12. Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan dün meclis başkanından mazbatasını alıp yemin etti. CHP Milletvekili Engin Altay iç tüzüğü meclis başkanına fırlattı, AKP’liler yuhalamaya koyuldu, Bilal’in de katıldığı gözlemleniyor koroya, Demirtaş ve HDP ayağa kalkarak Erdoğan’ı alkışladı.
12.Cumhurbaşkanı resmen göreve başlarken vuku bulan bu üç olaydan en dikkat çekici olan ve gün boyunca başta sosyal medyada olmak üzere en fazla dündemleşen, Demirtaş ve HDP’lilerin alkışları oldu. Dolayısıyla ben de bu yazıda Demirtaş ve HDP’lilerin alkışlarından sonra oluşan reaksiyonlar üzerinde durmaya gayret edeceğim. Başlamadan kısaca HDP üzerine birkaç şey söylemek bir kez daha zorunluluk halini aldı.
HDP nedir, nasıl bir siyasal çizgiyi esas alıyor?
HDP, farklılıkların birliği hareketi olarak ortaya çıktı. Tümelci ve evrenselci yaklaşımların karşısına tikeli ve yereli alan heterojen bir yapı olma gayretinde. Sınıf indirgemeci siyaseti reddederken sınıfı dışlamıyor, kapitalist bölüşüm, dolaşım ve dağıtım ilişkilerini eleştirirken solun uzak olduğu siyasal liberalizmin bazı momentlerini (İnsan hakları, özgürlük, eşitlik gibi) de es geçmiyor. Toplumsal ve siyasal antagonizmayı reddetmiyor fakat antagonizmanın taraflarından birinin yok edilmesini de öngörmüyor, bunun yerine agonistik (çekişmeci) bir siyasal proje sunuyor. Yani farklı toplumsal kesimler çekişme halinde fakat birbirini yok etmeden, birbirine azami saygı göstererek bir arada yaşabilirler. Bu siyasal çizginin adına da radikal demokratik siyaset deniyor.
Kaba bir çerçeveyle sunmaya çalıştığım bu siyasal hattın neresinde duruyor HDP? Henüz çok başında diyebiliriz. Ancak HDP’yi çok kısa süre önce kurulmuş bir parti olarak telakki etmek çok doğru olmaz. HDP projesinin arkasında siyasal rüştüne çoktan ulaşmış Kürt Özgürlük Hareketi’nin olduğunu biliyoruz. Bunda bir beis görülebilir mi, ben görmüyorum, görenler var. Sandığın da bir meydan okuma alanı ve aracı olduğunu, 1990’dan beri Kurdi siyaset yapan ve Kürt partileri olarak tanımlanan partiler bize gösterdi. Bunların sonuncusu BDP (şimdiki adıyla DBP) idi. Sol cenah açısından bakacak olursak, sandığın bir meydan okuma alanı ve aracı olduğunu ilk ve son defa 1965 seçimlerinde TİP deneyimiyle yaşadık. Seçimlerde %3 oy alarak 15 vekil meclise sokan TİP belki de Türkiye parlamento tarihinin en etkili muhalefetini ortaya koydu. 50 yıl sonra ideolojik ve pratik çizgisi tam olarak aynı olmasa da HDP benzer bir atılımı gerçekleştirmeye aday. HDP’nin toplumsal kesimlerde bir karşılık bulup bulmayacağını kestirmek için henüz çok erken ancak bu ay içinde gerçekleştirilen CB seçimleri bir deneyim olarak karşımızda ve bu deneyim kötümser bir muhtevaya sahip değil. Demirtaş’ın şahsında temsil bulan HDP projesi CB seçimlerinde %9,8 gibi bir oy aldı. Bu oyların tamamı kurdi oylar değildi. Sol, sosyalist, sosyal demokrat, laik… Çevreler de HDP projesine oy verdi. Demirtaş CB seçilmedi, rakibi Erdoğan seçildi ve Demirtaş bugün mecliste yemin eden Erdoğan’ı ayakta alkışladı. Gelelim konumuza…
Demirtaş eleştirilemez mi?
Alt başlıktaki sorunun cevabı, kesinlikle eleştirilebilinir ve hatta eleştirilmelidir de. Neden mi, yukarıda kaba bir çerçeveyle sunmaya çalıştığım siyasal hatta kendini yerleştirmeye aday bir siyasal hareketin Eş Genel Başkanının eleştiriye kapalı olması, tasarlanan siyasal projenin bir retorikten öteye geçemeyeceğinin asli kanıtıdır. Eş Genel Başkan Demirtaş’ın eleştiriye tahammülsüz olduğunu iddia etmek güç. Nereden mi biliyoruz bunu? Demirtaş CB seçim kampanyası boyunca şunu söyledi, “ben bir bireyim, kurtarıcı değil, eğer kurtuluşa ereceksek bunu ancak birlikte başarabiliriz” ilaveten şunları söyledi “bana güvenip her şeyi teslim etmeyin, sorgulayın, eleştirin doğru olanı birlikte bulalım”.
Yani Demirtaş Makyavel’in Prensi değil Gramsci’nin Modern Prensi’ni temsil etmek istiyor. Makyavel’in Prensi, üstün yeteneklere sahip karizmatik bir liderdir, tek kişidir, bireydir. Oysa Gramsci’nin Modern Prens’i kendini pratik içinde deneyimlemiş kolektif iradenin bir yansımasıdır ve asla bir birey olamaz. Demem o ki, eğer kurtarıcı bir Prens aramıyorsak kendi Modern Prensimizi kolektif iradeyle ortaya koymalıyız ve kolektif iradenin olmazsa olmazı da eleştiri mekanizmasının işler halde olmasıdır.
Tekrar konumuza dönecek olursak Demirtaş, 12.Cumhurbaşkanı’nı yemin töreninde ayakta alkışladı diye eleştirilemez mi? Gayet tabi eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Adı milyon dolarlık yolsuzluklarla anılan, mezhepçi, ayrımcı, hukuk tanımayan, hakları birbirine düşmanlaştıran ve iktidarı boyunca eli hep kanda olan bir siyasal iktidarın başı ayakta alkışlanmayı hak ediyor mu? Kesinlikle etmiyor. Ez cümle benim kişisel kanaatim de Erdoğan gibi bir liderin ayakta alkışlanmasının yanlış olduğu yönündedir. Tıpkı benim gibi, HDP’ye oy vermiş, HDP projesine inanmış, HDP için çalışmış bütün kesimlerin de Demirtaş’ı eleştirmeye hakları vardır ve eleştirmeliler de.
Ama peki nasıl bir eleştiri?
Eleştirmek başka, siyasal linç yapmak başkadır. Eleştirmek başka, pusuya yatıp yanlış kollamak, bulunca da amansız bir şekilde saldırmak başkadır. Gün boyunca başta sosyal medya da olmak kaydıyla Demirtaş’a yönelik eleştirilerin bir kısmı dostluk ve yoldaşlık sınırları içinde ve oldukça da yerinde eleştirilerdi. Ancak bir kısım eleştiriler ki bunlar ağırlıktaydı, bu eleştiriler yapıcı-dostane eleştiri olmanın ötesinde, siyasal linç ve karalama kampanyası biçimindeydi. Neydi bu eleştiriler peki?
Genel başlıklar şunlardı: AKP ile anlaştılar ve sözüm sürecinin ilerlemesi adına her şeye göz yumuyorlar.
Kürt siyasal hareketinin AKP ile anlaştığı ve çözüm süreci adına birçok şeye göz yumduğu uzun zamandır dile getirilen bir söylem. Üzücü olan bu söylemin başını çekenler kendini solda tanımlayan kişi ve gruplar. Bu kişi ve gruplara göre AKP Kürtleri oyalıyor, çözüm ilerlemeyecek ve dolayısıyla Kürtler bir kez daha hezimete uğrayacak. Bu yaklaşım Kürtlerin bir iradesinin olmadığını, siyasal bir tecrübe ve politik öngörüden yoksun olduklarını ön kabul olarak alıyor. Başka bir deyişle Kürt hareketi ve Kürtler kandırılmaya çok müsait ve kandırıldıklarının da farkında değiller. Bu akıl çok tanıdık aslında, nereden tanıdık, 1970’lerin sonundan günümüze kadar değişmeyen Türk solunun aklı. Alt metinlerine biraz girecek olursak, hegemonik ulus aklının ve elitizmin izlerini bulabiliriz bu yaklaşımın altında.
Başka bir eleştiri başlığı ise; Elinde Gezi’nin, Soma’nın, Roboski’nin, Lice’nin… Kanı olan bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da ayakta alkışlanır? Bu eleştiri başlığı biçim olarak doğrudur. Gezi, Roboski, Soma, Lice ve hatta Rojava ve Şengal’in kanı da dolaylı yollardan Erdoğan’ın eline bulaşmıştır ancak, Demirtaş’ın Erdoğan’ı alkışlamasının tüm bunları onayladığı ya da umursamadığı anlamı çıkarmak en hafif tabirle art niyetlilik ya da cehalettir. 12 yıllık AKP iktidarı boyunca parlamento, sokakta ve başka alanlarda iktidarı zorlayan neredeyse tek dinamik olan bir siyasal hareketi bir alkış üzerine karalamak bu kadar kolay olmamalıdır. Başka bir ifadeyle 30 yılı aşkın bir zaman dilimi boyunca devletin tüm zor aygıtlarıyla savaşa savaşa mevzi kazanmış ve bugünkü konuma ulaşmış bir gelenek eleştirilirken, eleştiriyi bir dost olarak mı yoksa düşman olarak mı yaptığınız, eleştiriyi sunma biçiminize ve eleştiri içeriğine bağlıdır.
Bir diğer başlık; Adı bunca yolsuzlukla anılan bir Cumhurbaşkanı ayakta mı alkışlanır?
Hayır, kesinlikle alkışlanmaz ama alkıştan Demirtaş ve HDP’nin yolsuzlukları onayladığı, yapılan hırsızlıkları görmediği sonucu da çıkmaz. Şayet öyle bir sonuç çıkıyorsa CHP dışında kimsenin yolsuzluk ya da hırsızlıkla ilgili bir itiraz ya da eleştirisi yok da denilebilir.
Toparlayacak ulursak, HDP’ye inanmış, özellikle CB seçim sürecinde Demirtaş’ın samimiyetine güvenmiş ve başka türlü bir siyaset özlemi duyan tüm kesimlerin ve HDP bileşenlerinin tamamının alkışı eleştirmeye hakları vardır. Ne Demirtaş ne de HDP eleştirilemez değildir. Ancak eleştirilerin hangi Saiklerle yapıldığı ve eleştirinin eleştirel katkı maksadıyla mı yoksa açık yakaladık vurun amacıyla mı yapıldığı belirleyicidir. Eleştiri yapanlara değil, pusuda yatıp “gün bu gündür vurun Demirtaş’a” diyenlere sormak lazım, demokratik, katılımcı, eşit özgür bir ülke idealiniz burada bitiyor mu? Hani birlikte bulacaktık doğru olanı, hani kişi ya da parti kültü değil kolektif özne önemliydi? CHP mi oldu yani şimdi, demokrasiye, insan haklarına, özgürlüğe, emeğe ve barışa sahip çıkan taraf, bu kadar basit miydi?
Otoriteryenizmle savaşmanın yolu bu mu, “Gün bugündür, vurun Demirtaş’a” mı?