Gezi bizim yaşadığımız en büyük direnişti, en büyük zaferdi. Yenisi yaşanana dek de öyle kalacak. Çok değil üzerinden sadece 3 yıl geçti. Şimdilerde #Gezi3Yaşında diye anıyoruz. Ve Gezi’yi anan, direnişe gönül veren herkesin aklında şu soru var, ‘‘O günler gerçekten yaşandı mı? Yaşandıysa neden bugün bu haldeyiz?’’
AHMET SAYMADİ
Gezi bizim yaşadığımız en büyük direnişti, en büyük zaferdi. Yenisi yaşanana dek de öyle kalacak. Çok değil üzerinden sadece 3 yıl geçti. Şimdilerde #Gezi3Yaşında diye anıyoruz. Ve Gezi’yi anan, direnişe gönül veren herkesin aklında şu soru var, ‘‘O günler gerçekten yaşandı mı? Yaşandıysa neden bugün bu haldeyiz?’’
Sorunun cevabını hep birlikte arıyoruz. Benim aklıma gelenler ise şöyle…
Gezi Direnişi başladığında Türkiye’de devlet ve Kürt Özgürlük Hareketi arasında bir çatışmasızlık süreci yaşanıyordu. Uzun yıllar, ‘‘Terörle mücadele’’ bahanesiyle toplumu baskı altına alan siyasi iktidarın elindeki, önemli bir koz etkisiz haldeydi. Gezi gibi demokratik direnişler çatışmasızlık süreçlerinin ürünü. Dolayısıyla Kürt sorununun siyasal çözümü öncelikle Gezi’ye omuz verenlere lazım. Halklar arasında barış tesis edilmeden birlikte mücadele alanı, demokratik siyasal alan daralıyor.
Gezi’den sonraki süreçte yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri, haziran ve kasım genel seçimleri yaşandı. Böyle bir direnişin ardından yaşanan seçim süreçlerinde Gezi’ye omuz verenler, sokakta birleşenler sandıkta ayrıldı. Gezi, farklı siyasi görüşlerdeki insanları birleştirmişken, seçimler sokaktakilere bir saf belirlemeleri çağrısı yaptı. Sokaktaki kitlesellik ve bütünlük dağıldı.
2014 yerel seçimlerinde direnişin en yoğun olduğu şehirlerde; İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de seçimlerin kazanılamamış olması bir hayal kırıklığı yarattı. Cumhurbaşkanlığı seçimini Gezi’de, ‘Emri ben verdim’ diyen şahıs kazandı. Haziran’da AKP iktidardan düşürüldü ama Temmuz’dan itibaren kan dökerek, katliamlara girişerek kaybettiği iktidarı kasımda geri aldı.
Barış sürecinin ortadan kalkması, sokakta birleşenlerin sandıkta bölünmesi ve AKP’nin zor aygıtını devreye sokarak temsili demokrasiyi bile ortadan kaldırmasıyla birlikte Gezi’nin ortaya çıkardığı umutvar hava berhava oldu…
Peki bu sebepler dışında, yani AKP’nin yaptığı bu hamleler dışında, bu halde olmamızın başkaca sebepleri yok mu? Bizim yaptığımız hatalar yok mu?
Epeyce var….
Gezi’yle beraber ne kadar örgütsüz olduğumuz da ortaya çıktı. ‘‘Sol örgütler çok zayıf’’ diye cümle kuranlar ya da solu eleştirenler aslında kendilerini eleştiriyorlar. Sol diye eleştirdiğiniz kitle aslında sizin de içinde yer aldığınız bir kitle. Sol örgütler diye eleştirilen örgütler ise, sizler omuz vermediğiniz için güçsüz. Şüphesiz pek çok eksikleri ve yanlışları vardır elbet. Ama düzeltmek veya yenisini inşa etmek de bir seçenek. Biz örgütlü hayattan uzaklaştıkça zayıflıyoruz. İktidardakiler de örgütlülüklerinden güç aldıklarını anladıkça daha da örgütleniyor. Başarı için tek çare örgütlü hareket etmek.
Eleştirmeyi, ‘‘dokunma’’ demeyi, yıkmayı, direnmeyi, dik durmayı çok iyi biliyoruz. Ancak yıktıktan sonra, nasıl inşa edilmesi konusunda yetersiziz. İnisiyatifsiziz. Elimizdeki programlar yeterli olmuyor. Gezi Parkı’nda yaşanan adli olayların ardından, kimi arkadaşlar, üç gün önce direndiği polisin görev yaptığı karakola gidip şikayette bulunmuştu, polis ise, ‘‘Oraya biz bakmıyoruz’’ cevabını vermişti. Gezi Parkı’nı duman altı yapan köftecilerle bile uğraşmakta, alanın düzenini sağlamakta epeyce zorlandık. Parkın etrafına kurulan barikatlarda insanlara kimlik sormaya başladık.. Kimlik dediysem, direnişin verdiği kimlik değil, devletin verdiği kimlik…
Aramızdaki rekabeti ortadan kaldıramadık. Gezi Direnişi esnasında 8 Haziran Pazar günü yapılan mitingde, kimin konuşacağı konusunu doğru bir yere bağlasaydık. Belki bugün başka bir yerde olabilirdik. Taksim Dayanışması toplantısında, mitingde Taksim Dayanışması adına bir ortak metin okunması kararlaştırıldı. Ardından birkaç konuşma daha yapılması sonra konserler kısmına geçilmesi tartışıldı. Orada, salondakilerin ağırlıklı bir kısmı Sırrı Süreyya Önder’in konuşmasını önerdi, bu öneri kabul gördü. CHP’li arkadaşlar ve bazı örgütler tek konuşmacı olmasına itiraz etti. Her iki tarafı da ikna etmek için Sırrı Süreyya Önder ve İlhan Cihaner’in konuşma yapmaları önerisi yapıldı. Bu makul öneri de kabul edilmedi ve sadece Sırrı Süreyya Önder’in konuşma yapması üzerine bir karar çıktı. Ancak bu kararın ikna edici olmadığı açıktı. Sadece Sırrı Süreyya Önder’in konuşma yapmasına, ikna olmayanlar ısrar edince, Sırrı Süreyya Önder konuşmadı. Oysaki hem İlhan Cihaner hem de Sırrı Süreyya Önder konuşsaydı alandaki herkesin içi rahat edebilirdi. İleriye dönük başkaca bir sürü yerde benzeri ortaklaşmalara zemin yaratabilirdik. Ama olmadı, beceremedik.
Bu eksiklerimize rağmen, ‘‘Yetti gayri’’ dediğimizde önümüzde bir şeyin duramadığını gördük, dayanışmanın nasıl uç verdiğini gördük, ne kadar kalabalık olduğumuzu gördük, umudumuzu yitirmememiz gerektiğini gördük. Yeter ki rekabetten uzaklaşmayı, örgütlenmeyi, programımızı ileriye taşımayı bilelim. Ensar bataklığında, AKP’nin karakollara gizli ibaresiyle yolladığı, ‘‘Gezi benzeri bir direniş ortaya çıkabilir’’ cümlesiyle ifade edilen korku boşa değil..
Hiçbir şey boşa gitmiş değil, her şey toplumun belleğinde birikir, Gezi’den önce olan onca şeyin birikip Gezi’yi yaratması gibi. Bugün de birikiyor; Ensar’da bataklığında, tecavüzcüsüyle evlendirilen çocuklarda, ortadan kaldırılmaya çalışılan laiklikte, işçi direnişlerinde, Soma’da, kadın cinayetlerinde, madenlerde, bodrumlarda yakılan insanlarda, buzdolabında bekletilen cenazelerde, yıkılan Sur’da-cizrede, her yerde öfke birikiyor. Bir yerde patlayacağı kesin. Lakin Gezi gibi büyük ayaklanmalar da ‘‘Hadi’’ deyince ortaya çıkmıyor, ama bir gün olacağı kesin… Ümidimizi yitirmeye gerek yok. Böylesi zamanlarda Fidel Castro’nun şu cümlesini hatırlamakta yarar var, ‘‘Biz yenilirsek kalkar bir daha deneriz, diktatörler yenilirse sonları olur’’
Ayrıca mesele, ‘‘3-5 ağaç değil’’ sınıflı toplumun ortaya çıktığı günden beri sürüyor bu kavga ve ‘‘Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’’ de sürecek…
Hasılı ‘‘Enseyi karartmayın’’ Gezi 3 yaşında, direnişin üçüncü yaşı kutlu olsun. Unutmayalım demeyeceğim, unutmak ne mümkün…