleri normal bir seçim olarak görmediği aşikâr. Uzunca süredir devlet içi bloklar arasında ciddi gerilimlerin, çatışmaların olduğu da bir gerçek. Egemen iki blok açısından yüz yıllık bir hesaplaşmanın seçimleri olacak. Daha şimdiden klasik bir seçim olmaktan çıkmasının nedenlerinden birisi de bu. O nedenle hem devletçi güçler hem de üçüncü kutup güçleri açısından tarihsel sonuçları olacak bu seçimlere ‘seçimi aşan seçim’ diyoruz. Hukuki ve siyasi komplolarla en fazla karşılaşacağımız seçim süreci olacağı şimdiden tescillendi. Bu yönüyle gelecekte belki bir seçim olarak da anılmayacak. Ya da hemen akabinde siyasal, sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin-kavgaların daha fazla derinleştiği, yeni tarihsel kırılmaları doğuran bir seçim olacak. O nedenle uzatmadan söylemek gerekirse ne egemenler ne de ezilenler açısından klasik ezberlerle, yöntemlerle, tarzlarla yürütülebilecek bir süreç değil.
Aradaki güç dengeleri ne olursa olsun, siyasal oyun kuruculuğu iyi yapan; bunun taktiksel ve stratejik hamlelerini yaratıcı kılan ve toplumsal tahkimatını şimdiden gündemine alan yapılar hem seçim gününe hem de seçim sonrasına en avantajlı girecek olanlardır. İşte bu yüzden tek bir hattan değil çoklu hattan örgütlendirilmesi gereken bir döneme girdik. Hukuki hat, politik hat, toplumsal hat… Yani bundan önceki seçimlerde yaptığımız hataları yapma lüksümüz yok artık.
Devirdik, ya da tabloyu değiştirdik; peki sonrasında ortaya çıkanı nasıl değerlendireceğiz? Ortaya çıkması olası yeni durumlar nelerdir ve şimdiden hangi hazırlıklar yapılmalıdır? Bu sorular çoğaltılabilir. Dememiz o ki artık nefeslerimizi sadece seçim gününe ayarlı tutmamalıyız. Örneğin şimdiden kurulacak seçim güvenliği, sandık güvenliği gibi oluşumlar, seçimden sonra demokrasinin güvenliği, kazanımların savunulması yapılarına neden dönüşmesin? Ya da mahallelerde Emek ve Özgürlük İttifakı için açılacak seçim irtibat büroları, seçimden sonra açık tutularak mahalle komünlerinin, meclislerinin mekânlarına neden dönüştürülmesin? Örnekler çoğaltılabilir. Görmek zorunda olduğumuz şu: Seçim günü çok önemli ve tüm gücümüzle yükleneceğiz. Ancak yüksek olasılık seçim, seçim günü bitmeyecek. Geleceğimizi tayin edecek başka esaslı şeylere de ihtiyacımız olabilir. Olmaz demeyin; 7 Haziran-1 Kasım arasındaki ve 31 Mart yerel seçimleri sonrasındaki tecrübelerimiz sabit. O nedenle seçim sürecini, bugünden kalıcı toplumsal örgütlenmeleri yaratmanın temel zemini olarak değerlendirmek, örgütsel gündemlerimizin en tepesine yerleştirilmesi gereken başlıklardandır. Kongre, Meclis fikriyatını ve mücadelesini seçimler sürecinde bu açıdan önemsemek ve pratiğe geçirmek gayet mümkün.
Toplumsal mücadeleler ittifakının ve odağının yaratılması konusunda HDK nasıl bir rol oynayacak?
HDK mevcut aklıyla ilk çağrıyı, kendisini vücuda getiren ve epey bir süredir burayla fikri ve pratik kopukluklar yaşayan bireylere ve bileşenlerine yapıyor. Bütün bileşenlerinin toplumsal mücadele alanları bir şekilde var. Yine bireylerin içinde faaliyet yürüttüğü epey bir toplumsal mücadele alanı da mevcut. Fabrikalarda, iş yerlerinde, inanç kurumlarında, yöre derneklerinde, rantsal dönüşümün olduğu yerlerde, HES’lerde, ekolojik yıkımlarda, köylerde, kentlerde yüzlerce binlerce tekil mücadele alanlarımız var. İşte bütün bu faaliyetleri HDK faaliyetleri olarak göremediğimiz sürece HDK’yi örgütlerin dışında tekil bir örgüt olarak kodlamış oluruz ki, bugüne kadar yapılan en büyük yanlış budur. Zaten toplumsal muhalefet güçlerinin temel sorunu da bu değil midir? Direnişle ilgili bir problemimiz olmadığını biliyoruz.
On yıllardır görkemli direniyoruz. Problem burada değil; bu direnişlerin parçalı, ayrıksı, birbiriyle bakışımlı olmayan hallerine son veremememizdedir. Toplumsal mücadeleler vardır; ancak bu toplumsal mücadelelerin bir odağa dönüşebilmesi, sermayeyi ve iktidarı zorlayıcı bir kapasiteye ulaşabilme problemi vardır. Egemenleri zorlayıcı ve toplumu dönüştürücü bu düzeye ulaşabilmek için var olan toplumsal mücadelelerin özgünlüğünün korunarak, ortak hedefler etrafında birleşik mücadeleye dönüştürülmesi gerekmektedir. Biz bir odak oluşturmanın öncelikli adımının bu olduğunu düşünüyoruz. Kendi mahallemizde hâkim olan dar pratikli ve ayrıştırıcı tarzları aşmaya yardımcı olmak; bu konuda kolaylaştırıcı, birleştirici rol oynamak da Kongrenin 12. Dönem için vereceği sözlerden birisi olabilir. Bu ilk halkayı, kendi mücadele alanlarımızdan doğru bağlamayı başarabildiğimizde, toplumsal alandaki büyüme potansiyeline ne kadar sahip olduğumuzu da göreceğiz.
Var olan toplumsal mücadele potansiyeline ulaşabilmenin yolu da sahip olunan faaliyet alanlarını ve bu alanların olanaklarını, birikimlerini birleştirmekten, ortaklaştırmaktan geçiyor. Pratiği ortaklaştırılmayan hiçbir zemin, niyeti ne olursa olsun gerçek ittifak zemini olamaz. Elimizde olan faaliyetleri ortaklaştırmak, Kongre zeminine vakfetmek ve buradan başka toplumsal mücadele potansiyellerine ulaşmak için elimizden gelen her yolu, yöntemi denemek zorundayız. Unutulmamalı ki son 12 yıllık başarıları, ittifak nesnel zeminlerine borçluyuz; tersine başarısızlıkların müsebbibi de ittifak siyasetindeki öznel yaklaşımlardır.
Bu tartışmalardan HDK’yi sadece bileşenleriyle sınırlı ele aldığımız şeklinde sonuçların çıkarılmasını da istemeyiz. Dolayısıyla içe dönük hiçbir tartışma, dışa dönük sorumluluklarımızı görmemizi engelleyecek bir duruma dönüşmemeli. HDK’nin üzerinde en çok düşünmesi, kendisini tartması gereken konulardan birisi de bu içe kapanma, daralma tehlikesidir. Tartışma, arayış ne kadar derin ve yaygın olursa olsun günün sonunda ucu kapalı, katılaşmış ve enerjiyi içe akıtan bir HDK en son görmek istediğimiz HDK’dir. HDK’yi HDK yapan ucu açıklık, esneklik, dayanışma ve özgürlük ilkeleridir.
HDK, çelişkinin ve sömürü ilişkilerinin olduğu her yeri faaliyetlerinin merkezine alabilmelidir. Yeni mücadele odakları oluşturmak ve toplumun içinde kök salmak ancak böyle mümkündür ve bu görevler, hiçbir “ulvi” gerekçelerle, önceliklerle ertelenemez, ertelememelidir. Örneğin Mevsimlik Tarım İşçileri Meclisleri, Göçmen İşçi Meclisleri, Barınamayanlar Meclisi, Katı Atık İşçileri Meclisi, Kentsel Dönüşüm Meclisleri gibi yeni meclisler kurmamamızın önünde bir engel var mıdır? Elbette yok. Bu ve buna benzer alanlarda yeni pratiklere cesaret etmek, toplumsal mücadelelere yeni alanlar kazandırmak ve bütün bu mücadeleler arasında ağ kurmak da yeni dönemin başlıca hedeflerinden olmalı.
Son on yıllık süreçte yerel, genel seçimler ve referandum olmak üzere ardı ardına sandığa gidilen ve seçilen iradelerin kayyum politikaları ile görevden alındığı, dokunulmazlıkların kaldırıldığı bir süreç yaşandı. Siyasal sürecin TBMM ve seçimler odaklı temsili bir alana sıkıştırılması karşında meclis ve kongre örgütlenmesinin hangi imkânları var? Nasıl bir yol açabilir?
Meclis ve Kongre örgütlenmeleri, özellikle Türkiye’de olduğu gibi devlet destekli gasp ve talan rejimlerine karşı toplumun politik öz savunma araçları olarak da görülmeli. Toplum öz yönetimli kılınmadığı sürece, anti demokratik yönetimler karşısında elde edilen siyasal kazanımları korumakta ve savunmakta da zafiyetler yaşanacaktır.
Son yıllarda yaşadığımız temel açmazlarımız ya da tekerrürlerimiz de bu eksikliklerimizden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kapitalizmin ve onun siyasal yönetim aklının toplumsal hareketleri sıkıştırmak istediği temsili alandan tek çıkış yolu da ezilenlerin kendi meclislerini, kendi karar organlarını oluşturmaktır. Reel sosyalizmin de çözülüş nedenlerinden birisi bu değil miydi?
Toplumu politikasız kılmak, politikayı toplumsuz kılmak, çözülüşteki önemli etkenlerdendi. Politikayı sadece yukarıdan kuran, yerelleştirmeyen ve kapalı devre mekanizmalara, ilişkilere hapseden her sistem ya da yapı ya içerden çürür ya da dışardan küçük bir müdahaleyle yıkılır. İstediği kadar büyük dirensin sonuç değişmez; ya kendi kendinin kurdu olurlar ya da kapitalizmin karşıt görünümlü mezheplerine dönüşürler. Toplumsal mücadeleler tarihi bunun yüzlerce örneğiyle dolu. Sonuçta toplumun bağrında süreklilik arz eden bir sistem dışına çıkma arzusu ve potansiyeli vardır. Böylesi akışkan bir özü, donmuş formlara hapsetmek, toplumsal özgürlüğü değil; itaat, biat kültürünü ve kölelik ilişkilerini besler. İşte kapitalizmin ve onun en önemli saç ayaklarından birisi olan ulus devletlerin yaptığı tam da budur; kapatılmış-kuşatılmış-sınırlandırılmış toplumu, temsili siyasetteki “seçeneklere” zorlayarak dumura uğratmaktadır. Bu sadece bize mahsus değil, kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu her yer için geçerli. Bu yönüyle Meclis, Komün ve Kongre fikriyatını anti-kapitalist, anti-tekel, anti-iktidar olarak değerlendirmek de mümkün.
Azami kâr hırsı ve sınırsız birikim yasalarının hâkim olduğu sömürü düzeni karşısında hayatlarımızı kendimize ait kılmanın mücadelesi ve bunun olanaklarını zorlamak da diyebiliriz bu fikriyata. O nedenle hitap ettiği, sadece bir grup değil bütün insanlıktır. Şimdi Türkiye’de sadece HDK ve HDP fikriyatına gönül vermiş milyonların bir arayışı, mücadelesi vardır diyebilir miyiz? Elbette hayır. Patriarkaya karşı mücadele yürüten kadınlar sadece sosyalist kadınlar mıdır? Şüphesiz değil. Taşını, toprağını, köyünü, ocağını talancı sermayeye karşı canı pahasına koruma mücadelesi verenler sadece HDP seçmeni midir? Tabi ki değil. On yıllardır özgürlüğü için mücadele yürüten Kürtler ya da eşit yurttaşlık mücadelesi veren Aleviler sadece bir partiye mi mensuptur? Sorular çoğaltılabilir ama cevap hiç değişmeyecek: hayır, hayır, hayır; mümkün değil mümkün değil, mümkün değil…
İşte “hangi imkanlar var?” sorunuzun cevabı da bu toplumsal gerçeklikte, bu toplumsal potansiyelde saklı. Toplumu sistemde var olan partilerle tanımlayamayacağımız gibi onlarla da sınırlandıramayız. Matematik terimiyle ifade edecek olursak toplumsal dünya ve ortaklıklar, partilerin dünyasından ve ortaklığından her zaman büyüktür. O nedenle sistemin kutuplaştırıcı, daraltıcı, manipüle edici ve sorunlara yabancılaştırıcı siyaset anlayışı karşısında meclislerle, komünlerle hakikat mücadelesi yürütmek daha özgürleştiricidir. Dolayısıyla halkın, emekçi kitlelerin hayatlarına dair kararların temsili alanlarda alınması karşısında halkın siyasal karar alma mekanizmalarını güçlendirmek, politikanın toplumsallaştırılması mücadelesinin kendisi oluyor.
Buradan hareketle şunu söylemeden edemeyiz; bir doğruyu teorik olarak savunmakla onu yaşamda mümkün olabilir hale getirme mücadelesi aynı şey değil. Temsili siyasete sıkışan hallerimiz, mümkün olanı imkansıza daha çok yakınlaştırıyor. Oysa doğal toplum formunda imkânsızlık değil mümkün olan daha öndedir. “Mümkün olan nedir?” diye soracak olursanız, cevabımız: Paris Komünüdür, Kültür Devrimidir, Ekim Devrimidir, Rojava Devrimidir…
(Siyasi Haber – Yeşim Dokur)