KORKUT AKIN yazdı: “On İki Eylül öncesi bireysel yaşamını hiçe sayarak kendilerini devrime adayan insanların en yakınlarını anlatıyor Belgin Bıyıkoğlu, ‘Hadi Gülümse’de… Sahi, gülümseyebilirsiniz, ağlanacak halimize…”
KORKUT AKIN
Yine geliyor o meşum gün. Yine acılar depreşecek her yanımızda… Her ne kadar 38 yıl geçmişse de üzerinden, bir türlü sıyrılamıyoruz etkisinden. Bunun birçok nedeni var, üzerine yazanlar, konuşanlar, araştırma yapanlar, yorumlayanlar da var… Besbelli bir gün -umarım görürüz o günleri- gereğince değerlendireceğiz, anlayacağız, belki de yeniden kalkacağız ayağa.
Ben, son birkaç yıldır, anılmasını da konferanslar verilmesini de benimsemiyorum. Çünkü sadece “o güzel günler”i özlüyoruz, yeniden yaşamak için hiçbir şey yapmıyoruz. Sahi, yapsaydık böyle mi olurdu?
Zamansız, mekânsız…
12 Eylül’le birlikte… Belgin Bıyıkoğlu gibi yazmalıydım aslında; On İki Eylül’le birlikte, “sıcacık ekmek kokusu, ceviz ağacı serinliği, sulu, güzel kokulu şeftali” (s.37) yerini insan olmaktan utanmaya bıraktı. Acının katmerlisi, zulmün insanı yaşamından bezdireni, hüznün en koyusu, umutsuzluğun ta kendisi egemen oldu yaşamımıza…
Belgin Bıyıkoğlu, “Hadi Gülümse” adını verdiği öykü kitabıyla bambaşka bir noktaya çeviriyor gözlerimizi… Yaşananlar yaşandı, acıların izi muhakkak ki silinmedi hâlâ… ama geride kalanlara hiç değinilmedi. Devrimciler öldürüldü, tutuklandı, işkenceden geçirildi, idam edildi, hakları için mücadele ederken bir kez daha işkence gördü, inançları kırılmadı firar ettiler, en zorlu hapishanelerden bile… Ama arkalarında kalanların yaşadıklarını kimse anlatmadı, onların acılarını göz ardı etti(k).
Yaşa Belgin Bıyıkoğlu yaşa!
On İki Eylül öncesi bireysel yaşamını hiçe sayarak kendilerini devrime adayan insanların en yakınlarını anlatıyor Belgin Bıyıkoğlu, “Hadi Gülümse”de… Sahi, gülümseyebilirsiniz, ağlanacak halimize…
Belli ki kendi yaşamından yola çıkarak kurgulamış öykülerini Bıyıkoğlu, bu ilk kitabında… Belli ki, o büyük acıyı sürekli hissetmiş her aldığı nefeste, her baktığı mehtapta, çiçekli ağaçlarda cıvıldaşan kuşlarda…
Okuru içine çeken bir dili var Belgin Bıyıkoğlu’nun, öykülerin konularından ayrı… Rahat anlatımı, anlaşılır dili, sakin ve bir o kadar da betimlemeli cümleleriyle duyarlılığınıza sesleniyor.
Işığa koşan pervaneler…
On İki Eylül öncesi ve/veya hemen sonrası kaçağa düşen, yakalanan, öldürülen, mücadele azmiyle dolu gençlerin arkasından, kalanlar, onları “ışığa koşan pervaneler” olarak niteliyor öykülerde… On İki Eylül sonrası, kaçakken sığınacak bir ev bile bulamayan Yelda’nın, bildiri dağıtırken yakalanması vazgeçmemenin güzelliğini öykülüyor.
Beni en çok etkileyenden önce, bir teşekkür daha yazara… Kadın bilinciyle kadın farkındalığını dile getirmesi nedeniyle… Elmas, şöyle anlatıyor: “Bir de utanmadan kadına sormadan çocuğa isim koymuş. Nasıl bir insafsızlık bu. Evlenmeseydin o zaman. Ah, erkek egemen dünya, bitiremediğimiz akraba evlilikleri. Allah bilir oğlan olmasaydı belki de çocuğun yüzüne bile bakmayacaktı.”
“…gözlerinin renginin taze filizlenen yaprak yeşiline dönmesi” sözleriyle tanımladığı aşk üzerine yazdıklarını siz okuyun, kendinizce, kendinize uyarlayın, olmaz mı?
Hadi Gülümse, Belgin Bıyıkoğlu, öyküler, Sinopsis Yayınları, Nisan 2018, 134 s.