Fransa’da, genel seçimlerin ikinci turunda, bir hafta önce neredeyse iktidarın eşiğinde görünen protofaşist Milli Birlik (RN) Partisi, Fransa’daki derin kutuplaşmanın iktidarın uzağındaki ucuna itildi.
Bunun Fransa’nın demokratik ve sosyal muhalefet güçlerinin ve hatta Fransa’nın 1789 Devrimi’nden bu yana oluşturduğu Anayasal mutabakatın tarafında duran statükocu merkez partilerin son dakikada, ama tam bir “No pasaran” idrakiyle gösterdikleri siyasal refleksin eseri olduğuna ne şüphe.
Fransa’nın postkapitalist bir ufka bakan politik güçlerinin büyük bölümünü kucaklayan Yeni Halk Cephesi’nin lideri Jean-Luc Mélenchon seçim sonuçlarının alınmasının hemen ardından bu büyük başarıyı şu sözlerle özetlemişti: “Yurttaşlık ruhundaki harika sıçrayışla herkesin imkânsız olduğunu söylediği bir sonucu elde ettik… İnsanlar en kötüsünün başa gelmemesi için çaba gösterdi.”
Fransa, faşizmi, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında hem bir içsel diktatörlük rejiminin hem bir dışsal askeri istilanın zulmü altında ve işgale ve faşizme direnişte can veren en az 600 bin insanın hayatı pahasına tecrübe etmişti. Yaklaşık 2 milyon insanın evlerini terk etmek zorunda kalmasını, 100 bine yakın insanın, çoğunluğu sadece Yahudi oldukları için toplama kamplarında işkencelerle katledilmesini, kültürel miras unsurlarının tahrip ve yağmasını, sanayi ve tarımın çökertilmesini saymıyoruz bile.
Bir uyanış anı
Direnişin bağrında yetişmiş savaş ve savaş sonrası döneminin ilk kuşağının ülkeyi bir antikapitalist devrimin eşiğine kadar taşıyan bilinç ve duyarlığının savaşı izleyen nispi refah döneminde giderek soluklaşması; 68’in devrimci dalgasının De Gaulle’ün dalgakıranını aşacak bir sürekliliğe kavuşamayışı; Sovyetler Birliği’nin ideolojik hegemonyasında şekillenmiş geleneksel solun SSCB’nin çöküşüyle birlikte siyaset sahnesinden silinmesi; kapitalizmin posasını çıkarıp toplum dışına attığı yaşlı nüfusun, göçmenlerin, daimi işsizlik altında tükenen “fazla nüfus”un umutsuzluk ve geleceksizliğine çare olacak devrimci ve demokratik bir seçeneğin bir türlü teşekkül edemeyişinin doğurduğu muazzam boşluğu doldurmaya talip olan protofaşist güçlerin son otuz yıldaki adım adım ilerleyişi Fransa’nın sanayisizleşme, tarımsızlaşma ve ultrafinasallaşma mağdurlarını bir kazanda ağır ağır pişmekte olan kurbağanın kaderine razı etmişti.
Her seçimde daha çok Fransız’ın desteğini almaya yetecek kadar söylem değişikliği, “ama onlar faşist değiller” diyecek kadar akıl ve idrakten yoksunlaşabilen ve terk edilmişliklerinin tesellisini yabancı ve göçmen düşmanlığında bulduğunu sanan, zihinleri yarılmış kadın ve erkeklerin ürkütücü saldırganlığını iktidar eşiğinde bir siyasal harekete dönüştürdüğünde Fransa’nın aklı başına geldi. Hafızasını geri kazandı.
Nazi işgalcilerin işbirlikçisi aciz Vichy rejiminin günümüze, Nazi istilası olmadan da erişip Fransa’yı teslim alabilecek bir kitleselliğe büründüğünü, her evden en az bir kişiyi bağrına aldığını idrak etti. Mélenchon’un “yurttaşlık ruhundaki harika bir sıçrayış” diye tasvir ettiği şey bu hatırlayış, bu uyanıştı.
Yeni Halk Cephesi’nin taktiği
30 Haziran, genel seçim birinci tur sonuçları Fransa’ya, geleceğinin, büyük anne ve babalarının geçmişi suretinde zuhur etmekte olduğunu gösterir göstermez, Fransa halkı bir felaket anında yapılabilecek olanlar listesinin en başındaki çareye başvurdu: İstilacıların karşısındaki herkesi aynı direniş hattına taşımak ve en öne en devrimci, en antifaşist, en direnişçi olanları geçirmek…
Şimdi “vay be” diye Fransa’da olup bitene şaşkın bakanlar, bütün olan biteni yandaş medyanın, Batı medyasının prizmasından yansıtmak istediği şekilde görmeye rıza gösterir ve “Fransa tarihinde ilk kez aşırı sağ seçimle iktidara geliyor” tekerlemesini tekrar ederken, Yeni Halk Cephesi lideri Jean-Luc Mélenchon 30 Haziran akşamı yapılacak basit işlemi şöyle ifade etmişti: “Ulusal Birlik’in kazanmasına hiçbir yerde izin vermeyeceğiz. (…) Talimatlarımız basit, doğrudan ve açık. Ulusal Birlik’e fazladan ne bir oy, ne bir koltuk.”
Genişleyerek ilerleme stratejisi
Fransa’nın esasen çoğul ve çoklu bir ittifaklar sistemi halinde gelişen yeni solu, her seçimde bir halka daha genişleyerek ilerlemişti. Boyun Eğmeyen Fransa adı altında şekillenen ilk sosyalist ittifak, 2022 genel seçimlerine Sosyalist Parti, Komünist Parti, Ekolojistler, Birlikte!, ve s. Kuşağı’nın oluşturduğu “Yeni Ekolojist ve Toplumsal Halk Birliği” (NUPES) ile girdi ve postkapitalist sol, 131 vekille uzun yıllar sonra ilk kez Fransa Meclisi’nin ikinci gücü haline geldi.
NUPES’in henüz kurulmadığı ancak NUPES’i oluşturan partilerin büyük bölümünün gayri resmi olarak Boyun Eğmeyen Fransa’nın adayı Jean-Luc Mélenchon’u destekledikleri 10 Nisan 2022’deki başkanlık seçimlerinin birinci turunda Macron oyların yüzde 27.9’unu Le Pen yüzde 23,2’sini alırken Jean-Luc Mélenchon yüzde 22 ile çok büyük bir ilerleme sağlamıştı. Ancak, Mélenchon Boyun Eğmeyen Fransa lideri olarak, Macron ve Le Pen arasındaki ikinci turda seçmenlerini Macron’a işaret etmeksizin Le Pen’e oy vermemeye çağırmıştı. Özetle, 2024 genel seçimlerine genişleyerek “Yeni Halk Cephesi”yle giren sol itifak ikinci turda, 2017’den beri uygulayageldiği ittifaklarını genişletme ve en kötü senaryoda faşizme kaybettirme taktiğini sürdürmekten başka bir şey yapmış değildi.
Bununla birlikte “Le Pen kazandı kazanıyor”, “Avrupa sağa kaydı kayıyor” yaygarasının uluslararası alandaki gelişmeleri analitik bir değerlendirmeye tabi tutmayı güçleştirdiği koşullarda, “Yeni Halk Cephesi”nin Fransa parlamento seçimlerinin ikinci turundan birinci çıkması talihin -veya tarihin, hangisini isterseniz- bir cilvesi olarak görünmüş olsa da, bu sonuç esasen istikrarlı bir siyasal ilerlemenin ve halka ve sola güvenen sebatkar bir seçim stratejisinin ve sistemli bir çalışmanın doğal sonucu olarak görülmeyi hak ediyor.
Üstelik, Fransa’yla aynı günlerde her ne kadar sert emekçi karakteri son on yılda silikleşmiş olsa da İşçi Partisi’nin kapitalizmin tarihsel merkezi Britanya’da, yeniden iktidarı elde etmesi ve bu arada önceki solcu Başkan Jeremy Corbyn’in, yeni Başkan Keir Starmer’ın kendisini siyasetten silmek üzere Birleşik Krallık statükosunun da dolaylı desteğiyle giriştiği yok etme harekatını püskürtmeyi başarması ve İran’da halk kitlelerinin, Kürtlerin ve kadınların bir kez daha mollalarının desteklediği adayın karşısındaki adayı, Pezeşkiyan’ı Cumhurbaşkanlığına taşıması, Doğu’da ya da Batı’da faşizm ve gericiliğin karşısında dinamik alternatiflerin geçmiş birikimler üzerinde yeniden ve yeniden hayat bulmayı sürdürdüğüne somut, kanlı canlı kanıtlar sunmaya devam ediyor.
Türkiye’deki yankılar
Fransa seçimleri ve diğer önemli politik gelişmelerin bu nitelikleriyle Türkiye’de de umut ve hayal gücüne can vermesi doğal. Ancak DEM Parti yönetiminin, Fransa deneyimine ilişkin değerlendirmeleri, Yeni Halk Cephesi’nin başarısını da, döneminde kazanmış olduğu kendi muazzam başarılarının da hakkını vermekten uzak görünüyor.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan TBMM Grup toplantısında Fransa’daki gelişmelere bütüncül bir uluslararası sınıf mücadelesi bağlamından çok “bizim erişemediğimiz” bir başarıya övgü formatında yaklaştı.
Bakırhan şöyle diyordu: “[…] Beklentilerin dışında bir sonuç ortaya çıktı. Fransa’daki demokrat, sol, sosyalist güçler bir araya gelerek ortak bir ittifak oluşturdular. Yükselen aşırı sağ ve faşizm dalgasına karşı bir araya gelince, Fransa’daki gibi çok önemli sonuçlar alınabiliyormuş. Fransa’daki sonuçlar bizlere umut oldu.”
Bu cümleler ne Fransa genel seçimlerinin ikinci turunda olanları ne de ittifakların niteliğini anlatıyor. 7 Temmuz’da Fransa’da “demokrat, sol, sosyalist güçler bir araya gelerek ortak bir ittifak” oluşturmadılar. O ittifak “Yeni Halk Cephesi” olarak 30 Haziran’da kurulmuştu. İkinci turda “Yeni Halk Cephesi, mevcut Başkan Macron’un hiç de “demokrat” olmayan blokuyla, protofaşist Ulusal Birlik (RN) karşısındaki en güçlü aday lehine seçimden çekilmek üzere ikinci turla sınırlı bir “Cumhuriyet İttifakı” oluşturdu. Şimdi, Ulusal Birlik yenildi ve o ittifak artık yok, “Yeni Halk Cephesi” yoluna yeni koşullarda hükümeti Macron’dan almak üzere mücadele vererek devam edecek.
Dahası, HDP ve Yeşil Sol döneminde partilerimiz esasen bu faşist ve gerici güçlere karşı üçüncü kutbun “devrimci-demokratik ittifak” modelini de, faşist diktatörlüğün kurumsallaşmasına karşı “demokrasi ittifakı” modelini de uygulayarak çok önemli sonuçlar elde etti: 2015 genel seçimlerinde, 2017 referandumunda “Hayır” cephesinde, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 2019 yerel seçimlerinde “Kürdistan’ı kazanma ve Metropolleri kaybettirme” taktiğinde, 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimlerinde aday göstermeyerek ve seçmenlerimizi Cumhur İttifakı karşısındaki adaya oy vermeye çağırarak, Fransa 2022 ve 2024 seçimlerinde Yeni Halk Cephesi’nin uyguladığı taktiklerinin tıpkısını çok önceden de daha sonra da birlikte gerçekleştirdik.
Fark nerede?
Fransa’daki büyük başarıyla bizim başarımızın nispi sınırlılığı arasındaki fark, Türkiye rejiminin seçimlerde uygulamaktan ar etmediği hile mekaniği ve Cumhur İttifakı karşısındaki düzen içi blokun faşizm ve ırkçılıkla mesafesinin Fransa’ya oranla çok daha kısa olmasıyla ilgiliydi.
Sonuç olarak Fransa’dan her zaman öğreneceklerimiz var, ama dünya solunun da bizden öğrenecekleri var. Fransa örneğinin bizim için asıl anlamı demokratik sağduyunun ve sınıf mücadelelerinin uzun ve büyük deneyiminin kazandırdığı politik reflekslerin varlığının en umutsuz gibi görünen durumda bile bir “harika sıçrayış” imkanını saklı bir hazine gibi içinde barındırması.
Ancak bu anlam, “harika sıçrayış” yeteneğinin halklarımızda mevcut olmayışında değil, tam tersine bizim örneğimizde halklarımızın önde, siyasetin arkada kalmasında saklı. Bakırhan’ın da 31 Mart seçimleri sonrasındaki söyleşisinde kabul ettiği gibi halklarımız “stratejik” davranmakta Fransa’dan hiç de geride kalmadı. Fransa’nın kıssasından bize düşen, tersine bir “harika sıçrayış”la halkların stratejik önceliklerine özgülenmiş siyasetleri sebatla sürdürmek üzere tertiplenmek ve kulaklarımızı muhafazakâr sirenlere tıkamak.