Paul Simon’un, Almanya’da yayımlanan aylık Konkret dergisinin Aralık 2021 sayısında çıkan makalesini Cengiz ONUR çevirdi – Paul Simon, uluslararası aşı tekellerinin ve hükümetlerinin dünyanın yoksullarını aşısızlığa mahkum ederek nasıl göz göre göre ölüme mahkum ettiğini etraflı olarak anlatıyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden uzmanlara göre, Kasım ayının başına kadar bütün dünyada beş milyondan fazla insan koronavirüsünden öldü. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, gerçek sayının bundan %60 kadar fazla olması gerekiyor. Almanya gibi ülkelerde, süregelen tartışma aşılamayı reddeden kişilerin nasıl aşı olmaya teşvik edilebileceği, ne zaman ek bir dozla yenilenmenin olabileceği ve aşının reşit olmayanlara uygulanmasının gerekli olup olmadığı etrafında dönüyor. Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde yeterli aşı olmasına rağmen, nüfusun büyük kesiminin aşı karşıtlığı nedeniyle aşılanma oranı %24 (Ukrayna) ile %38 (Rusya) arasındadır. Ukrayna’da, Kasım ayı başlarında her gün Corona’dan neredeyse 800 kişi hayatını kaybetti.
Birçok yoksul ülkede, özellikle Afrika’da durum çok farklı. “Verilerle Dünyamız” (“Our World in Data”) istatistik web sitesine göre, yoksul ülkelerde (yani kişi başına düşen gelirin en alt çeyreğinde olanlar), ortalama olarak, nüfusun sadece yüzde dördü ilk doz aşıyı aldı. Buna göre, zengin ülkelerde ek aşı olanların sayısı çevredeki yoksul ülkelerde ilk aşı olanlardan daha fazladır.
Ancak sorun, aşıların zengin ülkelerde çok hızlı tüketilmesinden değil, bu ülkelerin aşı dozlarının çoğunu stoklamalarından ve aşıların uluslararası Covax girişimi kapsamında dağıtılmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından kaynaklanmaktadır. Financial Times tarafından yapılan bir hesaplamaya göre, zengin ülkeler, Ekim ayına kadar, yoksul ülkelere kıyasla kişi başına 16 kat daha fazla aşı aldı. Bu arada, Federal Almanya hükümeti, yakında milyonlarca aşı dozunu Almanya’da ihtiyaç kalmadığı için imha etmek zorunda kalacağından korkuyor.
21 Ekim’de, çoğunluğu yoksul ülkelerden gelen 70’in üzerinde STK’nın ve ayrıca Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), Dünya İçin Ekmek (Brot für die Welt) ve Oxfam gibi uluslararası yardım kuruluşlarından oluşan bir örgütlenme olan Halkların Aşı İttifakı (People’s Vaccine Alliance), “Bir doz gerçeklik. Zengin ülkeler ve ilaç şirketleri aşı vaatlerini nasıl bozuyorlar” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor, çok iç karartıcı bir sonuca ulaşıyor: Söz verilen 1,8 milyar aşı dozunun yalnızca %14’ü Covax alıcı ülkelere ulaştırıldı. Pandeminin başlangıcından bu yana tüm aşı dozlarının yalnızca yüzde 0,7’si yoksul ülkelere gitti. En etkili aşıları üreten dört büyük ilaç firmasından hiçbiri, yani Astrazeneca, Johnson and Johnson, Biontech/Pfizer ve Moderna, 2021 yılı için Covax girişimi kapsamında teslimat miktarı için verilen taahhütlerin yarısını bile yerine getirememiştir. Sivil inisiyatif, bu durumu; “Zengin ülkeler aşı dozlarını zulaya atıyor ve vaatlerini yerine getirmedikleri gibi, ilaç şirketleri de rekor kâr elde etmek için tekellerini istismar ediyorlar” şeklinde eleştiriyor. Bu, “milyonlarca olmasa bile yüzbinlerce (aslında önlenebilir) ölüme” yol açabilir.
31 Ekim’de Roma’da G20 ülkeleri, 2022 yılının ortasına kadar dünya nüfusunun yüzde 70’ine aşı sağlama taahhüdünü bir kez daha teyit ettiler. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Genel Sekreteri Agnes Caliamard, G20’ye daha önce verilen sözlerin sonunda eyleme geçirilmesi çağrısında bulunmuştu: “Bu milyonlarca ölü, insan yaşamına karşı nefes kesici bir kayıtsızlığın ve kârın insan hayatından önce geldiğine dair rahatsız edici bir ahlaki kabulün sonucudur.”
Ancak Halkların Aşı İttifakı’nın (People’s Vaccine Alliance) ana sorun olarak gördüğü ‘aşılar üzerindeki patent korumasının kaldırılması’ konusu, G20 ülkeleri tarafından yeniden bloke edilmiştir. Ekim 2020 gibi erken bir tarihte Hindistan ve Güney Afrika, o sırada yeni geliştirilen aşılar için patent korumasının kaldırılmasını teklif etmişti. Mayıs 2021’den bu yana, hatta ABD hükümeti de dahil olmak üzere, giderek daha fazla sayıda ülke bu girişimi destekliyor. Fakat Almanya’daki İlaç Üretici Araştırmacıları Birliği (VFA – Verband Forschender Arzneimittelhersteller), yani ilaç endüstrisi birliği, federal hükümet ile birlikte bu girişimi engellemektedir.
O zamandan beri, bu girişim küresel destek kazandı. Gerçi Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) 30 Ekim’de patentlerin serbest bırakılması için yaptığı çağrıda yazdığı gibi, G20 ülkeleri patent konusunda bölünmüş durumda ve girişimi özellikle Almanya ve İngiltere engellemektedir. Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa gibi, nüfuslarının bu yıl da aşıya neredeyse hiç erişimi olmadığını görmek zorunda kalan Asya ve Afrika’dan hükümet başkanları, zengin ülkelere baskı uygulamak için “aşı apartheid”ından bahsediyorlar. Çin de bu girişimi desteklemektedir. 31 Ekim’de Roma’da düzenlenen G20 zirvesine, video ile bağlanan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, patentlerin serbest bırakılması çağrısında bulunmuştu.
Halkların Aşı İttifakı (People’s Vaccine Alliance) ayrıca, mevcut “aşı tekellerinin” yapay bir kıtlık yaratmaması için daha yoksul ülkelerde merkezi olmayan üretim tesislerinin kurulmasını da teklif etmiştir. Bu ittifak böylece; patentlerin serbest bırakılmasına karşı ileri sürülen şu temel argümanı da eleştiriyor: Aşı üretimi, dünya çapında geniş ölçekte yaygınlaşamayacak kadar karmaşık bir prosestir.
Geçen Mayıs ayında federal hükümetin bir sözcüsü, patentlerin serbest bırakılmasına karşı kararı, “Aşı üretiminde sınırlayıcı faktörler, patentler değil, üretim kapasiteleri ve yüksek kalite standartlarıdır” diye gerekçelendirmişti. VFA’nın başkanı o dönem ZDF’e (Alman Televizyonu), patentlerin serbest bırakılmasının zaten hiçbir fayda sağlamayacağını söylemişti: “Yüksek kaliteli teknolojiye sahip ilaç endüstrisi için, gerçekten bir şeyler inşa etmeniz ve ardından böylesine zor bir biyoteknolojik aşı üretimini yönetmeniz oldukça zaman alır.”
İlaç şirketleri de benzer şekilde çıkışlarda bulunmuştu: Örneğin, Moderna’nın başkanı Stéphane Bancel, mRNA aşısının rekabet halinde olanlar için kısa vadede üretim kapasitesini artıramayacak kadar yeni olduğunu söylemişti. Bu yüzden kendisine göre, ilacı geliştiren şirketlerin kapasitelerini artırmalarına destek olmak daha iyi bir tavırdır. Bazı yoksul ülkeler buna karşı çıkmıştır. Örneğin Endonezya Sağlık Bakanı Budi Gunadi Sadikin, Endonezya’nın Asya’nın en büyük aşı üreticilerinden biri olduğuna dikkat çekti. Buna göre eğer, mRNA teknolojisi Endonezyalı üreticilerle paylaşılırsa, bunlar yılda 550 milyon aşı dozunu üretebilirler.
WHO tarafından 2020’de başlatılan, patentli Covid aşı teknolojisinin lisanslanmasını ve yoksul ülkelerdeki üreticilere verilmesini ön gören C-TAP programının da şirketlerin direnciyle başarısızlığa uğratılmasını Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Eylül ayı sonunda yayınlanan bir raporda eleştirmiştir. Örneğin Pfizer/Biontech tamamen bu programa katılmayı reddetti ve fikri mülkiyet hakkının korunmasını şiddetle savundu. Biontech’in üretim kapasitesi hala Avrupa’da bulunmaktadır ve üretilen neredeyse tüm aşı dozları zengin ülkelere dağıtılmıştır. Her ne kadar bu şirket şimdi Afrika’da da çok ihtiyaç duyulan üretim kapasitelerini oluşturmayı istese ve AB mali yardımı ile Ruanda’da bir fabrika planlıyor olsa da, üretime en erken önümüzdeki 2022 yılında başlanabileceği tahmin edilmektedir. Şirket ayrıca şu anda üzerinde çalıştığı diğer mRNA aşıları için de Afrika pazarını takip ediyor – örneğin tüberküloz ve HIV aşıları.
Şirketlerin, kısa vadede gelişmekte olan ülkelerde mRNA aşıları için yeni üretim kapasiteleri inşa etmenin imkansız olduğu yönündeki iddiaları giderek daha çelişkili bir hal alıyor. 22 Ekim’de “New York Times”, Endonezya, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerdeki ilaç ve biyoteknoloji şirketlerinin düzinelerce yöneticisi ve bilim insanları ile yapılan röportajlara dayanan ve bunların kendilerinin de pekala mRNA aşıları üretebileceklerini ifade ettikleri bir rapor yayınladı. Örneğin Güney Afrikalı Aspen Pharmacare şirketinin bir yöneticisi, şirketinin yılda 500 milyon doz aşı üretmeye ve bunu bir yıl içinde Afrika kıtasında pazarlamaya başlayabileceğini söyledi. “New York Times”, toplam olarak, on kadar “üç kıtadaki altı ülkede mRNA-Covid aşıları üretebilecek güçlü adaylar” belirleyebilmiş durumda. Bu rapora göre gelişmekte olan ülkelerde yeni mRNA üretim kapasitelerinin teşvik edilmesi gerçi önemsiz değildir, fakat tekelcilerin de böyle bir projeye dahil edilebilmesi pekâlâ mümkündür.
“NewYork Times” ayrıca, Batılı pazar liderlerinin, 20 yılı aşkın bir süre önce AIDS krizi sırasında, Hindistan, Brezilya, Tayland ve Güney Afrika’daki şirketlerin karşı iddialarına rağmen, HIV ilaçlarını daha yoksul ülkeler için satın alınabilir hale getirecek fiyatlarla üretmenin imkansız olduğunu savunduklarını da hatırlattı. Hindistan’dan şirketler, bugün yoksul ülkelerde daha ucuz jenerik HRV ilaçların üretilebilmesi için, daha önce kendi versiyonlarını zahmetli bir şekilde geliştirmek zorunda kalmışlardır.
Burada söz konusu nokta elbette muazzam boyutlardaki kârın korunmasıdır. “New York Times”a göre, mRNA aşıları, bunları geliştiren az sayıda şirkete tarihteki diğer herhangi bir ilaç ürününden daha fazla kâr getirdi – toplam olarak bir yıl içinde yaklaşık 53 milyar ABD doları kadar. Şirketlerin geleceğe yönelik hesaplamalarında Covid aşısının yanı sıra başka mRNA aşıları ile elde edilebilecek kârlar da çok caziptir. “New York Times”, şirketlerin yalnızca mRNA teknolojisi üzerindeki kontrollerini korumakla kalmayıp aynı zamanda üretimdeki rekabet avantajlarını da korumak istediklerini belirten, ABD düşünce kuruluşu Public Citizens’dan bir uzmandan şu alıntıyı yapıyor: “Pfizer ve Moderna, üretim teknolojisi üzerinde ne kadar uzun süre tescilli kontrole sahip olursa, kanser ve diğer hastalıklara karşı gelecekteki aşılarda rekabet avantajları o kadar büyük olacaktır.”
Tekellerin, örneğin Afrika’daki diğer şirketlerin lisanslı aşı üretmesine izin vermeyi reddetmesi ve AB tarafından kayıtsız şartsız desteklenen bu tekellerin global üretim kapasitesini de kontrol etmesi, gelecekte mRNA aşılarının pazarlanmasında da stratejik avantajın garanti altına alınmasına hizmet etmektedir. İlaç şirketlerinin uluslararası bir fikri mülkiyet hakkını dayatıp kabullendirmesi; bir yanda çoğu zengin batılı ülkelerde bulunan bir dizi ilaç geliştiricisi için milyarlarca dolar kârın garanti altına alınması, diğer yanda dünyanın büyük bir kısmına temel ilaçların karşılanamaz yüksek fiyatlarla sunulması yeni bir durum değildir. Ancak pandemi, bu sistemin ne kadar acımasız olduğunu ve insanlıkla alay ettiğini açıkça gösteriyor.
Alman devleti -ve dolayısıyla AB-, bugün patent dağıtımının en önemli uluslararası muhalifidir. Kendisi Biontech şirketinin çıkarlarını koruyor. Alman basınında patentlerin serbest bırakılmasıyla ilgili neredeyse hiç tartışma yok, çünkü bu ticaret Almanya için çok önemli. Biontech, yalnızca bu yıl Almanya’nın gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 0,5’ine tekabül eden 15,9 milyar avroluk gelir bekliyor. Gelecekte mRNA aşılarının yaratabileceği kâr fırsatlarının hangi rakamlara ulaşabileceği öngörebilmek henüz mümkün değildir.