Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eşgenel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan faşist saldırının ardından yazdı: ”Ölü bir bedenin toprakla buluşmasının engellenmesi zulmün geldiği zirveyi gösteriyor. Zalimden adalet ve pozitif hisler beklemiyoruz”
Halen tutuklu olan HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk dün Ankara’da yaşamını kaybetti. Bu coğrafyanın ve İslamiyet’in en çok değer verdiği şey cenazeye sahip çıkmaktır. Çeşitli ritüelleri gerçekleştirip, ölü bedeni toprağa kavuşturmaktır. Ancak son zamanlarda ölüleri gömmek dâhil neredeyse bütün yaşamsal alanlara müdahale söz konusu. Bu müdahaleyi sözde “öfkeliler” yapıyor.
Kim bu öfkeliler?
90 yıllık devlet politikaları “öfke”nin üretim kaynağı oldu. Çünkü “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” yalanı bu politikaların bel kemiğini oluşturuyor. 72 milletin yaşadığı bu ülkede baş düşman bir dönem Ermeniler, Rumlar, Süryanilerdi, şimdi Kürtler ve her daim Aleviler oldu. Hegemonik devlet anlayışı Türk-Sünni (Hanefi) olmayan herkese üvey evlat, gidici muamelesi gösterdi. Dilini engelledi, inancına doğrudan müdahale etti. Devlet bütün aygıtlarında farklı olanı öğüten keskin dişlilerini çalıştırdı.
Silopi’de Taybet Ana’nın cenazesini “sokağa çıkma yasağı” gerekçesiyle 7 gün açıkta bıraktılar. Şırnak/Cizre’de 10 yaşındaki Cemile’nin cenazesini gömmelerine izin vermedikleri için ailesi derin dondurucuda saklamak zorunda kaldı. Katledilen Ekin Wan’ın bedenini çırılçıplak soyup üzerinde pozlar verildi, basına servis edildi. Bunlar Kürt halkına boyun eğdirmedi, bilakis onların öfkelerini keskinleştirdi.
Milyonlarca Ermeni’nin soykırıma tabi tutularak anayurtlarından izlerinin silinmek istenmesinden 100 yıl sonra bile Ermeniler hedefte tutuldu. “Türkiye Barış Meclisi” zemininde mücadele veren Hrant Dink katledildi. Van’ın Edremit ilçesine atanan kayyım, Dilkaya Höyüğü ve Ermeni Mezarlığı üzerinde tuvalet yaptırdı.
Ezeli düşman Aleviler ise tarih boyunca katledildi. Kerbela’dan, Sultan Selim’e, Dersim’e, Çorum’a, Maraş’a, Sivas’a, Gazi’ye devam eden katliamlarla hiç ezber bozmadıklarını gösterdiler. Zaman zaman savunma babında “öfkeliler, kontrol edemedik” dediler. Oysa bu olaylar münferit değil, Osmanlı’dan devralınan devlet aygıtının tarihsel perspektifinin sistemik dışavurumlarıydı.
Hatun Tuğluk
Kızının siyasi görüşüne saygı duymuş bir ana. Sevgili Aysel’in duruşmasına gittiğimizde annesi mahkeme salonuna tekerlekli sandalye ile getirilmişti. Hatun anne gözyaşı döküyordu tek kelime konuşmadan. Aysel çıplak elleriyle annesinin gözyaşlarını silip bir çocuğu öper gibi öpüyordu. Hatun Ana da birçok ana gibi kızının haksız yere cezaevinde oluşuna öfke duyuyor, üzülüyordu. Bundan daha doğal ne olabilir ki! Tenimizde ve ruhumuzda hissettiğimiz acı, döktüğümüz gözyaşı canlı oluşumuzdandır. Hatun Ana kızını çok seven saygıya-sevgiye değer bir anamızdır. Onun da herkes kadar yakınlarının uygun gördüğü yerde gömülme hakkı vardır.
Mezar kundak kadar haktır
Kundak ve kefen haktır. Buna itiraz eden haksızdır. Çocuk doğarken bir hayatın başlangıcı anlamı taşıyor. Bu ülkede buna da saygı yok. Çünkü bebekler anneleriyle cezaevlerine konuyor. Yüzlerce çocuk demir parmaklıklar arkasında, bilmeden “Uçurtmayı Vurmasınlar” gibi filmlerin senaryolarını yazıyor. Bir gün dışarıda özgürce uçurtma uçurabilmenin hayalini kuruyorlar.
Her toplumun ve dini inancın ölüm/defin ile ilgili ritüelleri farklıdır. İslam toplumunda da yaşamlarını yitirenler çeşitli törenlerle toprağa verilir. Hristiyan’ın, Alevi’nin, Musevi’nin cenaze ayinleri kimi farklılıklar taşısa da onlar da ölülerini toprağa verirler. Dini, etnik, siyasal farklılıkların cenazenin toprağa verilmesini engellemenin gerekçesi olarak gösterilmesi hiçbir tarihsel, insani geleneğe sığmaz. Sebep ne olursa olsun ölülerin gömülmesine mani olmanın hiçbir hak ve hukukta yeri yoktur, olamaz. 21. Yüzyılda “mezar haktır” diye haykırmak utanç verici değil midir?
Bölücü kimdir?
Türkiye’yi faşist bir diktatörlüğe taşırken sivil faşist örgütlenmeye yapılan yatırımlar ortada. Biat etmeyenlere her türlü saldırıyı (resmi ve gayri resmi) bu zulüm odakları düzenliyor. “Vatanı böldürmeyeceğiz” diye yola çıkanlar ettiği zulümle bu vatanı kendi elleriyle bölüyorlar. Haksız/hukuksuz bir şekilde insanları tutukluyor, düşüncelere kilit vurmak istiyor; Kürdü, Ermeni’yi, Alevi’yi, vs. dışlıyor ve sonra da “bu ülke bölünüyor” diyorsunuz. Bu ülkeyi siz bölüyorsunuz! Bu ülkeyi Türk-Sünni (Hanefi) kimliği dışındaki tüm kimliklere yaşanamaz, hatta ölünemez yer haline getirmek isteyenler bölüyor!
Hrant Dink ruh halini “Bir güvercin ürkekliği… Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik… Tıpkı bir güvercin gibiyim… Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım…” diye anlatıyordu. İktidarın farklı olana yaşattığı ruh hali bu. Hrant buna rağmen kendi ana yurdunda yaşamak için ısrar etti. Yaşama ısrarı ölümle sonuçlandı.
Aysel Tuğluk sokakta, hastanede “bölücü” diye yaftadandı, defalarca siyasi, fiziki linç girişimine maruz kaldı. Buna rağmen Aysel cesurca Kürt-Türk ve bütün halkların eşitliği, kardeşliği için mücadele etti. Türkiye’de bu mücadelenin bedelinin cezaevi ve ölüm olduğunu bilerek. Bunca acıyı ve zulmü göze alan Aysel, annesinin gömüldüğü mezardan çıkarılabileceğini sanırım hiç aklına getirmemişti.
Zulüm ile abat olanın akıbeti berbat olur
Ölü bir bedenin toprakla buluşmasının engellenmesi zulmün geldiği zirveyi gösteriyor. Zalimden adalet ve pozitif hisler beklemiyoruz elbette. Ama zulmün bu kadarı çok fazla. İslam’ı siyasallaştırmanın, sözde kendi varoluş değerlerini çiğnemenin, ölüye işkence etmenin hesabını nasıl vermeyi düşünüyorsunuz? Bu yaptıklarınız hangi kitapta yazıyor?
Tarih zalimlerin zulmüne tanık olduğu kadar; zulüm saçanların ahirine de tanıklık etti. Hüseyinleri, Pir Sultanları, Hallacı Mansurları, Seyit Rızaları yaratan iktidarların zulmüdür. Zalimler unutulmaya mahkûm. Ama mazlumlar halkların yüreğinde yeşeriyor. Tıpkı Hrantlar, Taybet Analar, Hatun Analar ve daha ismini sayamadığım niceleri gibi… Zulüm ile abat olunmaz, olsa olsa eninde sonunda berbat olunur!