MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Seattle’dan sonra 68 ruhu, hatta 19.yy sosyalist ruhu; Sovyetler’in çözülüşünden bu yana dünyaya egemen olan emperyalist-kapitalizme karşı, finans-kapital sisteminin açgözlülüğünün yarattığı yıkıma, doğa talanına karşı Hamburg sokaklarında isyan ateşini tutuşturan idealist, isyancı gençlerin arasında yeniden hayat buldu.
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Dünyanın nüfusunun 3’te 2’lik bölümünün yaşamakta olduğu ve dünya ekonomisinin yüzde 80’nini oluşturan Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin (AB) oluşturduğu G20 ülkelerinin yönetici elitleri, 1999’dan bu yana yerküreyi temsil etikleri sınıflar namına nasıl daha ‘sürdürülebilir’ biçimde talan edeceklerini tartıştıkları, nihayetinde bir takım süslü neo-liberal mavallar ve kof temennilerle tamamladıkları zirvelerinin 12.sini, ironik bir biçimde Alman kapitalizmin dünyaya açılan liman kenti ve aynı zamanda sol ve anarşist hareketlerin de bir hayli güçlü olduğu Hamburg’ta gerçekleştirdiler.
EuroNews, RTL ve muadillerinin highlights’larında süratle akıp geçen şık protokol fotoğrafları, kırmızı halılar ve 32 yapma dişin tekmili birden sergilendiği gülüşmeler eşliğindeki tokalaşmalar, son sürat akıp giden makam konvoylarının ihtişamıyla sürgit devam edecek bir kostümlü balo planlanıyordu. Ne var ki ironinin sarkacı bir kez salınmaya başlamıştı. Hamburg sokaklarından yükselen isyan sesleri teknokratlarca hazırlanmış resmi vaazları perdeledi. Dünya halklarının, protestocular vasıtasıyla yükselen itirazları sırça köşktekilerin huzurunu bozdu. Hülasa bodrumdan gelen homurtular, üst kattaki davetlilerin tadını kaçırmayı başardı.
Öyle ki Alman Emniyeti G20 zirvesine damgasını vuran anti-kapitalist protestolara karşı ülke genelinde 20 bin polis memurunu göreve çağırdı. Protestocular, küresel kapitalizme karşı bir araya gelip, polis devletinin kolluk aygıtına karşı deyim yerindeyse kitlesel bir kent savaşı provası yaparak küresel direniş hafızasına katkıda bulundular.
Gece yarılarına değin süren çatışmalarda, şehrin sol aktivizminin merkezi olan Schanzenviertel’i barikatlar kurarak savunan yaklaşık bin 500 militan protestocu, banliyö yönündeki tren seferleri başta olmak üzere tüm toplu taşıma ve ulaşım yollarını kapatarak direnişi solcu ve yoksul mahallelere sıkıştırıp böylelikle tecrit etmek isteyen ve ateşli silah taşıyan özel kuvvetlerin kuşatmasını yarmayı başardı. Böylece direnişi ve Molotof mavisini Alman polis devletinin kendince güvenli gördüğü alanlara, plazalara, zengin mahallelerine yaymayı başardılar. Hamburg boyunca kundaklanmış 100 binlerce euroluk Porsche’lerden çıkan dumanlar dalga dalga yükselerek kent semalarını sardı.
Protestocuların bu güçlü meydan okumasına mukabil Alman polis devleti de gövde gösterisi yaparken kendini sınama ve geliştirme fırsatını geri tepmedi. Zira zırhlı polis araçları kent genelinde ve helikopterler havada devriye gezdi. Üç gün süren çatışmaların neticesinde Polis, Perşembe günü geç saatlerde başlayan çatışmalardan Pazar akşamına kadar en az 196 polis ve birçok protestocunun yaralandığını ve yaklaşık 100 protestocunun tutuklandığını bildirdi.
Geçmiş zirvelerde hususiyetle de ‘99 Seattle’dan bu yana benzer gösteriler defaatle yaşanmıştı. Ancak bu yılki protestoların hedefine oturan, varlıkları direnişçileri ayrıca tahrik ve motiven eden, direnişin şiddetlenmesine sebebiyet veren üç nefret öğesi söz konusuydu: Rusya Başkanı Vladimir Putin, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump.
Bu üçlü, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ülkenin en yüksek gelir seviyesine, öte yandan ülkenin en yüksek işsizlik sayısına sahip olan Hamburg’un zenginlik, ihtişam ve refahının sembolü olarak inşa edilen Elbphilharmonie’de ağırlayacağı seçkin konuklar arasındaydı. Sanırım bu zirvenin en öne çıkan özelliği her safhasında karşımıza çıkan dramatik ironisi olsa gerek.
"Bu hafta Angela Merkel'in kemer sıkma politikası G-20 ile küreselleşecek" diyen Die Linke partisinden Alman Parlamentosu üyesi Jan van Aken, Alman hükümetini protesto gösterilerini baskı altına almakla suçlayan ve yaklaşımının otokratik olduğunu ifade eden açıklamasında, Alman Hükümetinin bu tutumunun "Erdoğan, Putin ve Trump'a burada kendilerini evlerinde hissettireceğini” söyleyerek söz konusu ironik hale sarkastik bir biçimde katkıda bulunmuş oldu. Almanya’nın Erdoğan’a bir başka “kıyağı” ise, protesto mitinginde konuşmak üzere Almanya’ya gelmek isteyen PYD Eş Başkanı Salih Müslim’e vize vermemesiydi; tabii Erdoğan’ın da kendi mitingini yapmasını engelleme karşılığında…
Başka bir açıdan ise “Protestoların ve muhalif görüşlerin duyulduğundan emin olmak istiyorsunuz, ancak güvenliği de sağlamanız gerekiyor ve 42 yüksek ölçüde korunan devlet başkanı ile maliye ve dışişleri bakanlarıyla bu gerçekten çok zor bir görev” diyen ve 2014’te Yeni Zelanda’daki buluşmadan sonraki zirvelerin Çin ve Türkiye’de yapılmış olmasına binaen, "Ana konu, zirvenin Brisbane'den sonra tekrar demokraside olmasıdır" diye ekleyen SPD’li Wolfgang Schmidt de sosyal demokrasinin vülgerliğinin ve safdilliğinin tipik bir örneğini sergileyerek ironiler demetine eşsiz bir katkı yaptı.
Alman Polis devletinin pek çok farklı kesimden tepki alan hatta Erdoğan gibi bir demagogun diline düşecek kadar açık bir şekilde zor aygıtlarına başvurmasının ardından egemenler yeniden devletin ideolojik aygıtlarına ve bilindik propaganda yöntemlerine doğru irtica etmek zorunda kaldılar. Merkel Cuma günkü "barışçıl gösterilerine" saygı duyduğunu söyledi, ancak şiddeti "kabul edilemez" olarak nitelendirerek sakinlik çağrısında bulundu. Bir polis sözcüsü ise kentteki yaklaşık 100 bin göstericinin çoğunluğunun sükunet içinde kaldığını söylemekle birlikte, yaşanan şiddet olaylarına yalnızca az sayıda ‘marjinal’ solcu veya anarşist protestocunun karıştığını açıkladı.
Sanırım tüm bunların ışığında direnişin en büyük başarısının üç günlük bir süre için bile olsa Alman polis devletini tüm alanlarda savunma pozisyonuna düşürmeyi başarmış olması olduğunu söyleyebiliriz.
Neredeyse bin yıl boyunca Kuzey Avrupa’yı dünyanın geri kalan kıyılarına bağlayan ve Alman burjuvazisinin zenginlik, istikrar, gelişim, ifade ve teşebbüs hürriyeti ve daha ne iddiası varsa hepsinin mekânsal olarak temsili olan en büyük ikinci şehrinde sayıları 100 bini bulan, -aralarında Kürdistanlı ve Türkiyeli çok sayıda eylemcinin de bulunduğu- protestocular, küresel kapitalist ekonomiye ve onun doğa talanına karşı isyan bayrağını çektiler. Burjuvazinin medarı iftiharı bu eski ticaret şehrinde bu sınıfın tüm iddialarının ve tarihsel rolünün iflasını bir kez daha su yüzüne çıkarmayı başardılar.
Perşembe günü Hamburg limanı yakınlarında anarşist “Kara Blok” aktivistlerinin öncülüğünde “Cehenneme Hoşgeldiniz” pankartı arkasında toplanan 10 binden fazla protestocu polisin tüm izole etme çalışmalarına rağmen, liderlerin bazı görüşmelerini onları çevreleyen çelikten duvara ve özel birliklere rağmen engellemeyi başardı.
Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble, güvenlik kaygılarından ötürü Cumartesi sabahı şehir merkezinde halkın karşısına çıkacağı bir etkinliği iptal etti. ABD First Lady’sinin sözcüsü polisin Melania Trump'ın şehirdeki tarihi liman turuna katılmak için otelden ayrılacağı araç konvoyuna güvenlik endişeleri yüzünden çıkış izni vermediğini açıkladı. Deniz polisi ekipleri Elbphilharmonie ulaşmaya çalışan çevreci Greenpeace’in 22 dalgıcını yakaladığını bildirdi.
Ayrıca protestocular polisin daha önce kapatılmış olduğu nehir kenarındaki metro istasyonunu da işgal etmeyi ve Moğolistan Konsolosluğu’nu kuşatmayı, Kanada Heyetinin araçlarını kullanılmaz hale getirmeyi başarırken, şansölyenin doğum yeri de olan Almanya’nın ikinci en büyük şehri Hamburg’da direniş geleneğinin halen canlı olduğunu gösterdiler.
Ve nihayet Seattle günlerinden bu güne dünyanın dört bir yanında aralıklarla ve dalgalı bir biçimde patlak veren halk hareketlerinin güncelliğini yeniden hatırlattığı 68 ruhu hatta 19. yy sosyalist ruhu; Sovyetlerin çözülüşünden bu yana süper-şarjlı bir biçimde dünyaya egemen olan emperyalist-kapitalizme karşı, zorba finans-kapital sisteminin açgözlülüğünün yarattığı yıkıma, doğa talanına, karşı Hamburg sokaklarında isyan ateşini tutuşturan idealist, isyancı gençlerin arasında yeniden hayat buldu.
Son sözü direnişçilere bırakalım:
35 yaşındaki Sebastian Keller, politikacıların nasıl ortalama insanlara değil de sadece ekonomik çıkarlara hizmet ettiğini vurgulamak istediğini söylerken “Devlet karşıtı değilim, ancak insanların zenginlikten yeterince pay alabilmeleri için bir şeylerin değişmesi gerekiyor” dedi. Doğu Almanya’da büyüyen ve ülke yeniden birleştiğinde henüz 8 yaşında olan Keller “O zamandan beri, Almanya kapitalizme takıntılı hale geldi” diye ekliyor.
Anti-kapitalist göstericilerden Nicklas ise “Ben bu zirveye tamamen karşıyım. Buradakiler dünyada kötü giden ne varsa asıl sebebidir. Savaşlar kötü olabilir ama kapitalizm öldürür” dedi.
Başka bir gösterici olan Julia Reusing de tepkisini şöyle ifade etti: “Geldik ve kendi fikrimizi, tepkimizi ortaya koyuyoruz. Polis bizi susturmaya çalışıyor. Bu nasıl özgürlük?”
Göstericilerin avukatlığını üstelenen 100 avukattan biri olan Mark Meyer, CNN’e “Polis başından beri saldırmak için yer arıyor. Ayrıca zirve düzenleneceği için kırmızı alan ilan edilip insanların girmesine izin vermedikleri bölgeye girmemiz yasal olarak engellenemez” dedi.
Rote Flora sözcüsü, polisin kendilerine saldırması durumunda kendilerini savunacaklarının sözünü verdi. “Şiddet, üretken bir protesto biçimi olabilir” diye ekledi.
Röportajlar: Reuters, Washington Post