SEÇTİKLERİMİZ – Bahadır ÖZGÜR Gazete Duvar için yazdı: Israrla, inatla peşine düşülmesi gereken soru budur: Suçlu kim? Ortada insanların hayatına kasteden, bunu yaparken de işlenen cinayetlerin maliyetini vatandaşa ödeten bir işleyiş bulunuyor çünkü. Maliyet derken mecazi anlamda değil, işlenen suçlar düpedüz cebimizden finanse ediliyor.
Sosyolog Balint Magyar, ‘mafya devleti’nin yükselişini anlatırken, el altından para dolu zarfların dağıtılmasını, birtakım kuytu köşelerde kurulan sinsi tezgahları filan kastetmez. Devlet yapılarının ve hukuk araçlarının aleni olarak yolsuzluk ve kamu kaynağını paylaşmak için kullanılmasına işaret eder. İhaleler anlaşmalı çevrelere dağıtılır ve mutlaka hükümete bir ‘siyasi aile’ damgasını vurur. Magyar’a göre, devlet aygıtının bütünüyle gaspının esas avantajı, masumlara zulmetme gücünden ziyade, suçluları koruma gücüdür. (*)
AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin Giresun’daki sel felaketiyle ilgili açıklaması, tam da böyle bir anlayışın pratik tezahürüydü. “Yağmurla toprak suya doyuyor, toprak kayganlaşıyor. Yağmur yağdığı zaman toprak su gibi akıyor, önüne ne katarsa götürüyor. Tekrar söylüyorum, afetin yapılaşmayla alakası yok” diyordu, Canikli. Ve o saate kadar yapılaşmaya, dere ıslah projelerine, barajlara vs. dikkat çeken bütün açıklamaların üzerini çizip, böyle ‘sapmaların’ önüne dikiliyordu. Zira toprak ve yağmur dışındaki her sebebin ucu, suça ve suçluya çıkıyor.
Israrla, inatla peşine düşülmesi gereken soru budur: Suçlu kim? Ortada insanların hayatına kasteden, bunu yaparken de işlenen cinayetlerin maliyetini vatandaşa ödeten bir işleyiş bulunuyor çünkü. Maliyet derken mecazi anlamda değil, işlenen suçlar düpedüz cebimizden finanse ediliyor. Nasıl mı?
Salihli’de biyogaz tesisine karşı çıkan köylülere inen jandarma copundan Giresun’da sele kapılan yaşamlara uzanan bu soygun ve cinayet çemberini bir kez daha hatırlayalım…
***
İktidarın şirketlere kaynak transferinde keşfettiği yollardan birisi ‘yenilenebilir enerji’ adı altında yapılan yatırımlardır. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Elektrik Üretimini Destekleme Mekanizması (YEKDEM), zor sahalarda düşük kapasiteli ama verimli kaynakları teşvik gerekçesiyle kuruldu. Lakin iktidar pek çok alanda olduğu gibi YEKDEM’i de hızla bir soygun ve kamu kaynaklarını şirketlere pay etme aracına dönüştürdü. Tıpkı mega projeler, inşaat ihaleleri, köprü ve yollarda olduğu gibi 2014’ten sonra ‘yenilenebilir enerji yatırımı’ adı altında doğal kaynaklara yönelik muazzam bir talan harekatı patladı. Şu grafik yıllara göre santral seyrini gösteriyor:
Bugün sayısı 818’i bulan santrallerin dağılımı ise iktidarın derdinin memlekete temiz enerji sağlamak olmadığını açıkça ortaya koyuyor. 2011’de teşvik kapsamında sadece dört HES bulunurken 2015’te 126’ya, 2020 itibariyle de 461’e çıkmış durumda. Yani yarısı dereleri, ırmakları mahveden santraller. 17 tane güneş, 165 rüzgar, 126 biyokütle, 49 tane de jeotermal santrali faaliyette.
Peki şirketler memlekete faydalı olalım diye mi bu yatırımları yapıyor? Burada da alım garantisi olması soruyu kendiliğinden yanıtlıyor zaten. Üstelik elektrik maliyetinin çok üzerinde ve döviz kuruna endeksli olarak…
Bahadır ÖZGÜR’ün Gazete Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN